10 Kasım 2014

[Doctor Who S8E8-10.]

doctor who'nun sezon finali yapmasının ardından yazacak çok şeyim var ama aslında aynı zamanda da yazacak hiçbir şeyim yok. zaten doctor who'nun üçüncü sezonu benim heyecanla takip ettiğim dev olarak adlandırdığım sezonlarından da değildir. o yüzden missy events olarak adlandıracağım olaylar zincirine hiç giriş yapmayacağım. bu noktada sadece beni etkileyen bazı cümleleri not alacağım. sonrasında inşallah uzun uzun yazarım.

are you my mummy referansı çok tontiş olmakla birlikte murder on the orient express bölümünden aklımda cidden önemli bir sahne kalmamış olması sorunsalı. sadece asker teması filan içimi baydı onu söyleyebilirim. ama zaten sezon teması olduğu için yapacak birşey yok. etkileyen yer clara'nın yine yalan söylemek zorunda kalmasıydı. ama bence o konuyu da doctor sıradakinin yerini alarak çözü gitti kapandı mevzu. filler bir bölüm desek yalan olmayabilir bence.

flatline. bence sezonun en başarılı bölümlerinden biriydi. doğrusu tardis'in içinde sıkışıp kalan doctor'un sazını clara'nın alması ve bilmiş bilmiş milleti kurtarmaya çalışması ve yine doctor'u kurtarması güzel bir bölüme imza attı denilebilir. çünkü doctor olmanın ne kadar zor olduğunu biraz olsun gördü, anladı. ama bir yandan da doctor'un o nefesi azalmış çaresiz halini görmek pek hoşuma gitmedi. garip bir histi. ama tardis'in kutu haline gelmiş hali çok güzel, ben de istiyorum! bence bölümün kötü adamları muhteşem bir fikirdi! cidden! iki boyuttan üç boyuta geçmek, boyutlarla oynayabilmek filan harika fikirler. üstelik o walker yürüyüşleri ve silinip cızırdayan görüntüleri kanımı dondurdu, tebrik etmek lazım. ve tabii ki son sahne... seni seviyorum capaldi! seni sevmemek imkansız zaten! alıştım gitti sana yauv. o cümleleri şuraya yazmazsam içimde kalır. keşke o mavi enerjiyi de göstermenin bir yolu olaydı bu sayfada. ama dediğim gibi şimdilik son sözlerin ve Doctor's Goodness başlığında eklediğim cümlelerle anacağım bu bölümü, dilerim bu düşmanı yeniden görürüz:

"I tried to talk, I want you to remember that. I tried to reach out, I tried to understand you. But I think that you understand us perfectly. And I think that you just don't care. And I don't know whether you are here to invade, infiltrate, or just replace us. I don't suppose ti really matters now. You are monsters. That is the role you seem determined to play, so it seems that I must play mine. The man who stops the monsters. I'm sending you back to your own dimension. Who knows? Some of you may even survive the trip. And if you do, remember this. You are not welcome here. This plane is protected. I am the Doctor, and I name you the Boneless!"

In the forest of the night: yazıklar olsun senin gibi bölüme. ben aklımdan river song'u pondları filan geçirirken, david'i anarken bölümün böyle bağlandığı şu bbc dünyasına yazıklar olsun. ağaçlar bizi kurtardı, lay la lay la laaay laaa temalı bölüm sinirlerimi zıplattı! danny ve clara ilişkisinde yet another pıtış sahneler zinciriyle dolu olan bu bölüm, en nihayetinde doğayı koruyalım, dünya bizi koruyor oleey temasına bağladığı için mutsuzum. ama doctor clara'yı kurtarmayı teklif ettiğinde danny'le kalmayı seçmesi doğal bir insan tepkisiydi bence. gözlerine bakıp ben türümün son örneği olmak istemiyorum çok dürüstçeydi. ama yine de bölümün salakça bitmesi sinirimi alamadı, bak buraya yazıyorum.

dediğim gibi, son iki bölümün olaylarını ayrıca yazacağım. ama önce o gücü toplamam gerekli. hayır, beni çok etkileyen dev final bölümleri olduğundan değil, beni etkileyen kısımları içerip, aylar içinde sönen bir balonun ezikliğinde sona eren bir sezonun hatırası oldukları için. yazık yani.

neyse, şimdilik bu kadar.

09 Kasım 2014

[American Horror Story Freak Show E1-5.]

eveeeeet, uzuuun bir aradan sonra american horror story yeniden başladı, ne kadar mesudum anlatamam size a dostlar! kendisinin ilk sezonu korkudan fenalıklar geçirerek izlemiş, ikinci sezonunu ise bağımlılık sebebiyle -işte dizi dediğin böyle yazılır tadında, dev yazarlık göstergesi olan ve insanı hep zorlayan senaryolarından ötürü- izlemiştim. doğrusu ikinci sezon birinci sezon kadar korkutmamıştı beni. haunted mansion her zaman beni dehşete düşürdüğü içindir belki. ikinci sezonun üzerine ise bambaşka bir konseptle karşıma çıktı american horror story. sezonun temasını öğrendiğim ilk anı asla unutamayacağım. çünkü resmen sevinçten zıplamış, çığlık atmış ve dahi sevinç gözyaşı dökmüştüm. evet american horror story coven'dan bahsediyorum. bu muhteşem ekibi muhteşem senaryosuyla bu sefer cadı olarak görmek ve büyü temalı bir sezonun tadını çıkarmak kolay kolay kısmet olacak şey değildi, oldu ya, çok mesudum. işte bu bilgileri verdikten sonra ahs'nin yeni sezonunda bahsetmeye geldi sıra. soracaksınız, tema ne diye. tema freak show. hem de nasıl bir freak show!

efendim dizi başlayalı 5 bölüm oldu. dolayısıyla herşeyi tüm detayıyla yazamayacağım. ama şunu söylemek gerekli: sirk ortamı cidden çok gergin. hele de palyaço bey dehşetli korkularla dolduruyor içimi. herkesin hikayesini ayrı ayrı görmedik ama hem bölüm içinde ufak ufak çıtlatıyorlar, hem de bir noktada biraz olsun hayal edebiliyorsunuz, en azından deniyorsunuz.

urban legend hikayelerden unsurları içerdiği kadar, palyaço katile kadar hemen her unsuruyla bizi zorluyor dizi. doğrusunu söylemek gerekirse geçen sezonu ben daha çok beğenmiştim ama sezon ilerledikçe merak katsayımın artmasına engel olamıyorum.

jessica lange yine dev kadro haliyle çılgın bir background hikayesiyle ve hülyalı sesiyle yardırıyor ekranda. onun o 'düşmüş' halini öyle güzel yansıtmışlar ki, jessica lange kimliği cidden gözümün önünde siliniyor, hayret ediyorum.

diğer oyuncular hakkında yorum yapmaya gerek dahi görmüyorum. kathy bates ve angela bassett yardırıyor. jessica kathy ve angela üçgeni zaten diziyi sallayıp geçiyor a dostlar. bu kadar muhteşem insanların böyle kılıklara girmesi bile diziye şapka çıkarmak için bir sebep. diziye, senaryoya, valla kelimem bittiğidir.

tabii bir de dizinin bu sezon yine birkaç şarkısı önemli bence. jessica lange ve sarah paulson şarkı söylüyorlar. öyle bir söylüyorlar ve öyle iyi tepkiler geliyor ki itunes'ta rekorlara filan koşuyorlar. bravo! the name game'den sonra bu tip olayları arıyor gözlerimiz, daha çok şarkı istiyoruz! gerçi elsa'nın durumu içler acısı bir hal almaya başladı, o yüzden göstermeseniz de olur işte siz anladınız mesajı. ay lav ahs songs.

bu arada bence jenerik creepy. ama diğer sezonlarda bir kez izledikten sonra -ilk bölümde- bir daha izlemeye yüreğim dayanmadıydı. bu sefer izleyebiliyorum. demek ki yeterince creepy değil. çok fazla kukla olduğu için heralde insanlar kadar derinden yakalayamadı beni. olsun canım, üç yıl jenerikten tırstıktan sonra bu kadarı da olsun yani.

son olarak, falcı esmeralda rolünde emma roberts bence çok eğreti duruyor. onun dışında dev bir sorun yok bence sezonun gidişatıyla ilgili. ama şunu söylemek gerekli, ben o dehşetli palyaçonun hikayesinin daha uzun süreceğini düşünüyordum, olmadı, şaşırdığımdır valla.

şimdi esmeralda ve agent bey amcanın kuracağı kumpasları merakla bekliyoruz sayın seyirciler. zati sezonu yarıladık gibi, bakalım nasıl bir final bizi bekliyooor.

[The Sleepy Hollow S2E1-7.]

sleepy hollow'da action vakti, koşuuun!

resmen sezon başlayalı 7 bölüm olmuş inanasım gelmiyor, ne kadar da çabuk geçiyor bu sezon böyle yahu. doğrusu moloch'un dev planı, kıyamet, atlılar filan bunlar bahane, ben büyük bir keyifle ichabod'un genius hamlelerini izliyorum. zaten kendisi de çok hoş bir insan olduğu için diziyi izlemek ayrı bir keyif desem yalan olmaz.

bir kere her bölümde ayrı bir tarihi hikayeyler, inciller, yok efenim bıdıbıdının günlükleriyle ve amerikan bağımsızlık savaşı karakteriyle bağlıyorlar olayı. dolayısıyla hem bilgi ediniyoruz, hem fiction oluyor, hem de doğaüstü hem de korkudan yüreğime inmiyor (the strain ve salem gibi misal).

üstelik ichabod'un günümüz dünyasıyla imtihanı bence cidden çok komik bir şekilde işleniyor. direksiyon başındaki ulen ben herşeyi hallettim bunu mu çözemeyeceğim endişeli bakışı, telefonu katrinaya anlatması, katrina'nın korse ve kotlar hastaneden kaçışı filan çok ince düşünülmüş tatlı unsurlar.

bir diğer yandan en sonunda ek bir karakter geldi ve ekibimizin kara borsadaki elemanı oldu, çok şükür ichabod'a bir kimlik yaptırdı filan. üstelik son derece paragöz cin gibi bi insan olduğundan güven/şüphe ilişkisini çok güzel yansıttıkları gibi, ichabod'un alfa male konumundan yaptığı kıskanç yorumları da gülümsetmiyor değil.

velhasılı kelam diziyi bölüm bölüm uzunca yazamayacağım, ama henry'nin creepy büyüleri ve bilimum entrikalı olayı keyifle izlediğimi belirtmezsem orta yerimden çatlarım.

son olarak benjamin franklin cidden o kadar genius bir adam mıydı bimiyorum ama cidden northern lights ile şapka çıkardım, kayıtlara geçsin. orda katrina'nın çılgın hamileliği her doğaüstü dizide iblise hamile olmak şeklinde gösterilir ama bu ışık olayı bambaşkaydı, çok güzel olmuş tebrik ederim.

dediğim gibi, dizinin esas olayı olan moloch'un dev planlarıyle pek ilgim alakam yok ve her bölüm ayrı bir olayı çözdükleri için mutluyum. ilk sezonun dev sezon finalinden sonra yine güzel birşey yapacaklarına dair ümidim de olduğu için azimle izliyorum. cheers for team ichabod!

[Once Upon a Time: S4E3-6.]

heyecanla beklediğim sezonun geri kalanıyla ilgili yorumlarım geliyor a dostlar. tabi bu yorumlar birkaç hafta geriden geldiği için sıcağı sıcağına olamayacak ve bazı ayrıntılar unutulacak ama olsun, once upon a time'ın yeri bende ayrı olduğundan, elbet başka bölümlerde telafi ederim. 

efenim son bıraktığım noktadan bu yana robin'in karısının buz büyüleri cartacurtuyla ölümlerden ölüm beğendi. olacak iş mi diye sordum tabi, hiç durur muyum? olacak iş mi yani regina aşık olduğu adamın karısını iyileştirmek için uğraşıp duruyor olması! olacak iş değil. üstelik öyle bir durum ki resmen onu kurtarmak için marian'ın kalbini aldı filan. öyle de bir güven ilişkisi var robin'le arasında. ah canım benim, regina diren. cidden diren. iyileştirmek istemiyorsun diye düşünmesin diye az kıvranmadın çözüm bulamadığını söylemek için. of. regina mutlu olsun diyenler derneği onursal başkanıyım ya.

geri kalan bölümlerde hook'un elini melini gördük. çok da heyecanlı bir bölüm değildi aslında ama insanın kolayca yaptığı kötülüklere bahane bulmasının ne kadar kolay olduğunu, suçlayabilecek birşey bulduğumuzda hiç kaçırmadığımızı gösteren net bir senaryoydu. bravo.

rumpel cephesinde merlin'in şapkası temalı olaylar gerçekleşti. yine uzun uzun anlatmayacağım bir silsile ama doğrusu emma, snow queen ve rumpel arasındaki olaylar çözüldükçe şaşırıp daha da merakla dolacağımı hissediyorum. cheers! 

snow ve ailesi konusunda çok yorum yapamayacağım yine. bebişleri, başkanlığı filan ay valla bu aile çok bayık her zamanki gibi. ama emma'nın date'i sonrasında darlayan soruları ile beni baya gülümsettiler, bravo! çok doğal bir sahne olmuş doğrusu. 

beni esas şaşırtan olay belle'in geçmişi oldu. yollarının anna ile karşılaşması bir yana, cidden taş peşinde koşup birinin neredeyse ölümüne sebep olması baya şaşırttı. yuh lan. belle, pull your shit together. bu arada o aynaya bayıldım, cidden doğruları söyleyen bu ayna muhteşem. karşısında emma'nın çıkmasını heyecanla bekliyorum. 

tüm bu kesik paragraflardan anlaşılacağı üzere aslında geçtiğimiz dört bölüm dev olayları patlatıp hepimizi şoka sokmak amacıyla değil de, sezonu kurmak amacıyla yazılmış bölümler, bunu görüyoruz. sezon kurulurken bölümler yavaş geçse de, devamını heyecanla bekliyorum çünkü geçen sezonlarda beni hiç yanıltmayan senarist ekibi eminim en güzel şekilde birkaç dünyayı birbirine bağlayıp yine tadı damağımızda kalacak harika bir sezon yaşatacaklar bize. 

keep up good work çocuklar, yarın görüşmek dileğiyle.  

[Homeland S4E1-6.]

şükür kavuşturana diyorum başka birşey demiyorum! çok şükür homeland eski hızına döndü a dostlar, daha ne isteriz?

efendim üçüncü sezonu izlerken sezonun gereksizliği, kötü yazılmışlığı ve boş entrikalarıyla kafayı yemiştim, yemiştik. gereksiz saul mu dersiniz, yoksam zırt pırt başa alınan olay kurguları mı, carrie üzerinden oynanan entrika odaklı sıfır cia temalı olaylar mı artık cidden içimize fenalıklar geldiydi. üstelik tüm bunlar yaşanırken kanalın bir sezon daha uzatma vermesi sorunsalı yaşandıydı.

şimdi tüm bunları aklımızdayken yeni sezona başlamak kolay olmadı tabii. beklentiler yüksek ama ümitler düşüktü a dostlar. başlayan entrika çemberini beğendim, merak ettim. sonrasına dozajı da arttırdılar. üstelik the esas oğlan'ın life of pi'daki oğlan olduğunu öğrenince yaşadığım şok bana yetti de arttı. ve derken altıncı bölüme geldik!

dizi şu ana kadar carrie kriz dozajını iyi ayarlamış durumda. saul the en sevmediğim lüzumsuz karakter bölümlerini kısa kesmiş durumda. hatta adamı gözümün önünden alıp teröristlere verdiği için accayip mutluyum. bir yandan quinn'in hikayesini izliyoruz filan, heyecanlanıyoruz kendisi zaten kalbimizin efendisi olduğu için. tüm bunların yanında bir de the esas kötüyü dev seçmişler ki, oooo tadından yenmiyor yahu, çok şükür!

işte efenim çok da spoiler vermeden yazdığım şu olaylar silsilesi sonucunda homeland'e inancım yeniden arttı, devam ediyoruz sayın seyirciler. üçüncü sezonun bayıklığını ve ezikliğini atlattıysanız korkmayın, devam edin, arkası çok güzel!

[The Walking Dead S5E1-4.]

efendiiim, uzun süreden beri ara verdiğim, ara vermek değil de daha çok zaman sıkıntısından uzak kalmak zorunda kaldığım yazılarıma geri dönüşüm walking dead ile olacak sayın seyirciler. 

doğrusu bu sezonun başlangıcını büyük bi merakla bekliyorduk malumunuz. çünkü en son rick ve ekip bir vagona kapatıldıydı ve onların yardırarak çıkacağını düşünüyorduk. ilk dakikalarda öyle birşey olmadığı gibi, esas şaşırtıcı olay carol cephesinden geldi. doğrusu dizi ilk başladığında tırsık ev hanımı carol'ın gün geçtikçe daha da güçlendiğini gördükçe şaşırmış, ama karakter gelişimi açısından olumlu bir olay olarak değerlendirmiştim. ama carol'ın koskoca terminali basıp bombalarla zombilerle filan ortalığı karıştıracağını hiç düşünmemiştim. şoklardayım. şapka mı çıkarsam, donup mu kalsam bilemediğimdir.  twelve points go to carol.

şimdi ben bu satırları yazarken 4 bölüm oldu aslında. dolayısıyla çok da net her olayı hatırlayamıyorum. ama hatırladığım kadarıyla şunları söyleyebilirim. insan yiyen ekibi çok yadırgamadım doğrusu. bence dizi boyunca ancak bu sezona kalması daha şaşırtıcı. insan oğlunun çiğliği hakkında bir dizi de olduğunu düşünürsek walking dead'in, şoklara girmedim desem yalan olmaz. ama rick'in bu ekibin peşine kan davası gibi düşmesi çok gereksiz. tam beklenen bir lüzümsuzluk ama yine de beklenen birşey. 

papaz olaylarına gelirsek... bu papazın bir bokluğu olduğu belliydi. papazlar böyle acı durumlarda genelde on the go millete yardım ederler, bu amca kapanmış konservelere şişelere filan, olayın nedır diye sormakta geç bile kaldılar.

askeri ekip hakkında pek bir yorum yapamiyciim, izledikçe göreceğiz. ama bence taş taş üstünde kalmamış bir şehirle karşılaşacaklar. o konuda hiç heyecanlı değilim. hatta bence varacaklar ve tam kapıdan filan gireceklerken kesin güm diye ölcek o genius adam. bu arada bu kervana lüzumsuz çiftimiz glenn ve maggie'nin katılmasına ayrıca sevindim. hiç ilgimi çekmiyorlar yeminle.

şimdi en yarılarak güldüğüm ana gelelim, buradan bahsetmezsem içimde kalır. insan yiyen grubun zombiye dönüşmek üzere olan adamı yemeleri yeminle çok komikti. tabii bunu buraya böyle yazınca dehşetli birşeye dönüşüverdi ama cidden çok komikti dostlar ya. 

şimdi tabii ki en kritik yere geliyorum: beth. kırk yıl düşünsem böyle diyeceğim aklıma gelmezdi ama mıymış beth'in hikayesi en merakla beklediğim hikayeydi doğrusu. bu hastane kafası filan çok güzeldi. hele de o polis kadının hello ladies'de stuart'ın ev arkadaşı olması gerçeği ile karşı karşıya kaldığımda yaşadığım şok her gerginliğe bedeldi! bravo kasting ekibi! beth'in hapiste yaşadıkları dönemde sevgilimsi arkadaşı öldüğünde son derece net bir şekilde naabalım ya ifadesi beni çok etkilemişti. işte çiftlikteyken krizler nevrozlar intihar teşebbüsleriyle tüm ekibi darlayan kızın böyle net, soğuk, nokta atışı bakış açısına sahip olan bir karaktere dönüşmesi harika. 

yarın yayınlanacak bölümde bizi askeri ekibin olayları bekliyor fragmandan gördüğümüz kadarıyla. ama ileriki bölümler hakkında şu yorumu yapmadan edemeyeceğim:

umarım ileri bölümlerde bu kadar çok parça parça hikayelerde kaybolmaz, hepsini tertemiz birleştirir, bir araya gelirler. yoksa cidden işimiz var.