brad pitt'i severim. angelina jolie'yi severim. bu çifti ayrı bir severim. dolayısıyla 10 yıl sonra film çektiklerinde bir görev bilinciyle filmlerini izledim. tavsiye de ediyorum dostlar. angelina jolie'nin açık kumral/sarı saçı ve brad pitt'in bıyığı bile bu harika çiftin güzelliğini bozamamış, birbirlerine güzel bakışlarını gölgeleyememiş bence.
film 70lerde geçiyor ve biraz ağır ilerleyen bir film. karı koca arasında bir gerginlik/sorun olduğunu hissediyorsunuz ama sorunun ne olduğunu çok da tahmin edemiyorsunuz. şahsım adına konuşmam gerekirse -spoiler free konuşacağım- ben ortadaki soruna ilişkin bir fikir edindim ve gerçekten de doğru tahmin ettim. böyle bir tahmine tabii ki flashback'ler, rüyalar yardımcı oldu. bakalım siz de yakalayabilecek misiniz?
efendim film vanessa ve roland'ın hikayesi. bu ikiliyi fransızca konuşurken görmek pek bir hoşuma gitti. angelina jolie'nin izlediğim bilimum filmlerinde (ve hayır, sadece tomb raider filmi yok bu kadının) bambaşka rollerde yakalamış ve taking lives'da fransızca konuşurken yakalamıştım ama bu filmdeki ortamdan ötürü ayrıca bir hoşuma gitti. hele de brad pitt'çiğimi fransızca konuşurken görmek garip bir şekilde mutlu etti beni.
neyse efendim, yazar rolan ve eski dansçı vanessa bir otele gelip burada tatil yapıyorlar. tatil bahane, roland kitap yazıyor. yazmaya çalışıyor. meanwhile, oteldeki yan komşularıyla tanışıyorlar ve eskiden kaloriferin olduğu yerdeki delik aracılığıyla gizli gizli izliyorlar. çiftin arasındaki gerginlik tırmanırken bir yandan da birbirlerine yaklaştıklarını görüyorsunuz. elephant in the room artık nedir diye meraktan çatladığınız noktada zaten herşey çözülüyor.
kendi kendinizi ne güzel bir çift derken buluyorsunuz.
birbirini tanımak ne güzel bir lütuf.
canımı yakmak istiyorsan vur bana demek ne kadar da acı.
film "fransız filmi" olarak nitelendirilip ağır ve yavaş ve anlamlı diyaloglardan yoksun olarak adlandırılmış bazı mecralarda ama ben yine de sevdim. hani on üzerinden yıldızlı pekiyi değil belki ama, sakın izlemeyin korkunç bir film noktasında da değil. izleseniz 2 saatiniz heba olmaz bence.
bu arada bir dipnot: yan komşulardan erkek tarafını tanımıyorum ama kız tarafını melanie laurent oynuyor. kendisini cesur sahneleri için tebrik etmekle birlikte, tontiş yeni evliyi oynamakta oldukça başarılı olduğunu söylemeliyim. ama eğer gerçekten muhteşem iki filmini sorsanız la rafle ve le concert filmlerini öneririm. kendisi inglourious basterds'da da oynuyor ama bu iki film bir başka. hatta izlemeye başlamışken kaçırmayın, night train to lisbon'u da izleyebilirsiniz bence.
Angelina Jolie etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Angelina Jolie etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Mart 2016
24 Haziran 2014
[Maleficent.]
en sonunda bir masalı da başka bir karakterin gözünden dinledik ya, valla artık huzura erdim desem yeridir!
evet dostlar maleficent'tan bahsediyorum. once upon a time'ın bu iş üzerinde bir etkisi var mı bilemeyeceğim ama kim bu filmi düşündüyse allah razı olsun. hep iyi karakter gözünden yazılan kazananlar tarihinden içimize fenalık gelmişti yetişkinler olarak.
efendim film uyuyan güzeldeki kötü cadı maleficent'ın (bundan sonra m diye bahsedeceğim yazmak çok uzun) nasıl m olduğunu anlatıyor. görünüşe bakılırsa onun kanatlarını kesip alan çocukken aşık olduğu çocuk, bütün bunları kral olmak için yapmış. tabii ki m bu durumu öğreniyor ve yaşadığı harika ülkeyi (krallığı) korumak adına heryeri dikneli tellerle çeviriyor. gudubet kral geçmeye çalışsa da tabii ki m'in sihrinden güçlü olamıyor. yıllar geçiyor ve kralın bir kızı oluyor. aurora the uyuyan güzel. m bu kıza bir lanette bulunup uyuyacaksın filan filan diyor. bu kısmı biliyorsunuz. bilmediğimiz kısım, m yıllarca aurora büyürken onu izlemesi, gözetmesi. dolayısıyla bir noktada pişman olup laneti çevirmeye çalışsa da başaramıyor. velhasıl, aurora'yı uykularından uyandırmak için kendi hayatını tehlikelere atıp şatoya giriyor. anam bir kavga dövüş derken kapana kısılıyor. bu noktada filmin başından beri beklediğimiz an geliyor ve m kanatlarıyla kavuşuyor.
burada ayrı bir paragraf açmak lazım. kral oğlanı m'in kanatlarını kestiğinde duyduğumuz çığlık beni derinden etkiledi. sadece m kanatlarını kaybettiği için değil elbet. o çığlığı ben mighty heart'ta da duymuştum. ürperdim. dondum kaldım. çok üzüldüm çok. angelina jolie'nin oyunculuğu daha çok bilinsin isteyenler derneği başkanı olabilirim. bir insan gerçekten kötü cadı olmak için yaratılmış olabilir mi? bu arada angelina jolie bu kadar zayıf mı gerçekten? dilerim böylesine zayıf değildir ve bir makyaj hilesi ile başbaşayızdır. kadın adeta kanatlarıyla bir olmuş bir fairy. inanılır gibi değil. kötü kadın gülüşü attığı anlardan aurora'yı şevkatle izlediği dakikalara kadar keyifle izledim filmi.
şimdi burada ayrı bir parantez açıyorum. efenim filmde aurora'nın (a diyeyim bundan sonra bunu yazmak da çok uzun) hayatını uzaktan izliyor m. tabii bu ne demek? bir de bebeklik evresi gerekiyor. şöyle birşey öğrenip adeta bir sevgi pıtırcığı oldum. meğersem sete bir sürü bebek gelmiş gerekli sahneleri çekmek için. ama angelina jolie tam kostüm ve makyajla tabii. boynuzlar siyah gözler filan fıstık. tüm bebekler korkuyor ve ağlıyormuş. tek ağlamayan bebek kendi kızı olduğu için filmde onu oynatmışlar. ay ben bunu duyunca pür dikkat kesildim bakalım çocuğuna bakan anneyi görebilecek miyiz m'in bakışlarında diye. bebeği kucağına alırken o anne tutuşu resssmen gözlerimi yaşarttı. natalie portman'ın oscar konuşmasında söylediği gibi, galiba bir kadının en büyük rolü annelik oluyor. canım benim. pek sevindiğimdir.
peki verdict nedir, izleyelim mi RDIM derseniz, derim ki durmayın izleyin! biraz da kötülere hak verelim, biraz da insanoğlunun prenslerinin ne kadar açgözlü olduğuna ilişkin bir masal görelim. belki de gerçekçi olan ve çocuklarımıza anlatmamız gereken bu versiyondur. siz ne dersiniz?
evet dostlar maleficent'tan bahsediyorum. once upon a time'ın bu iş üzerinde bir etkisi var mı bilemeyeceğim ama kim bu filmi düşündüyse allah razı olsun. hep iyi karakter gözünden yazılan kazananlar tarihinden içimize fenalık gelmişti yetişkinler olarak.
efendim film uyuyan güzeldeki kötü cadı maleficent'ın (bundan sonra m diye bahsedeceğim yazmak çok uzun) nasıl m olduğunu anlatıyor. görünüşe bakılırsa onun kanatlarını kesip alan çocukken aşık olduğu çocuk, bütün bunları kral olmak için yapmış. tabii ki m bu durumu öğreniyor ve yaşadığı harika ülkeyi (krallığı) korumak adına heryeri dikneli tellerle çeviriyor. gudubet kral geçmeye çalışsa da tabii ki m'in sihrinden güçlü olamıyor. yıllar geçiyor ve kralın bir kızı oluyor. aurora the uyuyan güzel. m bu kıza bir lanette bulunup uyuyacaksın filan filan diyor. bu kısmı biliyorsunuz. bilmediğimiz kısım, m yıllarca aurora büyürken onu izlemesi, gözetmesi. dolayısıyla bir noktada pişman olup laneti çevirmeye çalışsa da başaramıyor. velhasıl, aurora'yı uykularından uyandırmak için kendi hayatını tehlikelere atıp şatoya giriyor. anam bir kavga dövüş derken kapana kısılıyor. bu noktada filmin başından beri beklediğimiz an geliyor ve m kanatlarıyla kavuşuyor.
burada ayrı bir paragraf açmak lazım. kral oğlanı m'in kanatlarını kestiğinde duyduğumuz çığlık beni derinden etkiledi. sadece m kanatlarını kaybettiği için değil elbet. o çığlığı ben mighty heart'ta da duymuştum. ürperdim. dondum kaldım. çok üzüldüm çok. angelina jolie'nin oyunculuğu daha çok bilinsin isteyenler derneği başkanı olabilirim. bir insan gerçekten kötü cadı olmak için yaratılmış olabilir mi? bu arada angelina jolie bu kadar zayıf mı gerçekten? dilerim böylesine zayıf değildir ve bir makyaj hilesi ile başbaşayızdır. kadın adeta kanatlarıyla bir olmuş bir fairy. inanılır gibi değil. kötü kadın gülüşü attığı anlardan aurora'yı şevkatle izlediği dakikalara kadar keyifle izledim filmi.
şimdi burada ayrı bir parantez açıyorum. efenim filmde aurora'nın (a diyeyim bundan sonra bunu yazmak da çok uzun) hayatını uzaktan izliyor m. tabii bu ne demek? bir de bebeklik evresi gerekiyor. şöyle birşey öğrenip adeta bir sevgi pıtırcığı oldum. meğersem sete bir sürü bebek gelmiş gerekli sahneleri çekmek için. ama angelina jolie tam kostüm ve makyajla tabii. boynuzlar siyah gözler filan fıstık. tüm bebekler korkuyor ve ağlıyormuş. tek ağlamayan bebek kendi kızı olduğu için filmde onu oynatmışlar. ay ben bunu duyunca pür dikkat kesildim bakalım çocuğuna bakan anneyi görebilecek miyiz m'in bakışlarında diye. bebeği kucağına alırken o anne tutuşu resssmen gözlerimi yaşarttı. natalie portman'ın oscar konuşmasında söylediği gibi, galiba bir kadının en büyük rolü annelik oluyor. canım benim. pek sevindiğimdir.
peki verdict nedir, izleyelim mi RDIM derseniz, derim ki durmayın izleyin! biraz da kötülere hak verelim, biraz da insanoğlunun prenslerinin ne kadar açgözlü olduğuna ilişkin bir masal görelim. belki de gerçekçi olan ve çocuklarımıza anlatmamız gereken bu versiyondur. siz ne dersiniz?
14 Mart 2012
[Based on a True Story: Angelina Jolie Filmography.]
ben bu yazıyı yazarken dünyanın dört bir tarafında öyle trajediler oluyor, öyle acılar yaşanıyor ki, eğer gerçekten doğaüstü bir yeteneğimiz olup onların sesini duyabilseydik delirirdik diye düşünüyorum. ama bazen zamanda yankılanan o çığlık sesleri sağır etmeyen, yakan, soluğunu kesen bir üslüpla ulaşabiliyor bize. çok çeşitli yollar var bu yolculuk için ama bugün ben birine odaklanmak istiyorum.
bahsettiğim bu acı hikayeler bana en kolay yoldan sinema yoluyla ulaşıyorlar. hafızama kazınıp kalbimi kavuruyor hepsi. soluğumu kesiyor, hıçkırıklarımla boğuyor beni. ama daha önce de dediğim gibi, uykumu kaçırdıkça daha çok seviyorum bu filmleri. çok daha büyük bir düzenin parçası olduğumu, kendi yaşadığım sıkıntıların üzüntülerin bu büyük düzende ufacık olduğunu hatırlatıyorlar bana. ufak sevinçler yaratıp nefes aldırıyorlar hüzünlü anlarımda. aklıma geldikçe bir kaç filmden bahsetmek istiyorum size. belki daha sonraki bir yazımda, çok daha özel bir filmden bahsederim...
medya insanları ikiye bölüp, bir taraf tutmaya zorlasa da ben bu çabaların hepsini gözardı edip sinema açısından yaklaşmaya çalışmışımdır hep. ünlü jennifercı angelinacı ikilemine düşmek gibi birşey söz konusu olmadı o yüzden benim açımdan. vay evliymiş, ayartmış, ayırmış. inanmadım. zaten bir süredir evliliği çatırdayan çiftin haberlerini okuduğumu hatırlıyorum. bittikten sonra ne olduğu beni pek alakadar etmiyor. bazısı da burun kıvırıp ne yaptı ki o sinemada der genelde. lara croft, wanted, salt, mrs.smith'ten başka film görmemiş insanların bu deyişi bende her zaman büyük bir acıma duygusu uyandırmıştır. bilmiyorsan sus erdemine ulaşamamış insanların hep uyandırdığı gibi. neyse lafı dolandırmadan geliyorum film konusuna. ilk bahsetmek istediğim film gia. too beautiful to die, to wild to live. aids'ten ölen bir süpermodelin gerçek hikayesi bu film. başka başka kesimler tarafından aman angelina bir kadınla beraber bıdı bıdı diye magazini yapılmış olsa da, gia karakterinin çöküşünü muhteşem bir şekilde gözler önüne serer angelina. üzüntüler, ayrılıklar, terkedişler, çıkarcı insanlarla dolu hayatında uyuşturucuyla birlikte dağılır gider gia. filmde kardeşinin ifadesiyle gia öldüğü zaman onu yataktan kaldırdıklarında vücudunun bir kısmı yatakta kalmış.bitmiş bir kadının hikayesi bu. mutlaka izleyi görün derim. arada girl interrupted'dan bahsetmek istiyorum bir de. angelina'nın osacrlı performansıdır bu. bu filmle ilgili de şu şekil yorumlarla karşılaşırsınız: aman bıçak koleksiyonu yapan manyak bir kadın o, tabi ki de o rolü oynar. bu yoruma yorum yapamayacağım, ama o filmden de çok etkilenmiştim. ama meşhur olduğu için ekstra bir kere daha anlatmayacağım. (gerçek hikaye olup olmaması konusunda da emin değilim pek) çok çok çok özel bir diğer filmi de "a mighty heart" filmidir. film gazeteci daniel pearl kaçırıldıktan sonra, öldüğü öğrenilinceye kadar karısı mariane'ın neler yaşadığını gösteren yarı belgesel tarzında bir film. mariane'ın hala yaşıyor olduğunu, bütün bu hikayenin çok yakın bir zamanda geçtiğini de vurgulamadan edemeyeceğim. filmde hamile olan mariane, tüm gücüyle ayakta durup bebeği, kendisi ve kocası için hayata tutunur. daniel'ın ölüm haberi gelse de aslında sahte bir haber olduğu, gerçek olmadığı anlaşılır. ama filmin sonunda gelen haber gerçektir. önce inanmaz. gerçek değil diğer haber gibi der. ama malesef bu haberi getirenlerin elinde bir de video vardır. mariane hala ol videoyu izlemediğini, asla izlemeyeceğini söylüyor. daniel'ın başını kesiyorlarmış hatırladığım kadarıyla. işte mariane videonun varlığından ve ölümün kesinleştiğinden emin olunca odasına kapanır ve bağırmaya başlar. öyle bir çığlıktı ki o çığlık. gerçekten hala kulaklarımda. dakikalarca bağırır. hayır hayır diye. sanki bağırsa, sesini yükseltse, boğaını yırtsa acısı azalacakmış gibi bağırır. filmin sonunda mariane'i oğluyla sokaklarda yürürken görürüz. gerçek mariane, angelina'ya filmi beğendiğini söylemiş izledikten sonra. beğenmemek ne mümkün. angelina jolie o sahneyi çektikten sonra baygınlık geçirmiş, kendine gelememiş. televizyonda veriyorlar bazen bu filmi, izleyin kaçırmayın derim. acı, evinç, aşk nasıl bir insanda can bulur bakın da görün. sonlara doğru yaklaştıkça bir filminden daha bahsetmek isterim. ama arada şu meşhuuuur antonio banderas'lı filmine değineyim. bu gerçek bir hikaye mi bilmiyorum. ama o filmde hapishane gibi bir hücrede yüzünde kalan yaşamın son renkleriyle o pişman, bitkin, mutsuz halini unutamayacağım. şimdi bir diğer güzel filme geliyorum. changeling. changing değil, yanlış yazmadım yani. changeling özel bir kelime. çocuk değiştirme anlamına geliyor. bu da gerçek bir hikaye. çocuğunu kaybeden bir kadının hikayesi bu. çocuğu ölen bir kadın değil, kaybolan bir kadın. bir gün eve geldiğinde çocuğunu bulamayan christine'in hikayesi. tüm gücüyle oğlunu arayan bir kadın o. zorla akıl hastanesine kapatılan bir kadın. akıl hastanesinde deliliğini itiraf ederse onu çıkaracaklarını söylediğinde, oğlunun isminden başka birşey söylememiş biri. daha sonra reverand rolündeki john malkovich onu oradan çıkarmaya geliyor. ama christine'i çoktan oradan çıkmış buluyor. aynı anda sokakta walter collins'in ölü bulunduğu haberini alıyor christine gazete satan çocuğu bağırışlarından. hani bir an gelir hayatınızda, dizlerinizin bağı çözülür. dilerim kimse bu duyguyu yaşamaz. hayır bayılmak değildir o his, ama bayılmaya benzer elbet. bayılmaya yakın önce başınız döner delice, gözlerini kapatıp, ellerinizi başınıza koyarsınız. sanki orada dönen görüntüyü kapatınca, başınızı tutunca geçicekmiş gibi o müthiş dönüş. sonra dizleriniz titrer. yalpalarsınız muhtemelen. hatta eğer ilk kez bayılıyorsanız bir yere tutunmaya çalışırsınız. ama sonradan anlarsınız ki yakın sandığınız yerler uzak, uzakta gördükleriniz hemen yanınızdadır. işe yaramaz. dizleriniz sizi kaldırmaz. son bir nefes verirsiniz. o korkunç duygu bitmiştir. artık geriye kalan tek şey önce seslerin, sonra görüntülerin geri geldiği dünyaya geri dönmektir. işte sanıyorum ki christine'in o yaşadıkları bu hisse benzer bir histi. ama 1 saniye içerisinde olan bütün bu değişimlerden sonra bayılmadı o. sıfırlayamadı. oğlunun ölüm haberinde takıldı. kaldı. daha sonra bir başka yerde çıkan cesetler arasında oğlunu bulmayı bekledi. bulamadı. onları tutan caninin elinden kaçan birkaç çocuk olduğunu öğrendi, o çocuklardan birinin ailesiyle kavuşmasını sevinç gözyaşlarıyla izledi. umudunu hiç kaybetmeden. yaşadı christine. işte bu kadına, bu olağanüstü kadına, anneye vücut oldu angelina. o yüzden ona duyduğum saygıyı kimse çatırdatamaz. her filminde beni darmadağın etmiş bu kadının ne yaptığı umrumda dahi olmaz, söyledikleri şeyi yaptığına dahi inanmam.
gerçek hayat hikayelerine gelince, insanoğlunun dayanma sınırlarının bu kadar geniş olduğunu görmek beni her zaman hem heyecanlandırıyor, hem de dehşete düşürüyor. çünkü öldüm bittim ben noktasını bulamıyor, korkuyorum. her şeye karşı ayakta durabileceksek, her acıyı bir şekilde bir süre sonra kaldırabileceksek acıdan korkmaz mı insan? hep normale dönüp, tekrar dibe vurmak. insan doğası. çok garip. diyorum ya, düşündükçe korkuyorum. o yüzden düşünmeyip izlemeyi tercih ediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)