28 Kasım 2011

[o...çocukları'nın son sahnesi üzerine.]

özgü ile sarp konuşurken müzik değiştiğinde anladım. içimden bir ses iki saniye içerisinde tüm bunları söyleme gücü buldu:
"dicle bu kızın gönderilmesine engel olacak. kendi kızını gönderip kurtaracak. sonra oğlunun karşısına çıkıp ona sarılacak. herşeyi itiraf edecek. çocuk da onu öldürecek."

sonra da yok artık dedim kendi kendime. bunu yaparlarsa izleyen herkes ölür.
yaptı.
öldük.

["Peki."]

boş bir ekrana bakmak bir yazara ne kadar acı verir...iki kelime yazıp onları sildiğinde tekrar boş kağıtla karşılaşmak daha da acı. yazmak istediğin şeyi bildiğini düşünerek oturursun bilgisayar başına, ama bir türlü dökülmez o kelimlere parmaklarının ucundan. hatta söylemek istediklerin değil dilinin ucuna, aklının köşesine bile varamadığı için böyle bakınır durursun. işte öyle anlarda, acı bir şarkı açıp gözlerini kapatmak lazım. şarkı seni nereye götürüyorsa oraları anlatmak boş sayfana iyi gelecektir, biliyorum. tıpkı şimdiki gibi. kulağımda o notalar, ne gözlerimin önünde ölen karakterleri silebiliyorum aklımdan, ne arkalarından ağlayanları, ne pişmanlıkla izleyenleri, ne de lanet okuyanları. şimdi bu sahnenin adını versem, herkesin bileceğini de biliyorum ama o zaman yazmanın büyüsü kalmaz öyle değil mi?

önceleri bir çekimle başlayan bakışmalar, yerini parmak ucuyla hafif dokunuşlara bıraktığında artık vicdan onları boğmaya başlamıştır bile. o hafif dokunuşların birgün kucaklaşmaya dönüşeceğini iki taraf da bilir ya, itiraf edemezler. işte bu iki cümle arası, haftalar süren entrika ile geçtiğinde ise artık kadın emindir, bu yoldan geri dönüş yoktur. bir erkeğe aşıkken diğerine dokunmak mümkün değildir. ya da mümkündür, ama her dokunduğunda artık kendisinden bir parça yitirmeye başlamıştır. kaçıp gitmek ister, herşeyi ayarlar. ama olmaz. uğruna herşeyi bırakmayı göze aldığı kişi, çekip gidemez kadınla uzaklara. onun aşklarına karşı bu bencilliği sindirmeye çalışır kadın. ama ne mümkün. yok gibi davranır ki daha fazla canı acımasın. derken olaylar daha da karmaşık hale gelir. aşık olduğu adamın mutlu olmak için, belki de gerçekten mutlu olduğu için bir başkasına kaçışını izler. izlemek öldürür onu. canı yandıkça, nefesi tükenir. nefesi tükendikçe çırpınır. çırpınışlarını anlayacak kimse yoktur etrafında. ve işte o kadın, nefes almak için çırpınırken, etrafındakiler dans ediyor sanar. yardım ister, çığlık atar işe yaramaz. yardımlar için çok geçtir. sonra aşık olduğu adamı çağırır. gel. gitme. ne olur. gel.
artık kabul et, vazgeç bu aşktan der adam. vicdanlarının tüm yükü ortaya saçılır bir anda. herkes herşeyi öğrenir. kadının aşık olduğu adamın ihanetinin acısı, zaten aşık olmadığı adamın yüzündeki ihanetin verdiği acıdan önce öldürmüştür kadını. tetiği çeker. gözleri açık. adli tıp otopsi yapsa ölüm anı kurşunun atıldığı an olarak belirlenecektir. ama bilim, bazı şeyleri bilemez ki. yenilgiyi kabul ettiği anda ölmüştür kadın.

işte anlattığım hikayenin saçma basitliği, anlatılan acıyı azaltmıyor malesef. kağıt kesiği gibi, önemsenmeyen, ama yakan bir acı. o yüzden kimse kusura bakmasın çünkü ben bu yüzden iki yıl boyunca her hafta bir buçuk saat bu hikayeyi izlemeyi reddettim. çünkü uzatılacak birşey yok. hangi hikaye derseniz yuh diyorum. hala anlamadınız mı? yok cevabı biliyorsanız ve bana hadi ordan diye bakıyorsanız da cevabım basit. "Peki."