27 Ocak 2015

[The Sleepy Hollow S2E12-14.]

eveet, üç hafta geriden gelsem de azimle yazıyorum azimle yazıyorum.

efenim sleepy hollow ilk sezonki temposundan düşse de, abby ve ichabod arasındaki güzel bağ artık bu sezon katrina'nın girişiyle mi desek yoksam senaristlerin hatasıyla mı umursanmasa da, bu diziyi seviyorum yahu, daha ne diyeyim?

şimdi kaldığım yerden aklımda kaldığı kısmıyla yorumlarımı yazmaya başlıyorum:

hey yavrum maşallah! kanatlı bir meleğimiz var bu bölümde daha ne olsun? açıkçası ichabod ve abby'nin bağını ve özellikle bu bağın denenmesini çok seviyorum. her zaman birbirlerinin arkasını sağlama alıyorlar ama yine de bağlandıkları, yenilgileri ve zaferleri kabul ettikleri anlar cidden çok keyifli oluyor izleyici için. bu bölümde o bölümlerden biri gibi başladı ama açıkçası erkenden o hava kesildi çünkü orion'cuğumun kötü bir melek olduğunu öğrendik. such a shame. keşe birkaç bölüm devam etseydi de henry'nin hikayesi gibi bir bomba etkisi yaratsaydı ama kısmet değilmiş gerçekten. yine de kendisini sevdim. şükür artık yeni bir kötü introduce edildi diyeceğim ama bu adamı da kaçırdınız. bakalım sezon nasıl ilerleyecek. ne vardı yani 13 bölümde bitireydiniz de tadı damağımızda kalsaydı?

gelelim on üçüncü bölüm yorumlarıma. efenim bu bölümü on dördüncü bölüm yayınlanmadan bir bölüm önce izledim, hem de akşam saatlerinde. hay izlemez olaydım! tabii bu yorumum iyi mi kötü mü bir açıklama yapmam gerekecek. doğrusu ödüm patladı benim bu bölümde, çok etkilendim! katil adamın dönüp dönüp bize dik dik bakması mı desem, yoksa her yerinin kan içinde olup sadece gözleri bembeyaz olarak bakması mı, yoksam deli bakışları mı beni böyle yaptı bilmiyorum. ama ekranı ufak ekrana alıp, sesi filan kıstım. daha ne diyeyim? snaırım o deli bakışları ve gülümsemesi beni çok etkiledi. bir nevi joker gibiydi. neyse efenim bu gizemi bir kenara bırakaraktan bölüm hakkında diğer yorumlarıma geleyim. bu bölüm katrina ichabod bölümüydü özetle. katrina'nın bu sefer sensiz (bensiz) olmaz yorumu çok tatlıydı. yahu siz artık bir barışsanız da dünyaya güzel genli çocuklar getirseniz o kadar sevineceğim ki... katrina resim bulunmasın diye crane'i öpünce bile sevindirik oldum, artık çoluk çocuğa karışmalara kalkarsanız resmen lohusa şerbeti hazırlarım diye düşünüyorum. neyse efenim, karanlık ev (zihin) yolculukları endişe vericiydi, sürükleyiciydi. aynen böyle devam diyorum, bu kadar zor olmasa gerek. neyse efenim, bölüm sonunda herşeyleri tatlıya bağladık. şimdi bu konular dışındaki yorumlarıma geleyim: katrina ve vision'lar olayını bence daha çok kullanmalılar. ben cordy ve angel ekolünden geldiğim için (evet jossverse bir ekoldü) bu konsept benim her zaman dikkatimi çekiyor. hey gidi. elinizde bir cadı var, kadına sadece latince konuşturuyorsunuz. neredesin willow reyiz, üşüyoruz.  bir başka konu ise tabii ki hissedildiği üzere buffy bağlantısı. yahu dawn -michelle trachtenberg- neden binyüz kilo olmuş? çocuğu mu olmuş? ya da o korsede nasıl boğulmuyordu? valla kendisini çok değişmiş buldum, şaşırdığımdır. inşallah yeniden görürüz, buffy alumni'ları severim biliyorsunuz.

gelelim on dördüncü bölümün olaylarınaaaaa. efenim bu bölüm tam bir ichabod abby bölümüydü. ama bu bölümle ilgili beni benden alan konu bu değildi efenim! bir önceki bölümü bitirdikten sonra fragmanı izledim. bir de ne göreyim? jamie murray karşıma çıkmasın mı! tabii ki başucu eserimiz olan imdb'ye baktım ve orada credit olarak görünmüyordu. ama ne olduu? tabii ki gözlerim yanılmadı, karşımıza hawley'nin foster anası olarak jamie çıktı. bilen bilri, ben jamie'nin oynadığı karakterlere her zaman gıcık olurum. daha doğrusu şunu söylemek lazım: manipulative bitch rolü bu kadına neden bu kadar yakışıyor? var mıdır yani bir gerçeklik payı? doğrusu şaşkınım a dostlar. neyse efenim bu bölümde de yardırdı yardırdı kendisi. orion'cuğumdan bahsedildi. katrina arada bir büyü yaptı, captain irving meseleleri çözülmeye başlandı filan. her ne kadar katrina herşey yolunda dese de bence orda bi sıçış oldu a dostlar. imgelemler birşeyler derken yine her bok henry'e bağlanacak gibi hissediyorum ama dur bakalım hayırlısı a dostlar. bak dediydi dersiniz ama umarım yanılırım. yoksa bir crane katrina ayrılığı ve abby katrina krizine daha katlanamayacağım. of aile meselelerinizi rica edicim off screen çözün diye mail atasım var vallahi. şimdi efenim burada biraz daha bölümden bahsetmem gerekirse durumlar şu şekilde: hawley'nin geçmişi hakkında hiç bir merak uyandırmamışken bu ne perhiz bu ne lahana turşusu ayol? kendi kendinize entrika yaptınız olmadı. yani aslında oldu gibi de, pek olmadı. hawley'den sarmışken konuya jenny-hawley olayı nedir diye sormuyor değilim. hiç öyle bir derinlik bağlılık hissetmediydim ben, şaşırdığımdır. adeta bir clara ve pe ilişkisine dönüştü bu, neyse.

son bölüm hakkında esas bahsetmek istediğim konuya geldi sıra: karaoke. ay kurban olsunlar sana crane ya dünyanın en güzel insanı mısın nesin? abby'ciğim senin de sesin güzelmiş yahu, aaa aaaa bu kadar yeteneği harcamayın, daha çok karaoke istiyoruz, hatta katrina'yı da bu ekibin içerisine istiyoruz. anam pek sevindirik oldum doğrusu. hele de crane'in beatles kafaları filan beni benden aldı. bebişimsin crane.

haftaya olan bölümün fragmanını görmedim ama son iki bölüme girdiğimiz düşünülürse bir olayları bir olaylara bağlayacağınızı düşünüyorum. dilerim irving famine atlısı çıkmaz bilimum yerde gördüğüm yorumlarda yazıyor, benim tahminim değil, krediyi de ayrıca veriyorum evet.

bu arada an itibariyle epguides'dan (bir diğer başucu eserim) son iki bölümün tarihinin 2 ve 9 şubat olduğunu öğrendim. iyi bence. 2 hour season finale biraz bayabiliyor beni izlerken. tabii bir yandan da şunu söylemek lazım, sondan bir önceki bölümün adı spellcaster. nişallah büyülerin müyülerin olduğu bir katrina bölümüdür. son bölümün adı ise what lies beneath. adeta from beneath you it devours (buffy'e göz kırpıyorum şu an evet)'dan gerilim filmlerine kadar herşey aklıma gelmekle birlikte, içimden bir ses yine mezarlardan birşeyler çıkacak, irving'e bağlanacak filan diyor. haydi hayırlısı. merakla bekliyoruz anacığım.

[American Horror Story Freak Show E11-13.]

efendim bir başka american horror story sezonunu daha bitirdiğimiz bu günlerde, son üç bölüm hakkında yazmayı bir borç bilirim.

doğrusu herşeyden önce bu sezonun son bölümlerinin -özellikle de son bölümün- diğer sezonların soluk soluğa vahşetli dehşetli çarpıcı ve hatta göz yaşartıcı sezon finalleriyle hiç alakası yoktu. hüzünlendiğimdir. biz dev finallere alıştık a dostlar, bu ne hal sayın yazarlar?

aslında tüm olaylar birbirine karıştığı için bodoslama gireceğim yorumlarıma.

en son bıraktığımız noktada esmeralda ve angela'cığım (desire'ye bence first name basis bir yakınlık hissedebilirim geçen sezon saldığı dehşetle bizi fethettiği için) müzeden haberdar olmuş, jimmy'nin ellerini ve ma petite'i görmüşlerdi. tanrım. benim bile kanım donmuştu. ama geri kalan hikaye kaldığı yerden devam etmedi. önce jimmy'nin ellerini nasıl kaybettiğini öğrendik, sonra ise jimmy'nin kaçırılmasına tanık olduk. arada ölenler hangi bölümde valla anımsayamıyorum ama o kazulet adamın -jimmy'nin babası olan güçlü adam- parça parça öldürülmesi beni hiç de bozmadı. oh iyi oldu sana ayı! bence bölümün en bomba olayı barney'nin yani NPH'in diziye katılması oldu. ki kendisi için dev bir credit bu dizi. vay anasını. nasıl pr'lar, nasıl görüşmeler oldu bilemiyciim ama doğrusu bu akıllıca role ulaştığı için kendisini tebrik etmek lazım. bir başka dev olay: jamie brewer'ın diziye gelmesi! tanrım hem de dehşetli bir rolle! aklına kurban olduğum yazarlar, size türkçe öğretip doğrudan sizi türk dizilerine danışman atamak istiyorum. aman allah! jamie beni benden aldın, kanımızı dondurdun. bravo NPH bravo jamie!

geliyorum on ikinci bölümün özetlerine. efenim bu bölüm aslında onuncu bölümün devamında beklediğimiz bölümdü desem yalan olmaz. gerçekten de çirkef doktorumuzla yüzleşen karakterlerimiz, nooluyo lan milleti kesip kavanozlara koyup haber vermiyorsun kafasına ulaştılar. çatır çatır adamı parçaladıklarını görmedik. ama şunu söylemek lazım. bu çirkefin ölmesine sevindim. bir yandan da ekibin ne kadar birbirine bağlı, ne kadar sıkı bir aile olduğunu görmek beni mutlu ediyor. everyone must have someone. yeminle bak. bölümün geri kalanında barney'nin çılgınlıkları ile mücadele ettik. zaten ikizlerin öleceğine inanmamıştım. onların kaderi farklı olacağdı anımsadığım kadarıyla. ama esmeralda'nın sonunun böyle olacağını ne tahmin edebildim, ne de kabul edebildim yahu! bu nedir? çatır çatır kızı doğradı ayol barney, olacak şey mi? kimse de bir bok yapamadı. demek ki neymiş? kıtır kıtır adam kesseler ilgilenen yoksa bok yoluna ölebiliyormuş insanlar. yazık oldu esmeralda'ya. oysam ki çok başka şeyler de ümit etmiştim kendisinden. sanıyorum coven'ın etkisiymiş bu üzerimdeki. such a waste of a character. bölümün geri kalan olaylarına gelirsek tabii ki marangoz bey amcadan bahsedeceğim! tanrım ay lav him! zaten ben geçen sezonda da çok beğenmiştim kendisini karakter olarak, bu sezon da yine beni fethetti. ah canım benim ya, elsa'yla bir türlü denk gelemeyişinize sıçayım. valla hüzünlendim. bölüm sonunda jimmy'nin 'normal' elleri tercih etmemesi son derece vurucu bir sahne olmakla birlikte esas bomba nazi referanslarıyla patladı. ay tanrım asylum'a referanslar referanslar, mutluluktan göklere uçtum çıktım. önce pepper, sonra bu hamleyle beni fethettiniz. daha nice coven ve hatta murder house referansları olsun inşallaaah! şimdi gelelim bölümün son havadislerine. bette and dot elsa'cığımı kurtardı ve elsa holivud semalarına yelken açtı. bu iki karakter -üç mü demeliydim yoksa?- o ilk gerçek karşılaşma anı çok etkiledi beni nedense. 'anormallik' 'normal' geldi ya hani, ne bileyim. enfes yazılmış, yaratılmış bir sahneydi bence. velhasıl elsa sirki dandy'e sattı ve basıp gitti. haydi ver elini sezon finali.

efenim daha önce de belirttiğim gibi genelde american horror story sezon finalleri baya vurucu olur. ağlatır, korkutur, hüzünlendirir, ne yapar yapar ama uykularınızı kaçırır. ama bu sezon böyle olmadı. baya sinirlendim. daha ilk on beş dakika içerisinde herkes geberip gitti diyebiliriz. nerede o vahşet nerede o dehşet, çatır çatır silahla bok yoluna gittiler ayol. zaten bette ve dot'ın intikam yolunda olduğunu hissetmiştim. baya sıkıcı oldu yani. hele de dandy gibi bir çocuğun kanların içinde yüzmesinden sonra suda boğularak can vermesi baya bayıktı. tabii diyebiliriz ki kan-ölüm burada hayat verdi, su-yaşam hayat aldı bıdı bıdı. ama gerçekten bu konuya giremeyeceğim. esas o adamı parça pinçik edecektiniz ki iyice tatlı olacaktı sezon finali. zaten bundan sonrasında elsa'nın miserable hayatını gördük. ki bu kısımda da über baydım. yok pornosu çıktı da, yok bilmem ne de. valla çok baydım o kısımlarda. adamcıkla mutlu olamayacağı aşikardı, çünkü hiç mutlu olamadı bu dizide bu kadın ama yani pes. çok dev bir potansiyeli çöpe atmışsınız gibi hissediyorum mutsuzum doğrusu.gerçi şurada şu yorumu yapmazsam ayıp: angela bassett'in jimmy'e sarıldığı an çok dramatikti. ama ne oldu yani, nedir? baymalar baymalar. 

şimdi son sahnelerden bahsetme vaktidir artık a dostlar. dedim ya, ben bu sezon finalini ve diğer sezonlara nazaran bu sezonu çok beğenmedim ama son sahneler baya simetrik yazılmıştı. neyi kast ediyorum, tabii ki the iki yüzlü beyi! çok efsanevi bir intihar yöntemi olmakla birlikte benden yine jessica'cığıma şarkı söyletilmesiyle ile binbeşyüz puan almış bir bölüm sonu bu. herkesin mutlu olduğu bir son. adeta titanic'in james cameron dehasıyla yaratılmış sonu gibi. bravo.

angela'nın kocasıyla tv'de elsa'yı görmesi, jimmy ve bette and dot'ın çoluk çocuğa karışması, dehşetli görünen ama muhteşem bir arka plan hikayesiyle bizi selamlayan palyaço amcanın korkma mesajı vermesi ve tabii ki elsa'nın ma petite'e kavuştuğu an. ah canıııım, valla içimin yağlarını öyle bir erittiniz ki neredeyse sezondan çok çok keyif almadığımı unutacağım. 

overall: american horror story'i izlemeye devam edeceğim. heycanla bir sonraki sezonun temasını bekleyeceğim. eğer sorarsanız ki bu sezon izlemeye değer mi diye, bence izlemelisiniz. dev oyuncuların bambaşka karakterlere bürünmesi bile bambaşka bir his uyandırıyor. oyuncuların değişime uğraması beni hep etkiliyor, ama bu değişim bildiğiniz tahmin edeceğiniz gibi değiş yani a dostlar. önceki sezonları izlememiş olsam, onların sezon finallerini hikayelerini bilmesem belki bu sezon daha keyifli olurdu, kabul. ama yine de haklarını yemiyorum. güzeldi, izleyin ayol.

siz geçmiş bölümler listesindeki farazi eksikliklerinizi tamamlarken ben öteki sezonun konseptini heyecanla bekliyor olacağım.

sevgiler, saygılar.

[Shameless S5E1-3.]

efendiiim, shameless ile yeniden kavuştuk şükür kavuşturana!

bir önceki sezonda fiona'cığımız ne çileler çekmiş, bize de ne fenalıklar geçirtmişti yareppim. şükür kavuşturana bu sezonla. sankim geçen sezonun o ağır havasından biraz olsun sıyrıldık gibi gibi.

efenim frank bıraktığımız yerde, zaten o hep bıraktığımız yerde.

liam accayip büyümüş, şaşkınlıklar içindeyim. resmen bizimkiler'in alisi olmaya koşuyor kendisi gibi hissediyorum.

lip'ciğim bir işe bulaştı ki sormayın gitsin. ulen lip sen kiiiim, taş taşımak kim diyeceğim ama artık şu sezona kadar o kadar çok bok iş geldi ki bu ailenin başına, onu da becerirsen şaşırmayacağım.

ian'ın sezonun sonuna doğru dev sıçışlarla yine bizi parçalayacağını hissediyorum ama haydi hayırlısı. şimdilik mickey'nin toparlamasıyla filan idare ediyoruz.

bu arada yine tüm alkışlar joan'cuğuma gidiyor. yareppim bu kadının yeteneği karşısında şaşkınlıklar denizinde boğuluyorum yeminle. şu kadına bir ödül verin allahın cezaları of.

kev ve v hakkında uzun uzun yazamayacağım. ama sanılmasın ki onların haline gülmüyorum. ay lav bu çift. doğrusu bu iki çocukla maceraları ayrı bir dizi konusu olabilir. kev ve mickey'nin karısının kankaya bağlaması efsane oldu yea. haydi hayırlı olsun pumping station'ınız.

fiona'nın yaşadığı çılgın fırtınalar çilelerden sonra debbie'yi izlerken elim yüreğimde bekliyorum desem yalan olmaz. üçüncü bölümün sonunda fiona ile geçen sahne o kadar duru yazılmıştı ki, bayıldım. bravo yazarlar. bravo.

şimdi gelelim fiona'yaaaaa. doğrusu fiona'yı izlerken korku içerisindeyim bu sezon sayın seyirciler. elim yüreğimde yürüdüğü ince çizgide istikrarını korumasını ümit ediyorum bir yandan. bir önceki sezondan sonra kendi hayatını düzene koymaya çalıştığını görmek çok güzel. artık bu kız üzülmesin yauv diyenler kulübüyüz en nihayetinde. ama bir yandan da yine bir downward spiral ile havalı havalı baş belası adamlara kapılsın istiyorum yahu.  bu istek sadistlikten kaynaklanmıyor. aslında amacım emmy rossum'un oyunculuğunu daha çok göstermesi, iyice yardırması ve bir gün şu lanet ödüllerden birinin üzerine konması. o dibe vurdukça, o kendini sorguladıkça, karanlıklara gömüldükçe dizinin büründüğü kasvet beni mutlu ediyor. hatta galiba işin özü ben bu dizinin komedi değil dram adaylıklarını görmek istiyorumsu. bu çılgın isteklerimi bir kenara bırakırsak fiona'nın kendisine diren fiona diren deyişini ve 'doğru' yolu bulmaya çalışmasını, 'kötü'dediği içgüdülerini frenlemeye çalışmasını izlemek çok enteresan. mutlu olacağını diliyorum bu sezon. pliyz. müzisyen adamı da çok beğendim zaten, inşallah aranız daha da güzelleşir bebişlerim.[ara not:anam dollhouse'taki kız fiona'ya yazan kız rollerinde diziye konuk oldu! bunu yazmayı nasıl unutmuşum hayret! o kız bence gerçekten robot çünkü bir insan hiç değişmez mi, valla hiç değişmemiş şoklar içindeyim. bakalım bu karakterle ilgili neler olacağdı.]

son olarak, fragmanda gördüğüm sana aşık oluyorum gaaaaliba kafalarından sonra fiona müzisyen ilişkisi nerelere gider bilemiyorum ama shameless'ın en sevdiğim özelliği de bu zaten.

meraklanıyoruz.

hatta çatlıyoruz!

haydi hayırlı olsun yeni sezonumuz.

07 Ocak 2015

[Doctor Who S8E11.]

1 kasım 2014'te yayınlanan doctor who bölümü hakkında daha yeni yorum yazıyorum. sanıyorum bu bile son iki bölümün benim için ne kadar yersiz ve hatta gereksiz, umutsuz, can sıkıcı ve hayal kırıklığına sebebiyet veren bölümler olduğunu ifade edecektir.

dizinin gittiği yeri ve geçmişini uzun uzun yazmayacağım, yazamayacağım. ama artık bu sezon o kadar bunaldım ki... yazık. salvage of a lifetime dediniz kızdım. sonra öyle bir olay sarmalı yaptınız ki clara'yı bambaşka bir yere koydunuz, kendisini kucakladık. şimdi bu gidişatta amacınız nedir diye soruyorum. neden gıcık olmamız için bu kadar çaba sarfediliyor? baya baya sinirleniyorum yani.

şimdi efenim bu bölüm dev bir olayla başladı kendi çapında. except it wasn't. eğer danny'i uzun uzun anlatmış olsalardı, biz clara'yla onların aşkına tanık olsaydık, bu ikili bizim hayatımızda danny ve clara konseptine sahip önemli bir çift olsaydı ve dahi aşklarının büyüklüğü hepimiz tarafından kabul görseydi danny'nin ölümüne üzülebilirdim. ama bunların hiç biri olmadı. kendi çağında clara boş vaktinde aşık oldu. biz danny'i hiç sevmedik, sevemedik. zaten düşünürseniz, doctor'un karşısındaki adamın sevilmesi için everything except danny olması gerekiyor. doctor'un action'larını sorgulatarak ona olan sevgi ve inancımızı kolay kolay kırmak mümkün değil tabii ki. neyse efendim, danny öldü. hem de son derece mortal bir şekilde. işte o sahneyi izlediğimde biraz olsun içimde ümit yeşerdi. neden mi?

efenim buffy'nin beşinci sezonunda "the body" diye bir bölüm vardır. 27 şubat 2001'de yayınlanmış. ben ondan 2-3 yıl sonra izledim diye bir tahmin yürütsek, en az 10 yıllık bölüm anlayacağınız. hala anlatıyorum, hala bazı şeyleri ona benzetiyorum ve hala kanım donuyor. bence doğaüstü diziler yapmanın en büyük avantajı, son derece dünyevi şeyleri olabilecek en extraordinary durum olarak gösterebilme gücü. mesela buffy bütün bölümlerinde kıyametlerle, yaratıklarla, vampirlerle savaşarak ömrünü geçirdi. ama bu bölüm, buffy'de ilk kez birisi tamamen doğal sebeplerle, fani olduğu için, zamanı geldiği için öldü. tanrım. hayat karşısında ölümün aniliğinin verdiği korku en büyük korku değil mi? çaresizlik. sessizlik. the body...

işte danny'nin bu fani ölümü son derece başka yerlere yazılabilirdi. olmadı. sonrasında clara'nın gözünün dönüp doctor'u anahtarlarıyla tehdit etmesi doğal bir tepkiydi. ah keşke bir de o aşkın gerçekten the aşk olduğunu göstermeyi başarabilselerdi. hayır neden başaramadıklarını da anlatamıyorum. Appalapachia diye bir dünya var diye yazıyorsunuz, inandırma kudretiniz var. ama bunu yazamadınız. inanılmaz yani inanılmaz. neyse efenim, orada doctor'un sözlerini zaten ayrı bir entry olarak yazdım. ama işin özü, danny'nin ölümü beni sarmadı.

doctor tabii ki clara'yı yalnız bırakmadı ve danny'e götürmeyi teklif etti. doctor being the doctor. canım benim. bence bu noktadan sonra anlatılanlar çok çarpıcıydı. three words.

"Don't cremate me"

kanım dondu.

ruhum çekildi.

such an imagination.

such horror.

bravo doğrusu. ne diyeyim başka? keşke bu yaratıcılığı başka yerlere bağlayabilseydiniz diyorum şu an. çünkü:

efendim ben doctor who'da en çok rose tyler ve donna noble'ı severim. rose tyler tanıdığım ilk companion, donna noble ise tanıdığım en komik, en tutarlı, en umarsız companion'dır. sonrasında pond'ları da çok sevmişimdir ama dedim ya, rose tyler ve donna noble'ın yeri bende ayrıdır. bu karakterlerin geçmişteki maceralarını reddeden, olmamış gibi yapan, yok sayan herhangi bir şey görürsem hemen tanırım. bilirim çünkü. ekran karşısında bu iki karakter için ağlamış biri olarak onların hikayesine yapılan bir tutarsızlık beni zıvanadan çıkarır. çünkü yazarların emekleri ve dizinin tarihi bir yana, benim gözyaşlarıma yazıktır, günahtır.

işte efenim benim duyduğum anladığım böyle bir fiyasko da the master hakkında gerçekleşmiş. doctor who'nun master'lı, martha'lı bölümleri hiç bir zaman benim favorim olmamıştır. zaten martha'yı bir kenara koyuyorum ezikler eziği olarak ama master da beni pek saran bir karakter olmadı hiç bir zaman. onun delilikleri pek tarzım değildi. ama bazı insanlar da onu benimsemişti benim rose ve donna'cığımı benimsediğim gibi. işte efenim herşeyi düşünüp taşınıp teee geçen sezonlardan master konseptini getirmelere kalkmak bence büyük bir haksızlık oldu. create. new. shit. işiniz ne allah aşkına ya?

velhasıl, cyberman'in dark water'dan çıkması, clara'nın sözleri, three words güzel nüanslar olmakla birlikte ben bu bölümü hiç sevemedim. bir sonraki bölüm için de ümit dolu bakışlar attım beeeelki in a million years ortalığı toplarlar diye ama o da olmadı pek. kısmet dedim geçtim bu sezonu. yazık yani. çok yazık.

[Post Newsroom.]

it is such a pity when good tv comes to an end bebişler.

newsroom'u her bölüm, her sezon heyecanla takip etmiş, hem bilgilenmiş, hem orta yerimden çatlamış, hem mutlu olmuş, hem de üzülmüştüm. overall, ben bu dizideki herkesi -evvet ezikler eziği çiftler dahil olmak üzere- sevmiştim yahu. biteceğini öğrendiğimde o kadar hüzünlendim ki...

güzel yapımların sona ermesi beni cidden üzüyor. daha ne diyeyim?

üçüncü ve son sezonun altı bölümünü yayınlandığı haftalarda izlemeyip, tüm dizilerin tatile girdiği bir noktada, haftalara yayarak izlemek istiyordum. ancak maalesef bu gerçekleşemedi. diziler araya girdi, ondan 2 hafta sonra ben tüm bölümleri bitirdim a dostlar. 

tek tek bölümler üzerinden yorum yapmayacağım. ama şunu söylemekte fayda var. it went out with a bang! sezonun esas olayı yeterince entrikalıydı ve heyecanla kendisini izlettirdi bence. youv diyerekten bu gazetecileri takdir ettim doğrusu. hey gidi yurdumun gazetecileri. neyse.

bölümleri izlemeyip kenarda biriktirdiğim süreçte bölümlerin özetlerine şöyle bir bakıyordum. gördüğüm bir cümle beni meraklandırmıştı ancak olanlar asla aklıma gelmemişti. üzdün be newsroom.

keşke yeni ekiple yeniden bir bölüm daha izleme fırsatımız olsaydı, kapışsaydık ve huzurlu bir şekilde yataklarımıza uzanabilseydik.

olmadı.

canın sağolsun the newsroom. emeğine sağlık aaron sorkin. iyi ki varsınız.

son not: izleyin, izlettirin yahu, durduğunuz kabahat!

04 Ocak 2015

[Penny Dreadful Post Season 1.]

yaz ortasında izlemeye karar kıldığım dizimi en sonunda izledim bitirdim a dostlar! doğrusu pek mesudum.

diziye başlama sebebimi, daha doğrusu nereden öğrendiğime ilişkin bilgileri paylaşarak anlatmaya başlayayım. efenim doctor who'nun büyük hayranlarındanım ben. tabii her şeyi ezbere bildiğim, dev hayranı klasmanında zirveye oynadığım söylenemez ama kendi çapımda diziyi tüm dikkatimle takip etmeye çalışan biriyim. işte bilenler bilir, doctor who'ya en başından başlamış biri olarak ilk doctor'u eccleston'ın yeri başkadır. işte ilk doctor'umla dünya alemi gezen companion'ın da yeri bende ayrıdır. evet, rose tyler'dan bahsediyorum. ikinci sezonun sonunda rose tyler'ın diziden ayrılması ile -her ne kadar daha sonraları yeniden konuk olup, time of the doctor'da yine yüzümüzü güldürse de- kalbimin çok kırıldığını söylesem yalan olmaz. tabii durumlar böyle olunce billie piper'ı twitter'da takiplerdeyim. işte kendisi penny dreadful hakkında birkaç birşey paylaştı, ondan öğrenmiş oldum dizinin varlığını. başrolde oynamıyor, hatta o dev iskoç aksanıyla tanıdığım rose tyler değil, hatta mı hatta bildiğimiz rose tyler değil ooooo görseniz şaşarsınız, ama yine de kendisini pek sevdiğimden radarıma girdi bu dizi.

dizinin geri kalanında yine doctor who alumni oynuyor diyebiliriz. timothy dalton oynuyor efenim dizide, birkaç kişi daha var yine doctor'a teyit geçen. tüm bunlar dışında josh hartnett var, kendisini pearl harbor'dan bilirim. veeee bond kızı eva green var. aman allahım eva green dizinin yıldızı, görmeniz lazım. dehşetlerden dehşetlere düşürmede maşallah bir dünya markası. tebrik ederim kendisini.

dizinin konusuna gelince, mevzu biraz doğaüstü. dizide yardımcı karakter olarak doktor frankenstein, ve van helsing var. dorian grey var (ben okumamışım bu öyküyü, derhal okuyup konsepte hakim olmam şart bence). dahası kaybolan kızını arayan timothy vampir mekanlarına filan giriyor çıkıyor. mevzu bir tane değil öyle, hem doktor'u görüyoruz, hem rose ve josh'ın hikayesini görüyoruz, hem van helsing ve bilimum kan analizleri ile vampirleri inceliyoruz (tanrım çok şükür the strain gibi değil, o kadar olsa benim yüreğim yetmezdi diziyi izlemeye) hemi de eva green ve kaybolan kız arasındaki arkadaşlık geçmişini öğreniyoruz. geçmiş dediğime bakmayın, sadece dev arkadaş kazıklarına ilişkin bir geçmiş değil bu, mısır tanrıçalarını filan da içeren bir mevzulara sahip. hey gidi hey.

uzun uzun her bölümde neler olduğunu yazmayacağım. ama şunu söylemeden edemeyeceğim: bölüm 3: seance izlenmesi gereken bir bölüm. öyle güzel kız prototipine giren bond kızı eva green'in hakkını yememek lazım. kadın dök-tür-müş! inanılmaz bir bölümdü.

daha sonrasında yedinci bölüm: possession ile birlikte yeniden kan dondurmaya devam ediyor eva green. ay zaten ben böyle exorcism konulu şeylerden çok çok çok ama çok korkarım, nasıl izledim hiç sormayın. ama korkunç sahneler yoktu da, kadının bakışları, o bitkin hali beni benden aldı. soluğum kesildi yeminle. tamam, rüyalarıma girdi demeyeceğim doğruya doğru, ama kadın gerçekten rolün hakkını vermiş. on yüz bin milyon takdir points. bravo.

velhasılı kelam, sezon çok ince bir konuşma ile bitiyor ve ikinci sezona doğru yol açıyor. merakla beklediğim bir ikinci sezon olacağı kesin çünkü hala tamamen aydınlatılmayan yerler var (dorian'ın baktığı portre nedir allaasen?) ve eminim more is coming (uuu beybi beybi it's a wild world -rose tyler'a neler olacağdı-)

in the meantime şu yorumu bağıra çağıra söylemeden edemeyeceğim:

YOU UNAPPRECIATING PIECE OF SHIT, MAY THE HELLFIRES DEVOUR YOUR WORTHLESS SOUL ULAAAAN!

(spoilerdan çok pis kaçıyorum ama yedinci bölümün sonunda şu yorumu bana dedirttiniz, yazıklar olsun be yazıklar olsun, başına taşlar düşsün)

kıssadan hisse: izleyin a dostlar zaten sekiz bölüm ilk sezon. içimden bir ses devam etmekten de pişman olmayacağımızı söylüyor, o ayrı. sevgiler, saygılar.

aaa bu arada dizinin adı hakkında dipnot: The title refers to the penny dreadfuls, a type of 19th-century cheap British fiction publication with lurid and sensational subject matter.

[American Horror Story Freak Show E6-10.]

efendiiim, kısmet bu sezonu üç parça halinde yazmakmış, ne diyeyim diyerek söze başlıyorum. freak show sezonu hakkında bir tane yazı yazdıydım ilk beş bölüm hakkında, şimdi bir sonraki 5 bölümden bahsedeceğim. daha sonrasında ise herhalde son üç bölümü tek bir yazı ile yazar sezonu tamamlarım. şimdi tabii malum birkaç hafta geriden geldiğim için herşeyi tüm netliğiyle anımsayamıyorum. bu sebeple önce konuya girmeden genel yorumlarımı yazıp mevzuları anımsamaya çalışacağım.

efenim bu sezon bir önceki sezondan sonra biraz sönük geçiyor, ne yalan söyliyeyim. üzülüyorum desem yalan olmaz... benim bilimum jossverse, charmed ve diğer doğaüstü dizilerimin üzerine coven sezonu dünyanın en güzel dizi hediyelerden biri olduydu benim için. tabii bir de kadroya eklenen oyuncular filan diziyi bambaşka zirvelere çıkardıydı benim için. yani özetlemek gerekirse  ilk sezon en korktuğum sezon oldu, ikinci sezondan öyle korkmadım -belki de alıştım yauv- ama heyecanla takip ettim, üçüncü sezonda zirvelerin ötesinin ötesi olaraktan bütün büyüler ve senaryonun her satırı ile benden geçtim, dördüncü sezon ise herşeyden sonra accayip sönük kaldı yauv. yine herkesin dev oyunculukların yanında çılgın çılgın freak'liklere bürünmesi bence başlı başına çok etkileyici. ama korku unsuru çok eksik kaldı. of.

palyaço hikayesini toparlayıp bitirdiniz, e kızcağzın babasını öldürmediniz, bir tane freak avcısı adam çıkardınız, milleti paketleyip götürüyor rollerinde ama o çok sönük kaldı. dandy'nin öldürdüğü kadınlar, kan banyoları bilmemneler, fantaziler filan, kötü bir dexter sezonu gibi. mutsuzum doğrusu. dilerim sezonun son birkaç bölümünü dev olaylar ile bağlarsınız.

batmayan molly brown'cığım kathy bates'in ölümü, six feet under ruth'cuğumuzun ölümü, ma petite'in acıklı vedası diyebileceğim ölüm ve maalesef desire'nin hayatını değiştirecek doktorun katliyle birlikte accayip yavan kaldı bu dizi. tam heyecanlı bir yerde bitecek, aman jim'in elini buldular, esmeralda düştü bayıldı, ne olacak, desire bu işin ortasına çomak sokar filan derken bir de sezon arası yaptınız ki artık iyice şahtınız şahbaz oldunuz.

bu hafta başlayacak -daha doğrusu devam edecek- sezonun geri kalanı için yüksek ümitlerim var. geçen sezonlarda jessica lange'ciğim tek başına aldı yürüdü sezon finallerinde. ha gayret, yine öyle bir son yapın, seyirciyi coşturun çocuklar.

inanıyorum, bunu yapabilirsiniz.

[The Sleepy Hollow S2E11.]

uzun süredir yazmıyordum, tam da sezonun geri kalanının başlamasına bir gün kala sezon arasında kaldığımız yer hakkında biraz yazmayı bir borç bilirim.

efenim ne kılıç kaldı, ne şeytana satılan ruh, ne çocuğumuzu kurtaralım telaşesi kaldı, ne de en yakın arkadaşların dövüşmesi. sleepy hollow koptu gidiyor, takip edemiyoruz ayol!

doğrusu geçen sezon daha güzel bir dizi olan sleepy hollow, bu sezon birazcık vasat hale geldi. her ne kadar her bölümü seve seve izleyip, güzel tarihi göndermelere gülümsesem de, geçen sezon ichabod ve abbie arasındaki bağın güçlendirilmesi ve dahi daha da derinleştirilerek anlatılması beni mutlu ediyordu. bu sezon bu konuda biraz zayıf kaldılar. tabii katrina'nın gelişi ve ikili ilişkilerin sorgulanması süreci de güzel bir baharat olabilirdi ama onların bağları daha güçlü olmalıydı ve çok sönük kaldı zannımca. neyse efenim, velhasılı kelam moloch'a karşı dev zaferler elde ettik etmesine ama arada maalesef detektif bey amcaya veda ettik, artıkın tanrı onun ruhunu korusun demekten başka birşey gelmiyor elimizden.

ümit ediyorum ki gelen bölümler abbie ve kız kardeşinin, sarışın herşeyi bilip bulan oğlan, ichabod ve katrina'nın bağlarını daha da güçlendirici şekilde anlatır da ilk sezon gibi tadını damağımıza bırakan bir ikinci sezona imza atar.

haydi hayırlısı.

[Homeland S4E12.]

oldu mu şimdi, oldu mu yar?

evet homeland'in sezon finaline olan yorumlarımı bu şekilde özetlemek mümkün.

geçen haftalarda heyecan dalgasının doruklarına çıkıp çıkıp indiydik, maceralara koşmuş, bombalar patlatmış, süikastlerden kurtulmuş ve ordan oraya savrulmuştuk. e tabi doğal olarak bu kadar heyecanın üzerine yine zirvede bir sezon finalini de bekliyorduk. ama beklenen olmadı a dostlar.

tam  bir epilog havasıyla geçip gitti sezon finali. doğrusu ne carrie'nin çıkıp gelen annesi umrumdaydı, ne de saul'un entrikaları. tek umrumda olan quinn ve carrie'ydi. yazıklar olsun yine bu ikili arasında birşey göremedik. inşallah öteki sezon quinn'ciğim ölmeden dönebilirse ümitlerimizi öteki sezona saklıyoruz.

overall yorumlarım ne diye sorarsanız, sezonun bütününden bağımsız düşünürsek bence sezon finali güzel bir bölümdü. tüm hikayeleri bir uca bağladılar ve yeni bir sayfa açtılar. bir sonraki sezon istedikleri hikayeyei yazacaklar, hazır bir noktaya vardık doğrusu.

onun dışında carrie'nin çocuğu ile olan ilişkisi, quinn'le ve hatta brody ile olan ilişkisine bakış açısındaki sorunların annesi ile olan ilişkisi bağlamında açıklanması ise çok temiz bir geçiş oldu. bravo doğrusu. kadının yaşadığı hayal kırıklığı ve öfkeyi hissettik en derinden. claire danes'e yeniden bravo doğrusu.

şimdi bu noktada daha ne diyeyim bilmiyorum. sezonun sonuna erdiğimiz dakikaları yazdığım şu anlarda sadece şunu söylemeden edemeyeceğim: geçen sezon (üçüncü sezon) oldukça vasat bir sezondu ve toparlanabileceğine inanmamıştım dizinin. ama senaristlere bravo, çok güzel bir sezon yazıp mevzuları çözdüler, beni yeniden diziye bağladılar. çıkmayan candan ümit kesilmez dedikleri böyle birşey olsa gerek.

keep up the good work çocuklar. öteki sezon aynen devam edin. görüşmek üzere.

[Once Upon a Time: S4E12.]

efendim yepyeni bir yıla ardarda gelecek yazılarla başlamanın vakti geldi de geçiyooor. en önce once upon a time ile başlayalım bakalım, haydi buyrun:

once upon a time yine dev bir sezon arası vererekten hepimizi fethetmeyi başlattı bence. herşey bir yana cruella devil, ursula ve maleficent'ı ekranda gösterdikten sonra benim hayal kırıklığına uğrama ihtimalim resmen sıfırın altına indi. yareppim ne büyük mutluluk tüm sevdiğimiz efsane kötüleri getirmeye başlamaları. ay lav abc, ay lav disney. zaten dalmaçyalıyı gördüğüm an uyandıydım ben bu duruma ama yine de karşımda görünceye kadar inananasım gelmemiş demek ki...

şimdi aklımda kaldığı kadarıyla son bölüm highlight'larından bahsedeceğim:

hey gidi rumpel ve belle. mevzuya en sondan başladım evet ama bence en can alıcı konsept buydu. belle gibi herşeyden habersiz mıymışık bir karakterin en sonunda uyanması beni baya şaşırttı. bravo doğrusu. güzel bir karakter gelişimine imza attınız. üstelik rumple'ın diğer kötü karakterleri bulmak yolundaki yolculuğuna da vesile oldun ya, valla çok teşekkür ederiz.

ikinci bir konu tabiikisi frozen ekibinden kurtulmamız. şimdi yanlış anlaşılmasın, ben bu ekibin varlığına gıcık değildim ama artık süreleri dolmuştu. güle güle gittiler iyi oldu. son dakkada o kapıdan geçme konusundan leap of faith'e de bravo. ben hiç anna'nın o topa gireceğini düşünmemiştim. neyse ki düğüne bağlandı mevzular. haydi hayırlı olsun.

şimdi son noktada tabii ki regina'dan bahsedeceğim. ya ağzınıza sıçayım sizin bu nedir ya, bu kadın bir kez mutlu olmayacak mıydı? vat dı fak iz dis şit? marian bayıldı, yine buzlar muzlar sardı saçlarını, hah bravo. tek çözüm herkesin defolup gitmesi değil mi? bezdim artık bezdim. bu kadın yardıra yardıra tüm kara büyüleri yapsın, şu mutluluğu yakalasın artık diye adak adayacak hale geldik.

efenim charmingler ne alemdeydi pek de dikkat etmedim, hook ve emma zaten beni pek ilgilendirmiyor. dolayısıyla bu önemsiz ayrıntılar hakkında yazmayacağım bile. ama overall şunu söyleyebiliriz ki dizim çok güzel bir kış arası yaptı, accayip tatlı bir yerde yepyeni kötülerin ipucunu vererek sezonu yarıladı ve tüm ekibi tertemiz bir hale getirerekten yeni maceralara hazırladı.

mart ayında görüşeceğiz a dostlar. till then, beware of the magic. uuuu.