31 Ağustos 2013

[Seftali Yolunda.]

Gecen gun yirmilik disinden ceken bunyeme biraz seker olsun diye seftali soydum. Onu yerken canim yanmaz dedim. 

Gozlerim yandi. 

Su an o ufak kasabaya dogru yoldayim. En sevdigim meyveler soyulmus gelecek yine. En cok gozlerim mutlu. 

20 Ağustos 2013

[Last Chapter of Amelia Pond.]

Hayir. Hayir bunu hala kabul edemiyorum hayir. 

Pondlarin gidisini hala kabul edemiyorum. Boyle bir huzun dalgasini ruhuma zorla isleten steven moffat, sozum sana. Sezon finalinden sonra senle olan defterlerimi kapattim ama canimi hala yakiyorsun, unutuldular sanma. 

Simdi prom 2013'teki last chapter of amelia pond'u dinliyorum. Bogazimda bir yanma hissi, mideme agrilar giriyor. Bunu nasil unutacagimizi dusunursun?

Sarki devam ettikce, vokal kadin sarkiya devam ettikce kalbim parcalara ayriliyor. Elim yuregimde, parmaklarimin arasindan dusen parcalari tutmaya calisirken muzik hafifliyor. Iste o an anliyoruz angel'in geldigini. O lanet notalar girdiginde, rory'nin gittigini goruyorum. Rory gidince ben de gitmek istiyorum arkasindan, amy durur mu? 

Doctor'u goruyorum. Yapayalniz bu adamin yine paramparca oldugunu goruyorum. Yine. Yine. Yine. 

Kabul edemiyorum. 

Doctor ellerini yuzune kapatip dizlerinin ustunde aglarken, biz masil iyi olabiliriz? Doctor, a word for healer. 

And this is how it ends. 

17 Ağustos 2013

[Film Sesi.]

Sinemada arka ortaya denk gelen yerlere oturmayi tercih ederim her zaman. Hatta soruyorum sizlere, bu sekilde tercih etmeyen var mi hala? 

Ama goruntunun yanisira bu tercihimin bir sebebi daha var. Daha dogrusu sebep degil bu, sonradan fark ettigim bir durum.  Arkada oturmayi seviyorum. Cunku arkada akan filmin sesini seviyorum. O duydugum ses, hic birseyin vermeyecegi veriyor bana. O sesin dinlendirdigi kadar hic bir tatil beni dinlendirmiyor. 

Canimsin ses. Cicimsin ses. 

16 Ağustos 2013

[Otobiyografi -15.]

Ne yazsam bilmiyorum bulamiyorum. 

Boguldum. Oksuruyorum, hala cikmiyor genzimden. Atamiyorum. 

[16 Agustos 2013]

10 Ağustos 2013

[Allons-y, really?]

10th Doctor: I don't want to go. 

Roger that. 

[Donmek.]

"I felt it. It was perfect."

Bu cumleyi bulundugum ufak kasabadaki her an icin kullanabilirim.

Dusunun ne kadar koyuyor geri donmek.

Oyle ki, uc ay da gecirsem, on gun de gecirsem ayni burukluk.

Hatta galiba ve maalesef az kaldikca burukluk artiyor.

Of. Of ki ne of.

[8 Agustos 2013 - Bayramin Ilk Gecesi.]

Bayramin ilk gunu sabahinda, bambaska dusuncelere daldiktan sonra bir de bayramin ilk gununun gecesini anlatmayi bir borc bilirim. Oyle harika bir geceydi ki!

Efendim hersey teyzemler dayimlar biz ve buyuklerden olusan ekibin bir eve sigmayacagi dusuncesiyle, disarda bir yemek fikriyle ortaya cikti. Sonra babam kuzenlerini cagirdi. Kuzenleri diger buyukleri cagirdi. Kuzenlerin cocuklari, kuzenlerin kuzenleri filan fistik derken dostlar, 25 kisilik bir ekip oluverdik! Oyle bir ortam dusunun ki, masadaki heerkes birbiriyle kuzen. Inanilmaaz bir muhabbet geyik olusuverdi. Derken efenim calgi ilar geldi, babam akordeonu cikardi, dokuz sekizlikten girdik mi olaylara ooooh. Tek sikinti servisin cok cok cok yavas olmasi oldu. Daha masada ekmek yokken rakinin gelmesi ile baslayan bir gecede icilen icki silsilesi cilgindi cilgin!

Simdi geliyorum gecenin en buyuk bombasina. The cocukluk kahramanlarim! Babam annem dayim teyzemden duydugum dost adlarinin yuzlerini o gece gordum! Her gecenin sonunda suya atilan p'yi gordum ayol, otesi olabilir mi?

Dahasi, cocuklugumun en cok konusulan hikayesinin karakterini tanidim. Efendim ben cocukken dayilarim benim kahrimi cok cekmistir. Ordan oraya sirtlarinda gezdigim dogrudur evet. Bir gun yine camliktan donerken dayimlar yine beni sirtlarinda tasiyarak getirmisler. Ama son 200 metrede halleri kalmamis. Dayim da artik sirt yok yurumen lazim demis. Ben diger dayima donup sen beni tasiii demisim. O da yillar sonra anlattigina gore dayimin otoritesini sarsmamak icin kabul etmemis. Velhasil benim gozlerime bakip yuruuuu tas arabasi demis. Yareppim yol boyu bagira bagira aglamisim bana tas arabasi dedileeeegr diye hirsimdan amma kendimi sirta cikaramamisim. Iste bu hikayenin bir diger kahramani i abi ile de tanistim bu gece. Onlar tesadufen bizim yemek mekanina gelince herkes birbiriyle selamlasti sarildi tabii. Ben de kalktim, dedim bu ekibi gormem sart. Karsisina ciktim ve ben o meshur tas arabasiyim deyince yuz ifadesini gormeliydiniz. Kavusmak boyle birseydi herhalde. Yillar sonrasinda cocuk ve genc, genc ve adam olarak bulustular.

Sonrasinda icki, sonrasinda teyzemle muhabbetler, sonrasinda i abi ile kardesime satasmalar, sonrasinda bol keseden dayilarimin genclik hikayeleri, kahkaha, muhabbet, yillar ve yollarin su gibi akip gecisi.

Gecenin sonu geldiginde saat dorde geliyordu, ama sanki daha yeni baslamis gibi bir enerji, hic bitmeyecek gibi bir ruh hali, ailecek daha da kaynasmanin coskusu ve cocukluktan cikip dayilarla teyzelerle kadeh kaldirmanin enteresan zaman algisi ile basbasaydim.

Ne hikayeler, ne dostluklar sigmisti bu ufacik kasabaya, inanilir gibi degil.

Daha nicesi benim basima insallah dedim ama bir yandan da gulerek korktum, aman o kadar da degil diyerek a dostlar. Heh. Kayitlara gecsin bu gece.

Cocukluk kahramanlarimla tanistigim, ailecek bayram yaptigim gece, 8 Agustos 2013 gecesi.

09 Ağustos 2013

[Bayramin Ilk Gunu: Mad Mind in a Body, sort of.]

Bu kelimeleri yazarken arka fonda "mad man in a box" caliyor tum haunting etkisiyle. Yazacaklarima daha uygun dusecek bir baska sarki aklima gelmiyor su an, belki anjelika akbar...

Dun bayramin ilk gunuydu malum, aile ziyaretleri yapildi. Once babaanneme indik. Oraya babamin dayilari ve kuzenleri de gelmisti, bayramlastik. Sonra annemin teyzesi ve yengesine gittik, teyzoslar be dayicimlar da oradaydi, bayramlastik. Sonrasinda babamin dayisina gittik iadei ziyaret gibi. Sonra babaannemle anneannemlerin halasina gectik.

Sonra anneanneme gittik. Babamin teyzesine. Annemin anneannesine, dedesine. Babamin anneannesi, dedesine. Annemin buyuk dedesine, buyuk ninesine. Ama onlar, aslinda burada degildi. Artik burada degillerdi ve hep buradalardi aslinda.

Dusundum... Mezarlikta duraklari artinca mi yaslanir insan? Yoksa gencligin bir emaresi midir bu artan duraklar?

Dusundum... Her bayramda, her bayram arifesinde cocuklarini ziyaret eden ana babalari. Cocuklugunun, kayip giden buyuklerinle gittigini bilmek bir baska olsa da, icinden bir parcanin sen daha buyumeden, buyuklerden sayilacak yasa gelmeden senden alindigi dunyayi dusundum. Ben gecirdigim tum guzel zamanlar ve tatli anilara ragmen gozyaslarima engel olamazken, turk bayrakli kabirlerin tertemiz haldeki mermerlerini, cicek dikilmis topraklarini dusundum. Bogazimda dugumlendi solugum. Keske dedim, keske ve insallah kimse cocuklarini ziyaret etmek zorunda kalmaz boyle. Insallah, insallah.

Sonra arka taraflara yururken gozume bir kipirti carpti. Orada, mermeri solmus, mermeri kirilmis, bakimli, bakimsiz ve bazen sadece yerdeki tumseklerin isaret ettigi mezarlarin arasinda, bir mezar tasinin uzerinde bir sincap suruyordu, agzinda bir parca meyve. Olumun ortasindaki bu hayat, gozlerim dolu dolu ilerlerken ne guzel de kesivermisti yolumu.

Dusundum... Mezarlik, hayatin bir alegorisiydi sanki. Solmus, kirilmis, bakimsiz, bakimli, bazen sadece sekillerin varliga isaret ettigi unutulmuslarla dolu bir insan toplulugu. Aralarinda gezen baska insanlar, worldly insanlar.

Dusundum... Aslinda ne garip, yuzyillar oncesinden kanimiza karismis olan sekilcilik, sembolculuk ve i dare say it putculugu asamiyoruz, zihnimiz, gonlumuz izin vermiyor. Asla yanlis anlasilmasini istemem zira ben de anneannemi, dedemi ve diger buyuklerimi ziyaret ettigimde bambaska bir huzur duyuyorum. Ama aslinda gulusleri, sesleri orada olmayan, cay bardaklarina bir daha asla dokunamayacak, badem kirip kapini calamayacak kisileri gormeksizin onlari gormeye gitmek oyle garip ki... Duanin yeri mi olur demeyin, olmaz ki... Heryerde dua edebiliriz, O duyar oyle degil mi? Duyar, biliyorum. Ama yine de, bir sekilde alegorinin icindekilere gidiyoruz, dualari orada okuyoruz, ne garip. Sanki evden okuduklarimiz onlara gitmez gibi, sanki baslarinda okusak onlarin duymalari daha kolay gibi. Ne garip... Tumsek halinde topraga bakarken hissettiklerimizle, kabri yapilmis mezartasli topraga bakarken hissettiklerimiz farkli. Neden? Neden bu ad koyma telasimiz. Telas mi bu? Craving degil mi? Bir seylere yine sahip cikma, hatta daha ziyade onlara ait olma hissinden vazgecmek mumkun mu? Hic sanmiyorum.

Iste bayramin ilk gunu bunlari dusunurken buldum kendimi. Surcu lisan ettiysek affola. Ama bazi seyleri sesli dusunmezsek, cildiririz gibime geliyor. Yalniz miyim? Biri bana soylesin ne olur.

05 Ağustos 2013

[Nonsensical Talking.]

Bir yazinin sonunda aklimin bir kosesine dusen bu jibber jabber'i tamamen silip atmak, zihnime dusmemis olmasini dilemek ve bisikletten dusen cocuk misali cozur cozur tenturdiyotlamak arasinda bir yerdeyim su an. Yara izlerine tenturdiyot surmek pek bir degisiklik yaratmiyor biliyorum. O yuzden kayda gecmemde ne bir sakinca var, ne de kendimi sakinacak bir his. Ama sunu soylemek lazim, ne yazik ki i let the jibber jabber talk begin. Both in past and present tense. 

Bes bucuk saat icinde gun dogumunun yon degistirdigi bu sehirde kulagimda orhan veli cinliyor. Bambaska bir yer ve bambaska bir zamanda, siir yazip eskiler alan, eskileriyle muzik alan, eskileriyle yildizlari degistiren bu adami ozluyorum. Soyleyin bana, hep tanidigimiz adamlari mi ozlemek lazim? 

Havada altin tozu, belle, triste, seule... Boguluyorum. Oyle bir an ki bu an, gunes dogmus, evlerin isiklari hala acik. Oyle bir kifayetsizlik. Farkindalik ama aslinda tenezzul etmemek. Isiklari kapatmak icin ayaga dahi kalkmamak, oylece yanip durmalarina izin vermek. Ustelik de elektrik olmadan, kaynak jeneratorden yediklerini bile bile. [icten ice daraliyorum, acaba bu yazdiklarim baska birinin gozlerinde bir meal bulmaya kalkar mi diye. Bulmasin. Bulamasin asla. Cunku yara izleri kaybolmadikca insan onlar yokmus gibi yapamiyor. Peki ya kaybolsa? Kayboldugu gun, yok gibi yapsa yeniden insan, ben? Yok olmus gibi yapinca unutmus sayilir mi? Hayir. Hayir. Unutmak, hic bana gore degil. Biliyorsunuz. Sefiller'de jean valjean'in 24601 mahkum numarasini bile bilirken, kendi kalp mahkumiyetimi ve dahi malubiyetimi nasil unuturum?

Iste, simdi bes bucuk saate aldirmaksizin kuslar da basladi otmeye. Tek diyecegim var artik su saatte, onu da edith piaf coktan soylemisti benim yerime. 

Arrêtez! Arrêtez la musique!

[Bes Bucuk Saat.]

Tam bes bucuk saatte geldim bulundugum yere. Otogara vardim, aldigim koltuga oturdum ve hareket ettigim andan bes bucuk saat sonra evimdeydim. Bes bucuk saat. 

Tam bes bucuk saat sonra geldigim noktada simdi gunes arkamdan doguyor. Bes bucuk saatte yonum degismis. Aydinlik arkamdan yukselir olmus. Ufuk, ters donmus bu kadar kisa bir sure icinde. 

Yalnizca gunes degil, yildizlar da sasirmis yonunu. Sehir isigini kaybederken, gokyuzu aydinlanmis. Belki de sehrin isigini kaybetmesi, bir yenilgi degil de teslimiyetmis yildizlara. Belki de bu kadar cok isigin icinde kor oldugumuzu fark edebilen, sadece ufak sehirlerin icindeki ufak kasaba insanlariymis. Anadolu'yu boydan boya asarken gordugum koylerdeki o ciliz isiklarin sahipleri, bitirdigi okullara gidecek cocuklari, torunlari, torunlarinin torunlari ve belki de hic bitirmedigi okullari bitirmeyecek olan ailelerinin devamiyla, isiklar icinde oturan bizlerden daha cok okumustur yildizlari. Bizleri tanimlamiyorum ama anliyorsunuz degil mi kim oldugumuzu?

Oh my stars! Iste sadece bunu yazmak vardi aklimda ama nerelere geldim bes bucuk saatte goruyor musunuz? Yetiskinligimi biraktim, ev sahipligini biraktim. Cocukluguma geldim bes bucuk saatte. Cocuklugumun muhtesem anilarina geldim yerinde yeller esen. Ufkun degistigi bu ufak kasabada artik dalip dusundugunde gozlerinin dolmasina engel olamayan, gozyasi incileri doken dunyadan kiymetli annemin ellerini tutup, ona sikica sarilip gozyasi dokuyorum. Hani agladiginda, gozyasi doktugunde banyoya giren ben var ya? O kisi artik ben degilim, bes bucuk saat onu da aldi goturdu. Diyorum ki "Gozyasinin tuzuyla kulagi cinlatilan guzel anilari yikamak neden?" Cevabi bulmaya korkuyorum. Artik yetiskinligim kalmadi bu sehirde. Evin buyuk torunu, kahvaltida yumurtami soy anneeea diyen ilk cocuk, evlerin kisa sureli misafiriyim ben. An geliyor "yi cocuum sen, oralarda yok boylesi" nidalariyla yeniden o yetiskin ve ev sahibi zihnine kapildigim oluyor ama hic istifimi bozmuyorum.  

Oysa belki de bedenimin bir zamanlar yildiz tozu olan parcalar butunu oldugunu dusunmek bana daha da iyi gelecek. Artik kisa vadelerde bu zihin degisiklikleri beni yoruyor, biliyorum. Hayir, bu yorgunluk bugun sabah karsi gozlerimi salonda actigim dakikalarda google search ile kesfettigim enteresan blog yazisi gibi, to believe or not to believe meselesi degil. By that analogy, god is god, to me, too. Ama bir ben var benden iceri'den ziyade, bir ben var benden disarida diye dusunmek, daha bir all inclusive package olacak gibi gorunuyor simdilik. After all, bes bucuk saatte insanoglu kus misali mantigiyla geldigim noktalara bakin, belki de hayirli olan yildizlar toz misali demek lazim, yildizlar havai, yildizlar gezgin, yildizlar degisken. O zaman bu ani zihin degisikliklerini aciklamak daha kolay olur. Minik dunyamin yolculuklari, yerini galaksileri olusturan o buyuk patlamanin merkezindeki atomlardan birinin uzuuuun yolculuguna birakir da bes bucuk saat onemsiz kalir belki. Kim bilir? Kim bilir diye sormam bir tesaduf mu acaba baska yazilarimin sonunda da?  Acip yeniden okudum mu? Hayir. Bu bir subliminal mesaj mi? Daha da cok hayir. Bence bu noktada mesaj verme kaygisini coktan gectigim asikar. Degil mi? Better be. Oh my stars!