30 Haziran 2014

[25 Haziran 2014, Cenevre - Paris.]

Yepyeni bir paris gunluklerinde daha beraberiz sevgili dostlar. Bu seferki de tipki gecen seferler gibi cok guzeldi. Paris semalari bana huzur verdi, depoladim geri dondum.

Bu yolculugumuz cenevre uzerinden basladi. Oglen olan ucagimizi (evet annem ve kardesimle gittim bu sefer) yakalamak icin evden bir telasla ciktik. Yaklastikca heyecan dalgam artti artti ve kulagimda yine chanson'lar cinlamaya basladi. Dogrudu bu heyecan biletleri aldigim gun baslayip, otel ayirttigim gun kat be kat artmisti. Ama yine de o ilk yolculuk gununde zirveye ulasti desem yalan olmaz. Bu noktada korkulu dakikalarimi da anlatmayi bir borc bilirim. Tesaduf eseri mi bilinmez, bizim havayolunun birkac ucaginin iptal oldugunu gordum ekranda. Ucus saatinden bir saat sonrasina kadar bizim kapimiz aciklanmayinca bir an icin ucus iptal olacak diye cok cok cok endiselendim. Kendim icin degil ama kardesim ve annemle gitme firsati kayip gitseydi o kadar cok uzulurdum ki... Neyse efenim hic bir sikinti olmadi veeeee bir saat sonra -ucus rotarli da olsa- paris'e vardiiik! Bu noktadan sonra toplu tasima maceramiz basladi. Sehir merkezine dogru yaklastikca yeniden parise kavusmanin sevinc dalgasi sardikca sardi. Cunku ilk kez en sevdigim metro duragindan cikacaktik sehre: notre dame saint michel. Gozlerimi kaldirdigimda seine'i gormek ve notre dame'in zihnimde canlandirdigi onlarca goruntuyu yasamak oyle guzel ki. Sozu cok uzatmadan otele vardigimizi ve disari ciktigimizi belirteyim.

Otelden cikip notre dame'in tam karsinda sarap esliginde guzel bir biftek yedik. Ardindan cité'ye dogru yola koyulduk. Sonrasinda saint chapel ve conciergerie'yi solumuza alip court de cassation'in onunden karsiya gectiiik. Chatelet ve louvre rivoli. Bir zamanlarki evimin duragi, ah canim benim. Pont des arts ve piramitler derken concorde'dan metroya bindik dostlar. Bir sonraki hedef opera'ydi. Meydani gosterip cafe de la paix'de soluklandiktan sonra (tanrim tatlilari ne kadar kotu, yemeyin yedirmeyin umitlenmeyin bile) otele dogru yola koyulduk. O kadar yorulmusuz ki otelde sizmisiz. Bu arada kayitlara gecsin, yatmadan once televizyonda garou, patrick fiori ve julie zenatti'yi gordum. Yani notre dame de paris'in quasimodo, phoebus ve fleur-de-lys'i paris semalarinda yeniden karsima ciktilar ki bu bir tesaduf mu? Hic sanmiyorum.

[Suits S4E1-2-3.]

Eveeet, sanki cok ozlemisiz gibi suits'in de yeni sezonu baslamis bulunuyor. Halen izlemeye yureginiz varsa, yepyeni bir dava ile tum sezonu surdurecek gibiyiz. Ustelik bu kapisma harvey ve mike arasinda olacak. Savciligin sorusturmasi ve pearson specter muvekkillerini taciz etmesi konusu arka fonda kaliyor derken bir de kalp meselesi karistirdilar ki isin icine, artik dizi kendi capinda calip oynamaya devam eder. Olaylara gelirsek mevzu soyle kurulmus vaziyette: mike baska bir sirkette investment banker olarak bir sirkete goz koydu, harvey'nin muvekkili de ayni sirketi almak istiyor. Ere ne var bunda derseniz, harvey'nin muvekkili ayni zamanda rachel'in evliyken kiristirdigi adam. Dolayisiyla isin icine bir kadin ve iki adam giriyor. Tabii sorarsaniz ki rachel ve iliskileri umrunda mi diye, cevabim tabii ki hayir. Rachel'in da basrole yukseltilme cabasina son derece gicigim.

Jessica cephesine gelirsek, jess yeni bir senior partner aldi ofise. Savcilik mevzusuyla bu adam ilgilenecek cunku eski savcilardan. Hani konuya hakimim ben bunlarla basa cikarim gibilerinden. Kendisi ayni zamanda jess ile beraberdi. Ama ortak olarak alininca jess kendisinden ayrildi. Ayyy birlikte oldugum adami isr alirsam halim nice olur, bu sehirde bu konumda olan tek kadin benim diye. Bir noktada hakli olsa da dirayetini koruyabilecegini pek de sanmiyorum.

Bu noktada ufak bir seye dikkat cekmek istiyorum. Sahsen ben pek mutlu mesut oldugumdur. Biliyorsunuz jessica angel'daki jasmine. Ayni zamanda -yeyyy artik firefly'a hakimim cok sukur- firefly'daki zoe kendisi. Simdi bu yeni ise alinan adam da buffy'deki principal wood. Yeyyy! Iki jossverse oyuncusu yanyana. Hic birlikte rolleri olmadi ama benim gozumde bir tur akrabalar. Pek mesudum onlari yanyana gormeye. Ama zannimca adam kadindan biraz kucuk kaliyor as in very young. Yalan olmasin henuz imdb patlatmadim ama hissiyatim o yonde.

Efenim dizinin benim icin tek onemli karakteri olan donna cephesine gelirseeek, asayis berkemal diyebiliriz. Kendisi sadece harvey'i aydinlatmakla kalmayip, jessica, mike, rachel ve hatta louis'e de isigini sunuyor. Dogrusu bu karakter daha iyi bir yerde olmayi hakediyor. Bu delilerin arasinda ne isin var donna ya? Valla sen mutlu ol da koca buro yansa sallamam. Cok ezik herkes abi. Neden boyle dedim peki? Louis iyice cocuga dondu. Garip huylari vardi ve bunu bilip kabul ediyorduk. Ama nerde gecen sezonun hamlet'e giden louis'i, nerde bu sezonun sacma sapan kartonlarla sunum hazirlayan, birden yeni gelen adama kanka olup her halta inanan louis? Cok gicik oldugumdur. Tamam, kendisi yakisikli ve dahi cekici bir adam degil ama bu kadar ufaltilmaz yani. Cunku en azindan gecen sezon cok karizmatikti. Shame on you cocuklar.

Bu arada son yorumumu donna ve louis uzerine cok yorum yapmak istemiyorum. Ama donna ve ophelia rolu kismi cok cok cok etkileyiciydi. Lutfen bu guzel dostluk dostlukta kalsin. Yuregim kaldirmaz.

Sezon ince ince islenen entrika yumaklari ile rachel-ezik mike-burnu havada harvey uzerinden donuyor ve izlemek beni cok bayiyor. Bu gidisle birakmayi istesem de ufak ophelia sahneleri icin izlemeye deger gibi. Bakalim, insallah devami da oyle olur.

[Defiance S2E1-2.]

Anam hersey degismis! Deli olacagim hersey degismis!

Defiance'in ilk bolumunu izledigimde ilk yorumum buydu. Ama yanlis anlasilmasin, sevincten delirdim dostlar! Bir sezon once biraktigim yerde bambaska yerlerde buldum tum karakterleri. Hatta bazilari yer bile degistirmisti! Oyle sevindim ki! Adeta dizi yeniden donusume ugramis, yepyeni bir oyku sarmalini canli tutmak icin yeniden dogmus. Buna sevinilmez de neye sevinilir?

Amanda karanlik tarafa gecmemis tamamen ama karanlik bulasmis biraz, pek sevindim. Uzucu bir durum, kardesinin olduruldugunden haberdar degil. Ah stahma, ne cirkefsin ne cirkefsin! Hazir amanda'dan bahsetmisken onsesif eski sevgilisi temporary mayor'dan da bahsetmek lazim. Anam herif kadinin odasina kamera koymus izliyor daglara taslara! Arkani kolla amanda, ozellikle de -spoiler vermeden yazmam gerekirse- ikjnci bolum sonundaki yatak macerandan sonra. Belli ki obsesif adam bu isin pesini birakmaz, kolay degil kendisi hasetinden catlamalarda.

Nolan ve irisa bolumun sonlarina dogru bir araya geldiler ve cok sempatiktiler sarilma aninda. Irisa'nin neyin pesinde olduguna dair hic bir fikir edinemedim, cocukluk halinden olusan hayal ne isteyip neye yonlendiriyor anlayamasam da kabul ettim simdiden. Eminim guzel bir story arc geliyor. Yey st louis! Nolan'a gelirsek, kendisinin yeniden halk tarafindan kucaklanmasina bayildim. Adamsin nolan ya, en iyisine layiksin! Defiance kiymetini bilsin valla.

Tommy hakkinda uzun yorum yapmayacagim, zaten oyle yorum yapilacak major bir karakter degil. Ama berlin'le beraber olmasini anlayamadim. O kiz cok tough biri, ezik tommy'e pek yakismamis. Gerci cocugun tipi bu belli ki.

Efenim esas yorumlari tabii ki stahma ve datak hakediyor. Anam bu aile ne cirkef bir ailedir valla pes. Kari koca milletin kuyusunu kazmalara bayiliyorlar. Yine de datak'i seviyorum cunku kendisi benim icin her zaman vincent and the doctor'daki van gogh benim icin. Bir de tabii en azindan gorundugu gibi bir adam datak. Ama stahma yok mu o stahmaaaa! Anam bu kadin bir oynadigi dizide de manipulative bitch rolunde olmasin bu kadar zor mu ya? Dexter, spartacus ve simdi de defiance. Pes de la pes. O ince siritmasi ve kibar ve mutesekkur halinin altinda yatan psikopat katil ve paragoz es halleri beni benden aliyor. Gozu kara insandan degil de, cirkef insandan korkuyorum yahu. Zaten dizinin guzel yani da bu. Karakterler uzayli da olsa insan dogasinda iliskin mesajlar aliyoruz bu diziden. Harika bir hayalgucu. Tipki doctor who gibi. Ah canim benim, dw'ya da buradan selam ederim.

Dedigim gibi dizi son derece hizli basladi, sehri isgal eden e-rep'lere karsi bir ayaklanma, patlamaya hazir bombalar, karanliga biraz biraz bulasan karakterler ve obsesif eski sevgiliye daha iki bolumde tanik olduk. Devami da bu kadar keyifli olur insallah!

Haftaya gorusmek uzere!

[Tasinmak.]

Yasadiginiz evden cikmak ne kadar zordur bilir misiniz? Daha once tasinan var mi aramizda?

Tasinmak degil de, ev kapatmak konseptine asina misiniz peki? Hani yazliktan donuste buzdolabini temizlemek, aslinda aylarca ugramayacak olmaniza ragmen yine de yerleri silip birakmak, acilmis paketlerdeki yiyecekler icin yaratici cozumler bulmak uclusu ile kendini gosterir bu konsept. Bildiniz mi? 

Iste dostlar ben bugun bu iki konseptin ikisini de gerceklestirdim. Hem bulundugum ufak isvicre sehrinden tasiniyorum, hem de bir yanim bu eve o kadar ait olmus ki, sanki bir sonraki seneye hazirlar gibi tuzu biberi dolaba kaldiriyorum. Cok cok garip bir his dogrusu. 

Bu ev, evim oldu benim. Gercekten. Kapidan ilk girdigim an aldigim koku hafizamda artik, bu koku nerede olursa olsun beni mutlu edecek, evde hissettirecek. 

Mango poseti geri donusum olacak, kayisi evimin bahce mahsulu diye anilacak. Cocuklugumu gecirdigim yazliktaki o arka fon motor sesini saniyorum bu ev aldi, oyle bir yazlik ev telasi hep havada, arka fonda, kulagimda.

(Arkasi yarin. Gozlerimi acamiyorun uykudan)

An itibariyle havaalanında uçağa biniş kapısında bekliyorum. yaklaşık 90 kilo eşya ve 28 kilo kabin valizi ile üç kişi dönüyoruz. düşünmesi ne garip öyle değil mi? insanın bir yılı 3 valiz 3 el çantasına sığıyor. Ne garip, ne güzel ve evden çıkıp evine giderken bile ne hüzünlü.

özleyeceğim seni Fribourg.

29 Haziran 2014

[Benim Dünyam.]

Grand budapest hotel hakkinda yazdigim yazidan hemen sonra bu yaziya gecmek dogrusu bambaska bir his. Cunku biraz once hayalgucu sinirlarinin cok da otesinde olmayan bir filmi anlattim size. Ama simdi anlatacagim film hayalgucunun cok ama cok otesinde ama gercek ama hayal bir film. Evet, benim dunyam'dan bahsedecegim.

Filmin kadrosu ugur yucel, beren saat ve ayca bingol. Ayca bingol'e anne olmak ne kadar yakisiyor yareppim! Canim benim, cok seviyoruz seni cemile. Hep aglatiyorsun ama yine de cok seviyoruz! Ugur yucel ise inatci bir ogretmen rolunde. Harf harf kelime kelime konusmayi ogretiyor sagir ve dilsiz bir kiz cocuguna. Onun sesi isaret dili. Dev bir oyuncu, dev bir yetenek. Hayraniyim, baska soze gerek yok yeminle. Beren saat. Beren saat. Beren saat. Sana soyleyecek soz bulamiyorum beren saat. Inanilmazsin! Devsin dev! Takdir ve tebrikler! Sagir dilsiz bir kizi oynayan beren saat dokturmus! Ben bu kiz olsam bilimum yollardan yabanci dillerimi gelistirie dunyaya acilmaya calisirim. Aski memnu'da icimi baymis olabilir, fatmagulun sucu ne'de bu kadar haksizligi izlemeye yuregim yetmemis olabilir. Ama yigidi oldur hakkini yeme. Bu kiz gercekten yetenekli, gercekten cok basarili! Helal olsun! Bir de tabii cocuklugunu oynayan minnos kiza da sevgilerimi iletiyorum. O da gercekten cok iyiydi.

Konu bir mucize hikayesi. Iki mucize var, cok da anlatip filmin buyusunu kacirmayacagim. Her ne kadar ikincisine inanmasam da (mumkun degil diye dusunuyorum bildigim kadariyla), ilk mucize beni cok duygulandirdi.

Izleyin. Izlettirin dostlar.

[Grand Budapest Hotel.]

Dogrusu grand budapest hotel cok merakla bekledigim bir film degildi. Ama birkac yerde ismi karsima cikan bu filmi merak edip oyuncularina baktigimda kesinlikle izlemeye karar verdim. Neden mi? Ingiliz hasta ralph fiennes basrolde a dostlar!

Filmin konusu sempatik bir konu. Dogrusu ben ralph'i ask dolu rollerde gormeyi cok seviyorum. Ama bu adam oyle bir adam ki ne yapsa yakisiyor, her role gidiyor masallah! Kendisinin maceralarini izlerken maceralardan cok kendisini izledim diyebiliriz. Son izledigim filminden beri oyle ozlemisim ki...

Film hakkinda cok buyuk yorumlar yapmayacagim. Ama su kadarini soyleyebilirim. Filmin basinda bu maceralari oldugu gibi anlatiyorum diyen bir yazar cikiyor karsimiza. Hani mucizevi olaylara hazirlanin herseyi gercekci beklemeyin gibilerinden. Ben de kendimi tabii buna gore hazirlamistim. Ama dogrusu hic de oyle amantanrimyouuuv temali mucizeler gormedim. Sinema buyusuyle benimsenmesi basit olaylar vardi. Biraz hayalkirikligina ugradim desem yalan olmaz.

Onun disinda ilk kez bir wes anderson filmi izledim. Ilk algim bu yonetmenin cok asiriya kacmayan ve daha gercekci bir baz luhrman algisina sahip olmasi. Mekanlar arasi gecislerde, kameranin hizli yakin uzak cekimlerinde oyle bir hisse kapildim. Artik dogru bir tespit mi bilemiyorum ama galiba baz luhrman'in o asiriya kacan cilgin bakis acisina o kadar alismisim ki, bu minnosluk beni pek sarmadi. Guzel ama sarmadi iste.

Son olarak sembolizm konusu. Bu konuda cok cok cok sey yazabilir insan. Ama yazmayacagim. Cunku eminim insanlarin portrelerinden mesajlari almanin oldukca kolay oldugunu dusunuyor, trende olay yaratan gorev askiyla kor olmus zalim askerlerin ne askerini sembolize ettigini yazmaya gerek bile gormuyorum.

Hayalgucu sinirlari icinde, cok da asiriya kacmamis ama tatli bir hikaye grand budapest hotel. Secim sizin.

[Warm Bodies.]

hızımı alamadığım yerden yazmaya devam ediyorum an itibariyle. evet efendim üşenmeyeceğim, sıkılmayacağım ve warm bodies'den bahsedeceğim. bu film bir kıza aşık olan bir zombi oğlanı anlatıyor. kız ve arkadaşları malzeme almak için grubuyla insanların sığındığı şehirden çıkıp viran şehire ilerliyorlar. oğlan ve zombi grubu bu grubu paramparça ediyorlar. peki oğlan nasıl kızdan hoşlanıyor?

efenim oğlan kızın sevgilisinin beynini yerkene, kızın sevgilisinin anıları oğlana geçiyor. monolog o kadar tatlı ki, artık rüya göremeyen zombinin rüyaya en yakın deneyimi buymuş diye izliyoruz bu sahneyi. oğlan kızdan hoşlanıyor, onu koruyor ve kendi kaldığı uçağa götürüyor (evet oğlan havalimanında yaşıyor). kızdan vazgeçemiyor diye tehlike diye diye kızı birkaç gün orada oyalıyor. daha sonrasında tabii kız geri dönmek istiyor. neyse uzun lafın kısası zombi oğlan aşkın gücüyle geri dönüyor insan olmaya. sadece aşk diye sınırlamayalım ama işte sevgi, yeniden bu zombilerin kalplerinin atmasına yardımcı oluyor filan fıstık.

dört sezondur walking dead izleyen biri olarak tabii ki zombilerin insan olmaya geri dönüşüne popomla güldüm. keşke mümkün olaydı. belki de mümkündür, bilemeyeceğim. ama filmin en güzel yanı soundtrack'i. zombi oğlanın plak koleksiyonu var filan! dolayısıyla çok güzel şarkılar ile geçiyor film. bir de tabii filmin esas kötüsü artık iskelet haline gelmiş zombiler. bence bunları yaratma fikri de çok güzel. bir sürü filmde çürüyen parçalanan zombiler görüyoruz ama besin bulamadığı için çürümüş ve en sonunda kelimenin tam anlamıyla bir deri bir kemik kalmış zombi göremiyorduk. en sonunda biri kafa patlatmış ve bu karakterleri ekrana kazandırmış.

son olarak bir de insana dönüşüm anından bahsedeyim. oğlanın gözlerine yapılan yakın çekimde, gözler puslu bir renkten normal mavi rengine döndü. dönüşümü anlatmak için güzel bir yol olmuş, tebrik ediyorum. daha sonrasında kızın vuruldu, omzu kanıyor diye feryat figan atması ve herkesin oğlana ateş etmeyi bırakması çok güzeldi, accayip duygulandığımdır dostlar. bir de tabii zombilerin insanların yanında iskeletlere karşı savaşması ile epik bir hale gelen hisseden bizdendir temalı bir savaş sahnesi var ki, öyle bir gaza geldim ki, adeta bir sefiller'in son sahnesi oldum.

uzun lafın kısası, izleyin dostlar. izleyin ve gülümseyin. müzikleri için bile değer.

[Wuthering Heights 2009.]

Yillar once lisede wuthering heights -nami diger ugultulu tepeleri- okurken icime fenalik gelmisti. Neden diye sorarsaniz, okudugumuz kitabin puntolarinin 4 punto filan olmasi tek sebebidir! Ama kitabin konusuna hakim olup okudugunuzda kitap puntosu bile sizi yildiramaz, DEV bir ask hikayesine taniklik edersiniz. Iki catherine iki heathcliff iceren roman, neredeyse 3 nesil boyu devam eden bir hikayeyi anlatirken gotik ogelere yer verdigi gibi, ugultulu ruzgarlari anlatirken izledigi relaidt betimlemeler de okuru mutlu eder. Iste efendim bu harika kitabi okurken bir de uzerine filmini izledigimizi animsiyorum. Filmde juliet binoche ve ralph fiennes oynuyor. Evet dogru duydunuz, ingiliz hasta DEV asik heathcliff'i oynuyor filmde. Juliet'in de bakislari hem asik hem de hasta rolune oyle yakismis ki, film bittiginde heathcliff'in gozleri bir sure daha pesinizi birakmiyor. Iste efendim bu kitap ve filmi ne kadar sevdigimi bu noktaya kadar yeterince anlatabildiysem sayet, ingiliz yapimi yeni wuthering heights uyarlamasinin varligindan haberdar oldugumda ne kadar mutlu oldugumu tahmin edebilirsiniz. Catherine rolundeki kiz gayet basarili olmus. Linton rolunde dunyalar ezigi andrew lincoln aka walking dead'in rick grimes'i var. Dunyalar ezigi haliyle cok yakismis bu role. Heathcliff ise batman'in bane'i tom hardy tarafindan canlandirilmis. Yani demek istedigim oyuncular cok yerinde olmus. Mekanlar da zaten yeterli ugultulu havayi vermis. Ama filmin cok buyuk bir problemi var. Belki eski filmde gosterildigi icin belki de o kadar onemli olmadiklarini dusundukleri icin -ki iki ihtimal de birbirinden uzucu olur- en sevdigim iki sahneye yer vermemisler. Neyleyim ben boyle ugultulu tepeler filmini? O iki sahne hangi sahneler? Hemen anlatayim.

Catherine heathcliff'le evlenmekren bahsederken "it would degrade me to marry heathcliff" diyor. Adam bunu duyunca evi terk ediyor ve yillar sonrasinda zengin ve intikam almaya hazir bir adam olarak geliyor. Ama heathcliff sonrasindaki cumleleri duymuyor. Iste o kismi komple suraya yaziyorum ki dunya alem bilsin gorsun, o cumleler kayda gecsin. Bu kismi daha da iyi hissetmek icin bir baska kismi daha dahil ediyorum evet.

"It would degrade me to marry Heathcliff now; so he shall never know how I love him: and that, not because he's handsome, Nelly, but because he's more myself than I am. Whatever our souls are made of, his and mine are the same; and Linton's is as different as a moonbeam from lightning, or frost from fire."

"My love for Linton is like the foliage in the woods: time will change it, I'm well aware, as winter changes the trees. My love for Heathcliff resembles the eternal rocks beneath: a source of little visible delight, but necessary. Nelly, I am Heathcliff! He's always, always in my mind: not as a pleasure, any more than I am always a pleasure to myself, but as my own being. So don't talk of our separation again: it is impracticable; and—"

Kitabin en sevdigim ikinci sahnesi ise catherine'in olum dosegindeki diyalogdur. Heathcliff kendisinin kalbini kirip onu oldurdugunu soyledigi catherine'e kendi katilini affedebilecegini, ancak catherine'in kendisine zarar veren catherine'i affedemeyecegini soyler. Yani ben seni affediyorum ama seni affedemem ki. Bundan daha guzel bir sahne olabilir mi acaba filmde? Ama maalesef bu sahne de filme girmemis. Huzunlu bir durum. O sozleri soylerken catherine kizimiz ve tom hardy'i gormek isterdim dogrusu. Bu arada bu sahnenin diyaloglarini asagiya yaziyorum ki bu muhtesem guzellik kayitlara gecsin:

Because misery and degradation, and death, and nothing that God or Satan could inflict would have parted us, you, of your own will, did it. I have not broken your heart—youhave broken it; and in breaking it, you have broken mine. So much the worse for me that I am strong. Do I want to live? What kind of living will it be when you—oh, God! would you like to live with your soul in the grave?'

'Let me alone. Let me alone,' sobbed Catherine. 'If I’ve done wrong, I'm dying for it. It is enough! You left me too: but I won't upbraid you! I forgive you. Forgive me!'

'It is hard to forgive, and to look at those eyes, and feel those wasted hands,' he answered. 'Kiss me again; and don’t let me see your eyes! I forgive what you have done to me. I love my murderer—butyours! How can I?'

Filmin en buyuk sikintisi ise bu sahnelerin otesinde bir durumdan olusuyor. Filmin sonunda heathcliff intihar ediyor! HOW ABOUT NO! Boyle birsey kitapta olmadigi gibi, catherine'in hayaletine bakip beni sakin bu dunyada yalniz birakma diyen adamin, bosluga bakip sonsuzluga giden gozlerine yakismaz bu olun. Cok kinadim sizi ingilizler! Bu film gercekten orijinal sonunu hak ediyordu.

Iyisi mi dostlar siz ralph fiennes ve juliet binoche'lu versiyondan sasmayin en once onu izleyin. Sonrasinda o muthis diyaloglar ile 2009 versiyonunu hayal edersiniz. Ama herseyden once kitabi okuyun. Inanin pisman olmayacaksiniz.

[Walk the Line.]

Yangin var yangin var ben bayiyorum! Walk the line'i 6 kelimede ozetledim. Film ile ilgili genis yorumlarima -film gibi saatlerce gereksiz- uzatmadan baslayayim en iyisi.

Dogrusu bu filmi izlememin tek sebebi reese witherspoon. Kendisinin hayrani degilim ama oscarlarda en iyi kadin oscarini heyecanla bekleyen ve meryl streep fiyaskosu haric tutturan bir insan olarak, bu filmi izlememis olmam icimi kemiriyordu. Gercekten de oscar odulunu hak etmis bir reese buldum karsimda. O minnos aksani ve sarkilari da kendisinin seslendirmis olmasi gercegi beni fethetti kendisi. Ustelik johnny'i surekli reddederken yuzundeki o kararli ifade miymisik konularda kararsizliklar yasayan mal insanlara ornek olacak nitelikte bir ifade. Bravo bravo bravo. Ustelik ayni muthis ifadeleri sahne uzerinde de sergilemis, markette kendisine laf cakan kadinin karsisinda da hepimizi huzunlendirmis kendisi. Bravo de la bravo. Tabii bu noktada june carter'a da bravo demek lazim. Ne esasli bir kadinmis, ne kararli ne prensipliymis bravo!

Simdi gelelim johnny cash'e. Joaquin phoenix son derece basarili bu filmde. Dogrusu bir bakip tekrar bu yaziyi guncelleyecegim kim kazandi o yil oscar'i diye. Kendisini oscarlik basariya sahip olarak gormedim ama yine de eger zayif bir aday aldiysa shame on academy. Neden oscarlik gormedim peki? E cunku bembeyaz pudralar, terli bir yuz, ofkeli bir ifade beni cok cezbetmiyor. Pek isinamadim kendisine. Ama bence bu konunun gladyator'de dunyanin en cirkef adami olarak oynadigi rolle kendisini tanimis olmamin bir ilgisi olabilir.

Simdi gelelim johnny cash yorumlarima. ICIME FENALIK GETIRDIN BE ADAM! Zaten country muzik sevmem. Bu adam zaten 1757744 sarkisi ile bir noktadan sonra beni baydi. Ikincisi sorumsuzluk kismi. Belki de sorumsuzluk demek dogru degil ama yine de bu bagimlilik mevzusu o kadar baydi ki, ol de kurtulalim dedim yahu. Herkese cektirdin, ustelik bi bokun da yok yani. Of neyse bu konu biraz derin bir konu. Ustelik bir o kadar da ciddi bir konu. O yuzden anlayissiz ve toleranssiz yorumlar yapmak istemiyorum ama su kadarini soyleyebilirim. 40 dakka las vegas bayilmasi, 15 dakka dag evi rehabilitasyonu, 5 kere filan da torbaci adam telefonlasmasi geyigi ile fazla uzatmislar konuyu. Zannimca gerek yoktu. Onun disinda hapishane ve jackson sarkilari guzeldi, ayakkabi boyayan cocuklu sarki da keyifli ama yani, country benim tarzim degil, yapacak bisiy yok.

Velhasilikelam, county seviyorsaniz mutlaka gorun. Bu muzigi sevmiyorsaniz ama yine de meshur bir muzik adaminin hayatini ogrenmek istiyorsaniz, kacirmayin. Ama sadece oscar muhabbetine izleyecekseniz izlemeyin, degmez cocuklar.

[Diana.]

Ne kadar gercegi yansitiyor bilemiyorum. Ama diana filminde diana'nin yasamindan kesitlere sahit okup daraldim da daraldim. Yahu bu kadin rahat rahat asik olamayacak mi? Bu kadin cocuklarini goremeyecek mi? Ya bu kadin yemege cikamayacak mi?

Iste boyle diye diye delirdim delirdim delirdim! Tamam bir eli bir balda bir hayat surmus, var yok yetmez gibi telaseli endiseleri olmamis ama onun endiseleri inanin daha buyuk kalmis. Cok uzuldum cok. Tellerin uzerinden atlayan bir prenses. Eski sevgilisini kiskandirmaya calisan bir kadin. Dunyaya faydali olmaya calisan bir -eski de olsa- kraliyet mensubu. Takdire sayan bir insan.

Yazik cok yazik... Biliyorum, bircok programda bircok insan konustu, arkasindan yazildi cizildi. Tek dilegim onun kisacik omrunde mutlulugu tatmaya firsat bulmus olmasi. Yoksa ardindan soylenen meshur hikayeler umrumda degil acikcasi. Kraliyet veya degil, insanlar mutlu olsun diye aklimdan gecirip duruyorum. Bir de tabii kocaman adam olup da cocuk gibi davrananlardan korkuyorum yeminle. Diana'yi dahi bulduktan sonra, bizim basimiza neler gelme degil mi ama?

Izleyin izlemeyin diye yorum yapmayacagim. Ama izlemek, piriltili bir hayatin arkasindaki karanliga kisacik bir bakis atmak acisindan cok faydali olur.

Yazinin sonuna geliyordum ama naomi watts'a bir yorum yapayim istedim. Sevgili naomi, insallah senin de bir gun oscar aldigini gorurum. Surekli dev ve kazanacagi daha adaylarin aciklandigi anda belirli olan insanlarla ayni yil aday oluyorsun, huzunleniyorum. Tamam diana'yi tanimiyorum ama sanki izlerken onu izliyor gibi izledim, bayildim bayildim. Prenses de olsak, dort telefonumuz da olsa, kalbimiz kirildigina dostlarimizi arayip onlarin omzunda agliyoruz ve sen bunu en icten sekilde gostermissin. Emegine saglik. Oscarlik bir performans yoktu bu filmde yalan olmasin. Ama bu icten hallerinin karsiliginda dilerim yakin zaman oscarlarinda bir de senin icin gozyasi dokerim.

[Frozen.]

Ve o gun geldi catti dostlar. RDIM en sonunda frozen'i izledi. Ama izledin de ne oldu diye sorarsaniz, hayatima hic bir aydinlanma gelmedi. Acikcasi bu kadar cok bahsedilen bu kadar cok konusulan bir filmin gereksiz yere abartildigini gorup yikildigimdir. Guya bu filmi cok sevip once upon a time'a gelisini desteklemeyi umit ediyordum. Gordugum kadariyla bu beklentini. Yakinina bile yaklasamadi. Sad.

Efenim filmin konusu kar buz yaratma yetenegi olan elsa kizimizdan olusuyor. Yani en azindan ben filmi izlemeden once gordugum tum basin ogelerinden boyle bir mesaj aldiydim. Ama hiiic alakasi yok dostlar. Elsa aman ben kardesime zarar vermiyim filan fistik derken ortamlari terk edip yalniz ama yetenegini sonuna kadar kullanip saklanmak zorunda olmadigi (velkam tu xmen tabiikisi) bir hayata basliyor. Esas film elsa'nin kardesi anna'nin etrafinda donuyor. Yazik anna yoklara dusup elsa'ya eve don demeye gidiyor. Yolda tanistigi oglan ve elsa'nin sihirli bi sekilde yarattigi kardan adam olaf da ona eslik ediyor. Filmin bu kismi hic heyecan dalgasi yaratmadi acikcasi bende. Ama simdi boyle anlattigima bakmayin, filmin guzel kisimlari da var elbet.

Tabiiki bir disney filmi olarak gorseller cok guzel. Kar konsepti zaten basli basina buyuleyici oldugu icin gorsel solen baglaminda mihrap yerinde. Filmin diger guzel yanlari ise konusu ile ilgili. Disney'in klasik prenses ve beyaz atli prens dongusunden bambaska bir yere saptigini goruyoruz. Simdi yazip dev dev spoiler vermek istemiyorum. Ama su kadarini soyleyebilirim ki anna masallari okurken degil de buyuyunce sordugumuz sorulara iliskin olarak cok guzel bir ders aldi bence. Bravo disney. Ikinci guzel yan ise spoiler vermek istemedigim konu ile ilgili olarak elsa'nin tutumu. Gercekci bakis acisina hayran oldum elsa. Aferin. Bir baska sevdigim ozellige gelirsek bu bir karakter. Tabiikisi olaf! Olaf cok tatli bir kardan adam. Atesle eriyecegini bilmiyor, yaz mevsimi hasreti cekiyor. Daha siirsel birsey olamaz. Tipki insanin aska susamasi gibi. Keyifle, hatta huzunle izledim dostlar. Hele de vucudunun parcalara ayrilip birlesmesi (boyle deyince cok vahsi oldu ama aslinda oyle degil yahu, kor topcuklarindan bahsediyoruz merak etmeyin) sahneleri cok akici. Yeniden bravo disney.

Son yorum paragrafina gelirsek bilin bakalim neden bahsedecegim? Evet. Mesele-i let it go. Aman bu sarki ne abartildi ne allandi pullandi ne meshur oldu ne meshur. Sarkinin caldigi sahne geldiginde bu sarkinin the sarki olduguna inanamadim. Cunku sarkinin elsa'nin ozgur kalmasi ile ilgili oldugunu dusunursek, anna onu yeniden mutsuzluga davet ediyor gibi oluyor. Yalniz kalip sindirmesini anlatiyor desek, hic mutsuz anini gormuyoruz ki elsa'nin onun mutsuzluga alismaya calistigini dusunelim de huzunlenelim. Basip giden ve mutlu mesut kar kis sogukta yasayan basina buyruk bir kiz var karsimizda. Bi boktan da feragat ettigi yok demiyeyim ama gorunurde aci dram gozyasi da yok. Hayret yani. Neden herkes bu sarkiya boylesine merak sarmis diye sorarsaniz bence sebep yillardir guzel bir disney sarkisinin piyasaya gelmemesi. Iste cat pat bir sarki buldu millet, dort elle sariliyor galiba.

Simdi verdict nedir diye sorarsaniz, ben filmi izleyin ama benim gibi dunyalari bekleme yanilgisina dusmeyin derim. Gorseller guzel, konu fena degil ama anna kizimiz cok tipitos. Tabii diger oglan, geyigi ve olaf da harika! Ama asil yorumum frozen'i filan bosverin, once upon a time'i takip edin. Cunku oteki sezon frozen'daki elsa diziye oyuncu olarak gelecek. Cunku ouat disney'in kanali abc'de oynuyor ve boyle bir ortakliga karar vermisler. Diliyorum ki diziye yeni bir soluk getirir de trip atan bir teenage modeli olmaz. Sevgiler. Saygilar.

[Game of Thrones Season 4 Finale.]

Eveeeeeeeet, o huzunlu an geldi de catti dostlar. Game of thrones sezon finalini yapti, artik pazartesi gunleri hic bir dizimiz yok, merak duygumuz korelmis vaziyette. Haydi geri donup bakalim neler oldu son bolumde diye.

En son biraktigimiz yerde sevdigimiz iki karakter olmus, black castle'da savas kiyamet kopmus, targaryen en guvendigi adami kaybetmisti. Tabii butun bu olaylar uzerine son derece toparlayici bir sezon finali bekliyordum. Aynen oyle de oldu gercekten.

Black castle'da ortalik karismis ama bir gece icin huzur cokmustu derken john snow kendini ortalara atip dur ben bu isi kokunden cozeyim diye dusman safina dogru yola koyulduydu. Gercekten de hukumet gibi bir adamla pazarlik yaparken (bu tanim icin pardon ama gercekten adam gibi bir adam demek yeterli kalmayacagdi) birden bir ordu gelmesin mi? Anam kirk yili basinda baratheon fareyi tutmus da haberimiz yok! Tabii iron bank'ten paralari aldiktan sonra yuru ya kulum. Kuzey cephesinde anlasmalara varma kafasi yasanirken ortami terk ettik dostlar.

Meanwhile king's landing'de lannister'larda bir aile fecaati yasandi. Uzulduk mu? Hayir asla. O cirkef paragoz baba bunu hak ettiydi coktan beridir iyi oldu. Ve hele sukur gudbay sibel kekilli. Tyrion ve hadim bey amca yeni sulara yelken acti. Haydi hayirlisi. Bu arada cirkef lannister'in olecegini kitabi okuyanlardan ogrendiydim ama bu noktadan sonra bilmiyorum ne olacak. Dedim ya, haydi hayirlisi. Btw lannister kardesler de bir araya geldilerdi zatne korkusuzcana, artik resmen at kostururlar. Bakalim bizi ne bok hikayeler bekliyor. Dogrusu bu ezikler bana borgias dizimi hatirlatiyor, iptal edildigini yeniden animsayip huzunleniyorum.

Ay bence bolumun en entrikali anlarindan biri de bran cephesinde yasandi. Dogrusu en sonunda zombilerin uyandigini gordugumuz icin cok mesudum! Daha cok zombi daha cok dehset vahset istiyoruz reyizler! O magaraya giremeyen zombinin un ufak olmasi cok huzel bir gorsel sahneydi. Tebrikler cgi ekibi. Bakalim bu psychic hikayese daha neler goruciiz. Ama herseyden once RIP love actually'de cocukken oynayip hepimizi fetheden bran'in rehberi cocuk. Seni cok sevdiydik, onun acik olsun.

Simdi hazir huzunlu bir olumden bahsetmisken, bambaska huzunlu bir olume gecelim. Alternatif bir evrende cok harika bir cift olmasi muhtemel olan brienne of tarth ve hound'un dev kapismasindan bahsediyorum. Seni seviyordum ben hound ya, olecegine hc inanmadiydim, cok yazik oldu. Btw soylemeden edemeyecegim, arya'nin her bolum daha da tough olmasina taniklik etmek cok guzel. Onun acik olur insallah canim. VALAR MORGHULIS diyerekten insallah actin sen o yolu.

Targaryen senin yuzun gulmeyecek mi? Issiz acun kaldi mi? Valla dayanamiyciim. Kiz aglaya aglaya ejderhalarini esaret altina aldi. Reva mi bu? Sen git tum herkesi azad et, kendi cocuklarini baglamak zorunda kal. Valla cok uzuluyorum ya, ozellikle de dogru olan bu oldugu icin. O adam kucaginda komurlesmis cocuguyka gelince benim icim parcalandi. Ama daenerys bitti yani. Kiz zaten cocuklara zayif malum sebeplerden oturu, o anki yuz ifadesi o kadar aciydi ki. Ah canim benim gun yuzu goresin insallah!

Efenim gordugunuz uzere herkesten bir kuple bahsedilip toparlanan bir sezon finali yasadik. Gonul isterdi ki bir kritik olay olsun boooyle soklar icinde kalalim sezon finalinde ama zaten dizi her bolum sevilen bir karakteri oldurdugu icin, bu durum sezon finaline ozgu bir durum olmaktan iyice cikti. Dilerim oteki sezonda targaryen'cigimi tahtta goruruz. Arya icin de mutluluk ve huzur diliyorum. Zor ama belkim listesini tamamlayinca bulur bu hisleri.

Bu arada sansa ve little finger'san bahsetmeyi unutmusum. Bu ikili arasinda hic birsey olmadi. Ama sansa bu noktadan sonra cok da salladigimiz biri degil. Merak konusu little finger'in daha hangi entrikalari cevirecegi, Tyrell'lerin cifte dugun ile ilgili nasil kumpaslarla kapisacagi filan.

Oteki sezonda yeniden hizimizi almak dilegiyle!

24 Haziran 2014

[Game of Thrones S4E8-9.]

Efendim biraz da dizilerden bahsedelim. maalesef game of thrones'ta yazacaklarımı tamamlamadım. ilk kuple buradan gelecek. sonrasında inşallah sezon finalin hakkında da birşeyler yazıciim.

Yeter anam yeteeer! Bu kadar olum bir diziye yeter! Patir patir oluyor lan tum oyuncular. Evet a dostlar bu prince oberyn icin bir guzelleme olacak. Hem esasli, hem seksi, hem akilli, hem de ailesine onem veriyordu bu adam. Ulan onu da oldurdunuz be pes! Acikcasi artik bu olumlere sasirmiyorum, hele de the red wedding'den sonra. Ama bari vahset olmasin ya bu nedir? 4 sezondur walking dead izliyorum, o kadar sayko polisiye takip ediyorum boyle vahsisini gormedim a dostlar! Aaah ah oberyn, sen gozlerin oyulup kafasi patlatilacak adam miydin? Yeminle ned stark senden daha sansliymis aah ah. Cok uzuldum sana yahu. Oyle dehsetli bir huzun yasadim ki, sevgilinin ciglik cigliga bagirdigini fark etmedim bile. Saniyorum benim icimde de o ciglik yukselmis olmali. Ah hava atacagina, kask giymem diyecegine su kazulet adami oldurdugunden emin olaydin be dostum. Yazik oldu prince oberyn'e a dostlar. Cok yazik oldu.

Bu noktaya kadar oberyn'den bahsettim ama bolumun huzunlu anlari bununla bitmedi. Yahu madem son dakikada sevdigimiz bu karakter elimizden alacaksiniz, bari geri kalani mutlu gecsin. Ama yoook, illa kahir olsun bize oyle degil mi? Evet efenim, daenerys'ten bahsediyorum. Yahu bu kiz daha en basindan beri bir adama guvendi, khal drogo'cugum oldugunde bu adam arkasinda durdu, bu adamin verdigi akli takip etti. Ama siz masallah 2 dakkada icine sictiniz o iliskinin. Acikcasi kendisinin ajan olacagi aklima gelmemisti ama olmayacak is degildi. Bu dev bilgi degil de dany'nin huznu beni cok uzdu yahu. Yine yapayalniz kaldi. Hele de bebegimi sen mi haber verdin dedigi an valla bittim. Canim ya! Ulan bir de asigim sana diyordun, yaziklar olsun, onceden soyleyecegdin dostum soyleyecegdin aah ah!

Evet su noktada bir de dokuzunca bolumun olaylarina ziplayacagim. Bu bolumde ne king's landing ne targaryen ne bisiy, bu bolumde komple black castle gorduk. Dev bir savas olmadi ama cok cekismeliydi orasi kesin. Acikcasi ben bu ezikler o kaleyi tutamaz diyordum ama hayretler hayreti ile gordum ki john snow kedi olali bir fare tuttu. Aferim john snow. Ama tabii nooldu, kizimiz oldu yahu! Ag kiyamam ya! Tabi kendisinin adini hatirlayabileydim iyi olacagdi ama john snow'un askitosu ezikella kapici bir oglanin okuyla sizlere omur oldu dostlar. Ama acikcasi bu john snow hikayesi degil de beni diger sisman oglan fethetti. Ustelik onun da adini hatirlamayi basardim: samwell! Yey! Kendisi hem cesurca savasti hem de bir kizla opustu, cheers to sam a dostlar!

Simdi bu noktada malesef su huzunlu ana geldik. Bir bolum sonra, yani haftaya game of thrones bitiyor. Daha baska birsey soylememe luzum var mi tanrim? Yine targaryen kizimiz fetihlere gelemedi, zaten biraz daha beklerse daha fazla fethedecek biraey kalmayacak, kendi mekanlarinda ejderhalariyla takilmak zorunda kalacak. Gerci bu durum beni uzmuyor. Seven kingdom'un bokuyla ugrasmasin kendisi, valla degmez. Zaten duzgun bi aile kalmadi hemen hemen.

Gerci herkesin merak ettigi konu sansa ve anasina asik olup kendisini kurtarmaya karar veren genel ev mamasi amcanin seks hayati. Merakla beklenen bu gercegi haftayanin tum olaylari arasinda heralde bi noktada gosterecekler. Dahasi kitabi okuyan arkadaslarimdan aldigin daha fazla buyuk olumler bizi bekliyor, onlari oteki sezon mu gorecegiz yareppim? Merak icindeyim dogrusu. Dilerim iki saatlik bir final yaparsiniz da hizimizi aliriz.

[Maleficent.]

en sonunda bir masalı da başka bir karakterin gözünden dinledik ya, valla artık huzura erdim desem yeridir!

evet dostlar maleficent'tan bahsediyorum. once upon a time'ın bu iş üzerinde bir etkisi var mı bilemeyeceğim ama kim bu filmi düşündüyse allah razı olsun. hep iyi karakter gözünden yazılan kazananlar tarihinden içimize fenalık gelmişti yetişkinler olarak.

efendim film uyuyan güzeldeki kötü cadı maleficent'ın (bundan sonra m diye bahsedeceğim yazmak çok uzun) nasıl m olduğunu anlatıyor. görünüşe bakılırsa onun kanatlarını kesip alan çocukken aşık olduğu çocuk, bütün bunları kral olmak için yapmış. tabii ki m bu durumu öğreniyor ve yaşadığı harika ülkeyi (krallığı) korumak adına heryeri dikneli tellerle çeviriyor. gudubet kral geçmeye çalışsa da tabii ki m'in sihrinden güçlü olamıyor. yıllar geçiyor ve kralın bir kızı oluyor. aurora the uyuyan güzel. m bu kıza bir lanette bulunup uyuyacaksın filan filan diyor. bu kısmı biliyorsunuz. bilmediğimiz kısım, m yıllarca aurora büyürken onu izlemesi, gözetmesi. dolayısıyla bir noktada pişman olup laneti çevirmeye çalışsa da başaramıyor. velhasıl, aurora'yı uykularından uyandırmak için kendi hayatını tehlikelere atıp şatoya giriyor. anam bir kavga dövüş derken kapana kısılıyor. bu noktada filmin başından beri beklediğimiz an geliyor ve m kanatlarıyla kavuşuyor.

burada ayrı bir paragraf açmak lazım. kral oğlanı m'in kanatlarını kestiğinde duyduğumuz çığlık beni derinden etkiledi. sadece m kanatlarını kaybettiği için değil elbet. o çığlığı ben mighty heart'ta da duymuştum. ürperdim. dondum kaldım. çok üzüldüm çok. angelina jolie'nin oyunculuğu daha çok bilinsin isteyenler derneği başkanı olabilirim. bir insan gerçekten kötü cadı olmak için yaratılmış olabilir mi? bu arada angelina jolie bu kadar zayıf mı gerçekten? dilerim böylesine zayıf değildir ve bir makyaj hilesi ile başbaşayızdır. kadın adeta kanatlarıyla bir olmuş bir fairy. inanılır gibi değil. kötü kadın gülüşü attığı anlardan aurora'yı şevkatle izlediği dakikalara kadar keyifle izledim filmi.

şimdi burada ayrı bir parantez açıyorum. efenim filmde aurora'nın (a diyeyim bundan sonra bunu yazmak da çok uzun) hayatını uzaktan izliyor m. tabii bu ne demek? bir de bebeklik evresi gerekiyor. şöyle birşey öğrenip adeta bir sevgi pıtırcığı oldum. meğersem sete bir sürü bebek gelmiş gerekli sahneleri çekmek için. ama angelina jolie tam kostüm ve makyajla tabii. boynuzlar siyah gözler filan fıstık. tüm bebekler korkuyor ve ağlıyormuş. tek ağlamayan bebek kendi kızı olduğu için filmde onu oynatmışlar. ay ben bunu duyunca pür dikkat kesildim bakalım çocuğuna bakan anneyi görebilecek miyiz m'in bakışlarında diye. bebeği kucağına alırken o anne tutuşu resssmen gözlerimi yaşarttı. natalie portman'ın oscar konuşmasında söylediği gibi, galiba bir kadının en büyük rolü annelik oluyor. canım benim. pek sevindiğimdir.

peki verdict nedir, izleyelim mi RDIM derseniz, derim ki durmayın izleyin! biraz da kötülere hak verelim, biraz da insanoğlunun prenslerinin ne kadar açgözlü olduğuna ilişkin bir masal görelim. belki de gerçekçi olan ve çocuklarımıza anlatmamız gereken bu versiyondur. siz ne dersiniz?

[The Normal Heart.]

yangın var diye bağırmama çok az kaldı! allahım birkaç seferdir izlediğim her mevzunun içinde aids var içime bunaltılar geldi ya!

evet efendim geçen entry'lerden birinde bahsettiğim dallas buyers club üzerine bir de normal heart izledim geçenlerde. aslında çok da üstüste olmadı ama konu o kadar sıkıntılı ve aslında zıt kişilerin perspektifinden ki, beynim başım patladı desem yeridir.

resssmen ülke içinde binlerce insanı öldüren bir hastalık var, kimse bu konuda bir bok yapmıyor. araştırma fonu bile ayrılmıyor. araştırma diye insanlara ilaç veriyorsunuz, insanlar patır patır ölüyor. o kadar içim sıkıldı ki size anlatamam.

efendim normal heart'ta gay community arasında yayılan aids anlatılıyor. başrolümüz aman gençler dikkat edin, bu mevzu cinsellik ile yayılıyor galiba derken, diğer oyuncular biz cinselliğimizi yaşamak için yıllarca mücadele ettik, şimdi yeniden tabulaştırmayacağız bu durumu diyor. indeed iki tarafı da haklı bir tartışma. ama meanwhile, insanlar ölüyor.

oyuncular arasında jim parsons var ve kendisi sadece telefon rehberindeki kartları alıp çekmecesine atarken bile yüzündeki hüzünle kalbimi yeniden fethetti. mark ruffalo kızgın olmakta haklı ve insanları fişeklemeye çalışan gay yazar rolünde, para pul derdi yok. ama tabii işi filan devlete bağlı olan insanlar endişeli yaklaşıyor bu tutuma. bir yandan da mark ruffalo'nun sevgilisi cağnım süpermen var, matt bomer. bu çocuk da aids olduğunu öğreniyor ve tüm süreç boyunca mark kendisine hep destek veriyor. bence filmle ilgili en etkileyici şey, devletin umursamaz tutumu. bunun ötesinde etkileyicilik hastalığın korkunç evrelerinde verilen destek. oyunculuk bağlamında ise kimse kusura bakmasın ama insanın dikkatini çeken tek bir isim var, o da matt bomer. dağ gibi süpermen eridi bitti film boyunca valla içim parçalandı. bir de tabii ki julia roberts bu hastaları tedavi etmeye çalışan tekerlekli sandalyeye çocuk felcinden dolayı mahkum kalmış doktor rolünde. çok büyük bir oyunculuğu yok açıkçası. ama kendisine fon sağlamayan yetkililere öyle bir feryat figan tepki koydu ki, durdurup alkışladım ekrana filan sarıldım.

overall, film oldukça bunalımlı sonlarına doğru. üstelik pek de bir değişiklik olduğuna nail olamıyorsunuz. verilen sayılar sadece durumun vehametini göz önüne seriyor. o yüzden bu sıkıntıya hazırlıklı değilseniz izlemeyin derim. ama yakın tarihteki devletin büyük epic fail'ine tanıklık etmek açısından son derece önemli bir film. izleyen izlesin, merak edenlere bilmeyenlere anlatsın.

[Malena.]

tanrım, izlediğim filmlerin listesini karşıma aldım, hangisinden bahsetsem diye düşünürken bile hala tüylerim diken dilen oluyor! tabii ki malena'dan bahsetmeden olmaz'

filmin baş rolünde monica belucci var a dostlar. film tam bir fahriye abla filmi if you know what i mean. altın bilezikler takmak yerine çok güzel kesim döpiyesler giyiyor kendisi. film bir grup oğlanın malena'yı yürürken filan takip etmesiyle başlıyor. hepsi malena'ya ölüp bitiyor tahmin edersiniz ki. malena'nın bir kocası var ama o dönemde savaş çıktığında kocası savaşa gidiyor ve öldü haberi geliyor. işte film bu noktadan sonra malena'nın başına gelen olaylar silsilesini bir oğlanın gözünden anlatıyor. başrol oğlanımız ergenliğin doruğunda, malena'ya aşık. oğlanın bize yaşattığı komik sahnelerin dışında bir yandan da malena'nın sıkıntılarına tanık olurken, an be an soluğum kesildi ruhum daraldı.

gerçekten de güzellik başa bela temalı bir film bu. ulaşamadığımız şeyleri karalamamızın ruhun derinliklerinden, içimizdeki hasetten geldiğini gösteriyor. bir yandan filme atlayıp hayvan herifler, utanmaz kadınlar diye çığlık çığlığa ağzınızdan köpükler saçarak bağırmak istiyor, bu zavallı kadını bu toplum lincinden almak istiyorsunuz, bir yandan da öyle içinize işliyor ki bu linç psikolojisi, kapınızı kilitleyip evde kalmak ve toplum içine çıkmaktan tamamen vazgeçmek istiyorsun korku ile. film çok ama çok güzel.

bir topluma ait olmak. bir topluma ait olmamak. bizi bir topluma ait yapan şeyler/kişiler nedir? insanoğlunun çirkefliğinin bir dip sınırı var mı acaba? ya da sizin sınırınız nedir bu rezalet karşısında? insan sorguluyor, düşünüyor ve içindeki öfkeli kadının gözünün ne zaman döneceğini hesap etmeye çalışıyor. herkese karşı iyi olmak kuşkusuz ki malena'yı gördüğü muameleden kurtaramadı. then again, gördüğünüz muamelenin bir başkasına bağımlı olması gerçeği, meydan dayağı yemekten de acı bir durum.

izleyin. izlettirin.

[Labor Day.]

öncelikle bir kate winslet filmi ile anlatmaya başlayayım dostlar. kendisini ne kadar çok sevdiğimi daha önce her fırsatta belirttiğimden o chapter'ı yeniden açmıyorum. izlediğim bu kate winslet filminin adı labor day. aman olmaz olsun böyle film diyorum! şimdi açıklamalara geçeyim.

hani öyle krkunç ve çekilmez bir film olduğundan değil ama, yönetmenin elinde kate winslet gibi bir cevher varken nasıl ondan faydalanmadan bu koca iki saatin geçmesine izin vermişler aklım almıyor. ben tabii ki kate filmi olduğu için izledim ama yazık yani. daha çok gözyaşı, daha çok aşk, daha çok mutluluk ve daha çok hüzün görebilirdik, kısmet olmadı.

üstelik izlerken sanki bir nevi little children gibi ağır ama anlamlı bir hava büründürmek istemişler kate ve josh'ın sahnelerine. olmamış olamamış. hocalarımız hemingway okurken anlatırdı. buzdağı tekniği diye bir teknikle yazarmış hemingway. bu tekniğe göre karakterlerinin herşeyini tasarlayıp yazar, ama sadece ucundan bilgi verirmiş. böylece gereken derinliği aklındaki plan çerçevesinde okuyuculara bırakırmış. tabii ki bu teknik çok fazla kullanılan bir teknik olmuş. ama hocalarımızın bize anlattığı en önemli şey bu tekniğin kendi içindeki cazibesi. eğer biliyor gibi yapıp bilmediğiniz, düşünmediğiniz ve aklınıza gelmeyen ana hatları okuyucuya bırakırsanız tüm hikaye gittikçe çorba olur, hiçbirşeye benzemezmiş. yani en nihayetinde, bilerek bilmemeyi yazmalısınız. bilmeden bilmemeyi yazmak saçma. işte bu film o cazibeye kapılmış. sad.

neyse ki kate'ciğimin o mutsuz, hayatına sıkışığ kalmış hallerini biraz olsun gördük, onu bunalımlarda gördük ve en sonunda josh'un çıkıp gelmesiyle mutlu mesut kadını adamcağızla elele bıraktık ya, pek mesudum. konu sempatik ve hatta enteresan. ama dev bir film olamamış maalesef. izlemek yerine başka bir kate winslet filmine geçin dostlar.

[Aranağme 11.]

uzun süredir devam eden ve aslında bir anlamı olmayan, sadece yoğunluktan yazmaya fırsat bulamadığım sessizliğimi bozmanın vakti geldi de geçiyor dostlar. üstelik bu sessizliği bozmak için bir çok yazacak şey biriktirdim. sezon finalleri ve yeni filmler, tekrar tekrar dinlediğim ve içimde yer edinen şarkılarım var dilimin ucunda. hadi başlayalım yazmaya.