İspanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İspanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
06 Ağustos 2012
[İspanya twitleri düşsün ortamlara efendim.]
Efendim olabildiğince yazıp not aldıklarım bunlar oluyor, en yenileri ilk başlarda kronolojik sırada. Şimdi okurken bile gül gül öldüm, tadından yenmez, gülün eğlenin dostlar.
Diana yollara dokuldu!
E'nin ustune saga sola sapka koyuyolar ondan biraktim
En iyisi anne kiz paketi
Ruj ne demek nereye suruluyor
Ingilizce guzel konusuyorsunuz, ben ingilizim ondan
Abi koymaa
Gaudi'ye benzedi
Anasi zor makarna buluyo kiz hala glutensiz makarna tukettiyo
39 tane brosur alir evin muhtelif yerlerine dagitirim
Keske balo kiyafetimi getirseydim bugun titanic'e gidicem
Baska dilde konnusurken neden bize yol soruyor
Ortadogu anadolu turkuleri, muzeyyen senar yapicez
Reina top atar
Iki oldu yeni acildi memleket hey allahim yaaa
Ekmek kuran carpsin ki kar elde etmiyoruz
Sonra yarim saatte bir cise dururuz artik.
Nerdeler
Bi seni bi ziraat bankasini
Poti kare denir
Toledo benim icin ekoseli
Yemin ederim toledo'yu hatirlamiyorum
21. Yuzyil cingenelerini yasiyoruz
Kapi kapi gezdigimiz icin bohcaci kari gibi
Ay mikrobiziiiiiim
Damardan vericiiz bir gun
Sightseeing'imiz 15 dakka yemek 3 saat
Taksilerde pavlovun kopegine dondum lan
Costa de sol'e gelicez, deniz'e de mail aticez malaga'da seni andik diye
And also credit card [eliyle hareket stayla]
Reisogluyla askimiz o zaman basladi
Scim scan yaptik
Oguzman ayagina dusmus
Aq picasso dag basinda oturuyormus
Ben neden flort yasimi buyutemiyorumm?
Pica collo icelim mi
Dond estas'I annlamadi yalniz bu taksici
Sicrar.
Ben galiba yaptim kii
Cisim var [slakkadanank] go ahead!
Tissuymus, tissue deyince neden anlamiyorlar, angut bunlar.
Yasiyor adamlar kardes
Burak'im! [Tak tak]
Ne ya benim tereyagim
Ikinci pipeti alabilir miyiiim?
Piña colada cok iyiymis yalniz
Post office var mi yakin bi yerde, hani sari olan??
Ateslendim, dondurma yalamak istiyorum su an!
Cikar telefonu cikar telefonuuu
Donis mujen ve biz!
Allah bunlara goya moya vermis ekmegini yiyolar, yoksa tembel bunlar anacim
Gaudi yaptigi esere bakmak icin geri geri yururken tramvay carpis olmus!
Ayol kadin karadul gibi geziniyor ortalarda
Bildigimiz cin bu be
Bey devesi!
Donis kim yaa
Sevilla otobusunde titanic sergisi reklami gordum lan! Barcelona, kosarak gelliyorum sana
Cis bank
Anam oguzman getireydik 15 dakkada uyuyakalirdin!
Ozgur willy olmus mu?
01 Ağustos 2012
[29 Temmuz 2012, Toulouse - İstanbul.]
Gözlerimi açtığımda sınırı geçmiştik bugün, saat dokuz sularıydı. ama kanıma sangria'yla, endülüs'le ve hola'larla karışan ruh, hala ispanya'daydı. kasada söze bon jour diye başlaıp çıkarken gracias demem uyku mahmurluğu değil, bu yüzdendir evet. ama yine de fransız sularına girmenin bende yarattığı huzur ve mutluluğun tarifi yok galiba. anlayabildiğin dil, anlayabildiğin yüz ifadeleri, dergi kapakları... yok yok, açıklama değil bu. sanıyorum koca bir ülkeye tek sebepten olayı sevgi besleyebiliyorum ben. fransa edith piaf'tır. edith piaf harikadır. fransa harikadır tadındaki aristo mantığıma biri dur demesin! çünkü ne olursa olsun durduramıyorum heyoooo. tabii edith'le de sınırlı değil, victor hugo, esmeralda, cafe de la paix, rue saint honoré, louvre rivoli gibi bilimum mantıklar kurma potansiyelim var.
neyse efendim bir süre sonra havaalanına geldik binbir şaka espriyle. gruptan son dakika bombaları patladı, b'ciğim uykusuzlukla en sonunda susun len sabah 6 tadında yorumlar yaptı, niğdeli abi oh be en sonunda biri söyledi dedi filan, çok hoştu. hele de o fransız benzincide durduğumuzda "aaaaa resmen fransa'dayız baksanıza, burada koltuk masa yok, stand usulü" deyince dizlerimin üstüne çökp güldüm itiraf ediyorum. uykusuzluk, sen ne esprilere kadirsin!
havaalanı faslını anlatmıyorum. ama şu kadarını söyliyim, tabii ki medeniyetin beşiği fransa'nın minnoş havaalanında bile ok exclusive buldum! uçağın yarısında fosur fosur uyusam da diğer yarısında tüm havadisleri aldım. newsweek elizabeth'in 60. yıl özel kutlamaları sayısını ise uçağa binmeden keyifle okudum. istanbul'a vardığımızda daha uçaltan inmeden saatler kontrol edildi ve trafik var mıdır soruları başladı. istanbul'un saçma gerginliği bünyeleri sardı. önümüzde oturan "üç bacılar" (grubumuzda insanların nickname'i var evet çok sempatiğiz youuuuv) aman rahat olun çocuklar en iyisi olur inşallah dedi. indik, son paramı daiquiris ve pina coloda'ya verdim ve taksiye binip evin yolunu tuttum.
ispanya macerası burada bitiyor dostlar. daha niceleri dileğiyle demek istiyorum ama sevgili b bambaşka bir cümle söylediydi, en güzel dileğin o olduğuna karar verdim onu yazacağım.
tatil yapacak bol zamanımızın olabilmesi dileğiyle...
neyse efendim bir süre sonra havaalanına geldik binbir şaka espriyle. gruptan son dakika bombaları patladı, b'ciğim uykusuzlukla en sonunda susun len sabah 6 tadında yorumlar yaptı, niğdeli abi oh be en sonunda biri söyledi dedi filan, çok hoştu. hele de o fransız benzincide durduğumuzda "aaaaa resmen fransa'dayız baksanıza, burada koltuk masa yok, stand usulü" deyince dizlerimin üstüne çökp güldüm itiraf ediyorum. uykusuzluk, sen ne esprilere kadirsin!
havaalanı faslını anlatmıyorum. ama şu kadarını söyliyim, tabii ki medeniyetin beşiği fransa'nın minnoş havaalanında bile ok exclusive buldum! uçağın yarısında fosur fosur uyusam da diğer yarısında tüm havadisleri aldım. newsweek elizabeth'in 60. yıl özel kutlamaları sayısını ise uçağa binmeden keyifle okudum. istanbul'a vardığımızda daha uçaltan inmeden saatler kontrol edildi ve trafik var mıdır soruları başladı. istanbul'un saçma gerginliği bünyeleri sardı. önümüzde oturan "üç bacılar" (grubumuzda insanların nickname'i var evet çok sempatiğiz youuuuv) aman rahat olun çocuklar en iyisi olur inşallah dedi. indik, son paramı daiquiris ve pina coloda'ya verdim ve taksiye binip evin yolunu tuttum.
ispanya macerası burada bitiyor dostlar. daha niceleri dileğiyle demek istiyorum ama sevgili b bambaşka bir cümle söylediydi, en güzel dileğin o olduğuna karar verdim onu yazacağım.
tatil yapacak bol zamanımızın olabilmesi dileğiyle...
[28 Temmuz 2012, Barcelona.]
Bugun oglenlere kadar uyuyup miskinlik yaptiktan sonra gozlerimizi parc
guell'de actik. Gaudi'ye omru boyunca destek veren sehrin en zengini
guell ailesi kendi aileleri icin bu parki tasarlattirmis gaudi bey'e.
Gercekten de cok cok guzel bir yer. Sicaga ve inanilmaz kalabaliga
ragmen sutunlara, tepedeki bilimum mozagiye, gozunun alabildigine
barcelona manzarasina ve parkin girisinin iki yanini sarmis iki binaya
surekli bakasin geliyor. Hatta o kadar ki en tepedeki dunyanin eeeen
uzun kaldirimi zayif kaliyor desem yeridir. Neyse efendim burayi
gordukten sonra sehir merkezine indik. la rambla diye bir caddesi var buranın [dikkat: bilgisayarda tamamlamaya başladım gezi notlarını, hemen harflerde bir düzeltme olmuştur fark edenler için.] tabiri caizse buranın şanzelize'si. evet, arnavutköy'de demirli bu tekneye de referans vermeden edemiyciim. ne diyordum, la rambla buranın champs elysées'si oluyormuş. ama bence daha güzeldi. hani paris'in o muhteşem caddesinin araç trafiğini azaltın, ortayı ful yaya yolu ve kiosque yapın, bir de ressamlar ve biblocular magnetçılar tadında onlarca minik dükkan ekleyin. işte la rambla beni benden aldı böylece. tam bir alışveriş cenneti olmasıyla değil hayır, pina colada'lı, karpuzlu dondurmasıyla, minik cafe de l'opera'sıyla (her gittiğim dünya şehrinde de bir kafe ediniyorum efendim evet.) opera binasının vitrinindeki minik dürbünlerle veeee cadde sonuna geldiğinizde sizi karşılayan "kordon boyu" ile bayıldım ben buraya. zaten bir öncek gün titanic'i ziyaret ettiğim museo maritim'e de bu caddeden inmiştim, ay amaaan, otomatikman sevdim ben burayı zorla değil ya! sonra efendim başladı benim deniz sevdam. ne mi yaptım? akvaryuma indim. indim demiyeyim, göç ettim. koça bir marinayı geçtim, köprüler bitirdim. resmen uzakmşış ama pes etmedim. fotoğraf çeke çeke, martılarla bakışa bakışa, teleferiklere bakıp hayret ede ede (ulen yükseklik korkum var galiba benim) güneşin kontur geçtiği şehrin silüetine hayran olarak ilerledim. akvaryum da ekstrem bir şey yoktu işin doğrusu. ama devasal akvaryumun camekanı altında durup, ayağımın altındaki bantın kaymasıyla balıkları izlerken karşımdan geçen devasal köpekbalığı beni tam anlamıyla benden aldı! eğer yanımdan geçerken şöyle bir kafasını çevirip bana baksaydı, cidden oracıkta bayılırdım, anladım, en derinden hissettim bunu. meğersem onların ömrü boyunca dişleri çıkar, olgunlaştıkça dışa doğru bir akordeon gibi açılır uzarmış. şu an a chill coming down my spine'ı hissedebiliyorum evet. neyse efendim bilimum vatoza köpekbalığına hayran hayran bakıp spielberg'ciğimin kulaklarını çınlattıktan sonra geldim minik timeline kısmına. bir dakika buraya gelmeden diğer yaratıkları da anlatayim: ahtapotlar. allahım siz ne çirkin şeylersiniz yeaa? gerçekten yemeyeceğim bir daha. vıcık vıcık sularda süzülmenizi görmesem iyiydi. sevgili clownfish a.k.a nemo, seni de gördüm ya digiturk dışında bir yerde, ölsem de gam yemem. hatta nemo diye çığlık attığım an yanımdaki adamın bana dönüp "I guess you've finally found it" demesi unutulmayan anlar arasında üst sıraları zorladı. keşke daha genç olsaydın bey abi. göç eder kalırdım ispanya'da bu minnoş esprinin üzerine, aah ah. aaa bir de bak not almışım,cuttlefish mevzusunu. bir önceki akşam yediğimizden bahsettiğim minnoş şey cuttlefish'miş. şimdi sözlüğe baktım, mürekkep balığı oluyormuş kendisi. valla çok pişman oldum çok tatlı yaratıklarmış güplettik valla. artık affola. neyse efendim geliyorum timeline kısmına. burada denizaltındaki eşifler tarihçesi gibi bir köşe yapmılar. titanic'i bulan alvin ve snoop dog (yanlış hatırlamıyorsam buydu adı) adlı minik robotun resmi bile vardı. beheeey, titanic heryerde karşıma çıkıyor! tabii ki de binlerce fotoğrafını çektim. neyse çıktım akvaryumdan, dostlarla haberleştim ve karnımda müthiş bir ağrıyla (metafor değil yahu, cidden ağrı) turistliğimizin doruğu olan hardrock'a geldik. madrid hard rock'ta alamadığım tadı burada sevgili joe perry'nin gitarını görünce sanıyorum bir saniyede aldım. öyle bir yemek yedik ki aman yarebbim, gece boyu yiyemedik zaten. (ben arada bir ağrı kesici yuvarladım btw oooh). sonra kalktık oradan ve elimiz kolumuz poşetlerle dolu olunca b ile otele geçtik, a'cığım bizi orada bekledi. otel dönüşü, barcelona ve ispanya'daki son gecemizin son dakikalarına girdik efendim.
önce çıılgın bir shot bar'a girdi ekip, ben de girdim ama o kadar sıcaktı ki duramadım itiraf ediyorum. zaten ağrı kesicilenmiş, güzelleşmiş kafam bir de alkol alsaydı sanıyorum ispanya'da toprak olurdum. sonra oradan çıkıp en meşhur meşhur meşhur bilmemne caddesine gittik. bildiğimiz barlar sokağı. hakikaten de güzel bir yerdi hakkını yememek lazım, ispanyollar eğlenmeyi biliyor tezim bir kere daha ispatlandı. birkaç yere uğradıktan sonra bir şarap evinde mola verdik, sahibiyle muhabbete başladık. aman ingilizmiş bu abla. ingilizce konuşan birini bulabilmenin garip sevinci muhabbete oturduk, şarap dedikodularını aldık. sonrasında ise tam şu cümleleri not almışım:
"Bir sarap evindeyim. Tam karsimda kapi, kapinin disinda iki dost, icerde bir masada kadehler, sampanya sisesi garsonun elinde, katedral meydaninda sakalasiyoruz. Arkada kapanan barlarin kepenk sesleri var, uzaktan gelen kahkahalar ve karisan onlarca dunya dili, barcelona'ya veda ediyoruz."
otele döndüğümüzde valizleri toparladık -gerçi topluydu ya, yine de son uykuya yatmak istemedik sanıyorum- ve son bir saatlik uykuya yattık. saat altıda tekerlek döndü ve barcelona'ya gün doğumunun hemen sonrasında bir otobüs penceresinden son kez bakıp uykunun kollarına attım kendimi.
önce çıılgın bir shot bar'a girdi ekip, ben de girdim ama o kadar sıcaktı ki duramadım itiraf ediyorum. zaten ağrı kesicilenmiş, güzelleşmiş kafam bir de alkol alsaydı sanıyorum ispanya'da toprak olurdum. sonra oradan çıkıp en meşhur meşhur meşhur bilmemne caddesine gittik. bildiğimiz barlar sokağı. hakikaten de güzel bir yerdi hakkını yememek lazım, ispanyollar eğlenmeyi biliyor tezim bir kere daha ispatlandı. birkaç yere uğradıktan sonra bir şarap evinde mola verdik, sahibiyle muhabbete başladık. aman ingilizmiş bu abla. ingilizce konuşan birini bulabilmenin garip sevinci muhabbete oturduk, şarap dedikodularını aldık. sonrasında ise tam şu cümleleri not almışım:
"Bir sarap evindeyim. Tam karsimda kapi, kapinin disinda iki dost, icerde bir masada kadehler, sampanya sisesi garsonun elinde, katedral meydaninda sakalasiyoruz. Arkada kapanan barlarin kepenk sesleri var, uzaktan gelen kahkahalar ve karisan onlarca dunya dili, barcelona'ya veda ediyoruz."
otele döndüğümüzde valizleri toparladık -gerçi topluydu ya, yine de son uykuya yatmak istemedik sanıyorum- ve son bir saatlik uykuya yattık. saat altıda tekerlek döndü ve barcelona'ya gün doğumunun hemen sonrasında bir otobüs penceresinden son kez bakıp uykunun kollarına attım kendimi.
30 Temmuz 2012
[27 Temmuz 2012, Barcelona.]
Bugun nihai hedefimize dogru yola ciktik, barcelona yollarindayiz. An
itibariyle bulundugumuz bolge ile ilgi bazi yorumlarimi paylasmak
isterim. Uniter devlet yapisina alismis, paris'te birkac hafta gecirmis
minnos kita avrupasi egitimli turk gozuyle buralar cok garip! Sevilla
madrid ve bilimum yerlerden valencia ve barcelona'ya geldigimizde dil
degisiyor yahu! Aqua bile agua oluyor. Buones dias, bona dia tadinda
birsey oluyor filan. Tabii rehber surekli anlatiyor su kadar bolge su
kadar ozerk sehir var filan diye, bir yandan da anayasa hocamin kulagini
cinlatip hatirliyorum bu olaylari, ama yine de tanik olmasi cok garip.
Baska sifat bulamadim resmen, cok garip. Ama sevdim bu ulkeyi o ayri.
Simdi geliyorum ispanya'dan havadislere. Heryerde gosteri var burada.
Surekli birseylere denk geliyoruz. Misal madrid'de once parklarda
oturuyorlar iciyorlar muhabbet ediyorlar, sonra da yuruyuse basliyorlar.
Dun valencia'da vodafone iscileri cikarilmis galiba, onlar sokaktaydi
bu sefer. Aksamlari otelde tv'yi acinca (malum tum kanallar except bbc
ispanyol kanali) surekli konusan bir devlet baskani ve ekonomik durum
alt metinleri geciyor. Saniyorum ki artik saatlerce siesta yapan bir
halki kaldirmiyor ekonomileri. Heryer satilik kiralik ev ilaniyla dolu,
sanki ispanyollar kacarcasina gidiyor sehirlerden.
Neyse efendim donuyorum barcelona yolculuguna. Birazdan ogle yemegi icin duracagiz, gun icinde sehirde tur atip aksam ivir zivirlarimizi otele birakarak alemlere akacagiz. Otelimizi de dun geceki otel fiyaskosundan (otel temizdi, sadece coook uzakti) sonra internetten inceledik. Yakiniz yakin, ooh. Acikcasi eger birkac gun once titanic ilanini gormeseydim sagrada familia'yi, gaudi'nin eserlerini, diger tum kilise meydan ve bilimum yerleri merak edecektim. (Ac parantez biraz once sunu ogrendim) burada dunyanin bilmem kacinci buyuk akvaryumu varmis, pek severim boyle seyleri mutlaka oraya da ugrayacagim. Muhtemelen benim serginin yakininda o akvaryum. (Kapa parantez)
Ama birkac gun once Titanic: The Exhibiton ilanini gordum. O an barcelona, titanic oldu. Gaudi'yi kaldirip attim camdan. Kiliseleri yaktim gitti. Meydanlari da yiktim gecti. O kadar gozumde degil ki! Biliyorum, bu saydigim yerlede bin bir foto cekip oralara bayilacagim. Ama titanic baska, bambaska benim icin. Soylediklerimin deli sacmasi olmadigini anlamaniz icin beni tanimaniz gerekli, hepsi bu. Yoksa anlayamazsiniz. Anlamayin da zaten. (Oo trip atarim cok pis hihohoho)
Titanic'i yillar once sinemada izledigimde ne kadar heyecanlandigimi hatirliyorum. Dogumgunu hediyesi olan sinema biletlerim elimde en arka loca koltuklarina babamla kuruldugumuzda heyecandan kavruluyordum. Film basladiktan sonra ise kendimi olucek olucek, ciksin artik oradan diye babami cekistirirken bulduydum Rose soguk sularda baltayla ilerlerken. Ben boyle sevince annem albumu hediye etmisti bana bir de. Celine dion'a olan sevgim o yillarda basladi, hala da tam gaz surmektedir. Albumu o kadar cok dinledim ki (celine dion) albumun filmi ters sardi tornavidayla duzeltmem gerek dinlemek icin. James horner'la da iliskimiz boyle basladi. Oyle cok oyle cok dinledim izledim ki filmi, kemanlar calinca Rose arabadan iniyor, duduk calarken Jack'in sulara gomuldugunu gorebiliyordum. Simdi ise izledigim herhangi bir filmin muziklerinin ona ait oldugunu anlayabiliyorum, tipki Monet, Degas, Picasso, Dali'yi taniyan sanat tarihi ogrencileri gibi. Sonralari birkac kere daha izledim filmi (ve diger titanic filmlerinin hemen hepsini) ve ikinci ucuncu izleyisimde bu hikayenin gercek olusu beni carpti, titanic bambaska bir boyuta tasindi. Insanoglunun ihmali, hicligin ortasinda hem kudretli hem de imkani olmayan insanlarin canini almisti. Titreye titreye, birbirlerini bogmaya calisarak, uzaktakileri duymamak icin sarki soylerek kabusu yasayan bu insanlar hakkinda daha fazla bilgi almak istedim. 1912 yilinin "calisirsak herseyi yapabiliriz" mantigina daaan diye vurulan bu baltanin tarihini ana britanika'dan okudum en once. Titanic, orada bir bucuk sutundur. Sonra internet girdi hayatimiza. Oradan baktim birkac siteye. Makaleler okumaya calistim, kitaplar arastirdim. Liseye girdigim yil, okulumun genis kutuphanesinden en once titanic kitaplarini aldim, hatmettim. Sonra bir sunum yaptim turkce dersinde hic unutmam. Titanic'in mimari planini cizip parcalara ayirarak yapboz yaptim, onu birlestirterek sunumumun konusunu buldurdum insanlara. Biliyorlardi elbet daha ben baslamadan ama olsun. Tutsu bile yaktim, arkada james horner muzikleri. Sonralari da gittigidiyor'la tanistim, okumayi hic birakmadim. Dava tutanaklarina kadar herseyi takip etmeye basladim, e-bay'den titanic parcalarini gorup agladim biliyor musunuz? Onlara ulasamayisim canimi yakti. Oysa elimden gelse herseyi toplar, insanlara muze acardim benim gozumden gorebilmeleri icin. Dedim ya, sonralari gittigidiyor'la tanistim. Titanic'in kesfedildigi aya ait national geographic dergisi aldim! (86 yilinin dergisidir bu) altin bir levha uzerinde titanic tanitimini aldim. Ani kitaplarini, orkestranin albumunu buldum d&r'lardan mesela. Ikinci albumunu topladim. Metal maketleri topladim, magnet'lar buldum, pipet ve cevirerek yapilmis kagit rulolarindan kendi maketimi kendim yaptim! Deniz hukuku ogrendim hatta, otesi yok, staj yaptim, tasimaciligi cozdum. Artik titanic'le aramizda bir baginn olduguna inaniyorum. Tum kalbimle hem de. Mesela bir gun film afislerinin muzik esliginde arka planda dondugu bir restoranda yemek yerken, hadi diger film benim olsun dedim cot diye titanic cikti, millet soklara girdi. Sevilla merkeze giden otobuste ispanyolca titanic sergisi haberini gormem bir tesaduf olabilir mi? Hic sanmam. Biraz once ise ihtiyac molasi verildi hicligin ortasinda bir benzin istasyonunda, orada titanic maketi kitabi satiyorlardi! Karsima cikiyor, kismetim heralde daha ne diyeyim! Bu kismet oyle bir bag yaratmis ki, bende bu farkindaligi yaratan filmin yaraticisi olan James Cameron'a muthis bir sevgi saygi ve hatta bagliligim var. Sevgili jim dunyanin en derin noktasi olan mariana cukuruna inerken, internette sayfayi acip surekli yenileyerek takip etmistim. Sanki benim abim, babam, kocam, oglum gibi elim yuregimde, dudaklarimda noolur birsey olmasin kelimeleri. Iste dostlar, kisaca ozet gectigim titanic hikayem bu sekildedir. Dolayisiyla barcelona, benim icin titanic oldu birkac gun oncesinde. En once oraya gidip defalarca icinde dolasmak, herseyi dinlemek, herseyi en ince detayina kadar hafizama almak istiyorum. Gidip gordukten sonra herseyi yazacagim zaten. Until then, bugun bitmis gibi gorunuyor. Ekstra birsey olursa ayrinti girerim.
[...] Biraz once titanic sergisinden ciktim, heyecandan hala kulaklarim uguldayarak, ellerim titreyerek yaziyorum bu satirlari. Birinci sinif koridorlarinda yurudum, orjinal yolcu listesine baktim, yemek koltuklarini gordum, ufak bir buzdagina bile dokundum! White star line porselen takimlari vardi sergide. Gemi hizini kazan ve motor dairesine bbildiren cilgin alet vardi, ondan ring ring sesini bile cikardim. Boyle bir heyecan olamaz. Muzenin audio guide'I james horner muzikleriyle bezenmis. Buzdagini gordukleri anda calan gong sesini duyuyorsun. An be an ocean of memories caliyor, sonlarda nearer my god to thee dinleyip gozlerin doluyor. Oyle guzel bir yer ki, kelimelerim anlatamaz. Humbly deneyecegim sadece. Birinci sinif odalari harika! O fircalari, o aynalari, cesmeleri gordukce rose'un kulaklarini cinlatmamak, molly brown'u anmamak mumkun degil. Halen cikarilip bileklikler yapilan bir komur kulcesine baktim hayretler icerisinde. Ucuncu sinif odalarindaki battaniyelere dokundum, ince yun kumasi hissettim, ust ranzada yatinca sabah kalktigimda basimi carpa riskini hissettim. Filmde kestanelerin kapladigi isiltili lambalari gordum. Nice hikaye ogrendim, bir suru hikaye anlattim. Grand staircase'de poz verdim! Saatin 2.20'de durduguna tanik oldum. Thomas andrews'in gozlerinin icine baktim... Ben bu sergiye bayildim... En sonunda white star line'in reproduksiyon vazosundan anahtarliga, herseyi herseyi aldim. Fotograflarimizi cantama attim. Ustelik tum bu surec esnasinda sevincten delirme dakikalarini dostlarla yasadim. Daha mutlu olamam diyecegim ama dost meclisinde hersey mumkun.
Simdi otelden cikip alemlere akmaya giriyoruz, devami birkac saat sonra.
[...] Efendim kaldigim yerden devam ediyorum. Dun gece alemlerimize aktik tabii ki. Once bir balikkciya gittik. Bir deniz urunu paella (cok guzeldi uleeyn) ve iki tur tapas soyledik. Tapas olarak kalamar, minnos balik tava (sardalya gibimsi) ve ne oldugunu bilmedigimiz minik gozlu tombis sey (cuttlefish'mis kendisi) tabagi ile grilled scallopp yedik. Istiridye olduguna inaniyorum bunun, hell's kitchen'da cok yaparlar bunu gordon rramsey'nin kulagi cinlasiiin :) sonra efendim basladik marinada yurumeye. Yeni marinadaydik bu arada, buna olimpicc marina diyorlar, 92 olimppiyatlari icin sporculara insa edilen lojmannlar burada oldugunda bu ismi almis. Neyse efendim bize tavsiye edilen ilk adres Shôko'ya gittiiiik. Allahim yarebbiiim, bu nasil bir kalabalik nasil bir cilgin eglencedir daha boylesini gormedim. Gozun gozu gormedigi bir yerde herkes yardiriyor ey dosttlar! Eglendik dans etttik, ama gece bir sularinda hareketinin dorugunda olan mekan saat dortte bile doruk noktasindaydi. Bir nokta sonra tirsiyor insan. Cocugumuz oluncca gecenin belli bir saatinden sonra kalmasin burda diyerek son noktayi koyduk bence. Evet efendim, bir sure daha yeni mekanlarin onunden sahil boyunca yuruyup goz kesfi yaptiktan sonra (opium da iyiymis, oraya mi gitmeli, yeni yerler ve sokaklar mi kesfetmeli acaba bu son ggecede?) Otelin yolunu tuttuk. Banyo fasli sac kurutmama gevsekliginden sonra en son saate baktigimda saat bes sulariydi. Iste bu yazilari yazdigim ertesi gun (bugunn) gec uyanip gaudi yardirmaya basladik. Son gunun devami yarina.
Neyse efendim donuyorum barcelona yolculuguna. Birazdan ogle yemegi icin duracagiz, gun icinde sehirde tur atip aksam ivir zivirlarimizi otele birakarak alemlere akacagiz. Otelimizi de dun geceki otel fiyaskosundan (otel temizdi, sadece coook uzakti) sonra internetten inceledik. Yakiniz yakin, ooh. Acikcasi eger birkac gun once titanic ilanini gormeseydim sagrada familia'yi, gaudi'nin eserlerini, diger tum kilise meydan ve bilimum yerleri merak edecektim. (Ac parantez biraz once sunu ogrendim) burada dunyanin bilmem kacinci buyuk akvaryumu varmis, pek severim boyle seyleri mutlaka oraya da ugrayacagim. Muhtemelen benim serginin yakininda o akvaryum. (Kapa parantez)
Ama birkac gun once Titanic: The Exhibiton ilanini gordum. O an barcelona, titanic oldu. Gaudi'yi kaldirip attim camdan. Kiliseleri yaktim gitti. Meydanlari da yiktim gecti. O kadar gozumde degil ki! Biliyorum, bu saydigim yerlede bin bir foto cekip oralara bayilacagim. Ama titanic baska, bambaska benim icin. Soylediklerimin deli sacmasi olmadigini anlamaniz icin beni tanimaniz gerekli, hepsi bu. Yoksa anlayamazsiniz. Anlamayin da zaten. (Oo trip atarim cok pis hihohoho)
Titanic'i yillar once sinemada izledigimde ne kadar heyecanlandigimi hatirliyorum. Dogumgunu hediyesi olan sinema biletlerim elimde en arka loca koltuklarina babamla kuruldugumuzda heyecandan kavruluyordum. Film basladiktan sonra ise kendimi olucek olucek, ciksin artik oradan diye babami cekistirirken bulduydum Rose soguk sularda baltayla ilerlerken. Ben boyle sevince annem albumu hediye etmisti bana bir de. Celine dion'a olan sevgim o yillarda basladi, hala da tam gaz surmektedir. Albumu o kadar cok dinledim ki (celine dion) albumun filmi ters sardi tornavidayla duzeltmem gerek dinlemek icin. James horner'la da iliskimiz boyle basladi. Oyle cok oyle cok dinledim izledim ki filmi, kemanlar calinca Rose arabadan iniyor, duduk calarken Jack'in sulara gomuldugunu gorebiliyordum. Simdi ise izledigim herhangi bir filmin muziklerinin ona ait oldugunu anlayabiliyorum, tipki Monet, Degas, Picasso, Dali'yi taniyan sanat tarihi ogrencileri gibi. Sonralari birkac kere daha izledim filmi (ve diger titanic filmlerinin hemen hepsini) ve ikinci ucuncu izleyisimde bu hikayenin gercek olusu beni carpti, titanic bambaska bir boyuta tasindi. Insanoglunun ihmali, hicligin ortasinda hem kudretli hem de imkani olmayan insanlarin canini almisti. Titreye titreye, birbirlerini bogmaya calisarak, uzaktakileri duymamak icin sarki soylerek kabusu yasayan bu insanlar hakkinda daha fazla bilgi almak istedim. 1912 yilinin "calisirsak herseyi yapabiliriz" mantigina daaan diye vurulan bu baltanin tarihini ana britanika'dan okudum en once. Titanic, orada bir bucuk sutundur. Sonra internet girdi hayatimiza. Oradan baktim birkac siteye. Makaleler okumaya calistim, kitaplar arastirdim. Liseye girdigim yil, okulumun genis kutuphanesinden en once titanic kitaplarini aldim, hatmettim. Sonra bir sunum yaptim turkce dersinde hic unutmam. Titanic'in mimari planini cizip parcalara ayirarak yapboz yaptim, onu birlestirterek sunumumun konusunu buldurdum insanlara. Biliyorlardi elbet daha ben baslamadan ama olsun. Tutsu bile yaktim, arkada james horner muzikleri. Sonralari da gittigidiyor'la tanistim, okumayi hic birakmadim. Dava tutanaklarina kadar herseyi takip etmeye basladim, e-bay'den titanic parcalarini gorup agladim biliyor musunuz? Onlara ulasamayisim canimi yakti. Oysa elimden gelse herseyi toplar, insanlara muze acardim benim gozumden gorebilmeleri icin. Dedim ya, sonralari gittigidiyor'la tanistim. Titanic'in kesfedildigi aya ait national geographic dergisi aldim! (86 yilinin dergisidir bu) altin bir levha uzerinde titanic tanitimini aldim. Ani kitaplarini, orkestranin albumunu buldum d&r'lardan mesela. Ikinci albumunu topladim. Metal maketleri topladim, magnet'lar buldum, pipet ve cevirerek yapilmis kagit rulolarindan kendi maketimi kendim yaptim! Deniz hukuku ogrendim hatta, otesi yok, staj yaptim, tasimaciligi cozdum. Artik titanic'le aramizda bir baginn olduguna inaniyorum. Tum kalbimle hem de. Mesela bir gun film afislerinin muzik esliginde arka planda dondugu bir restoranda yemek yerken, hadi diger film benim olsun dedim cot diye titanic cikti, millet soklara girdi. Sevilla merkeze giden otobuste ispanyolca titanic sergisi haberini gormem bir tesaduf olabilir mi? Hic sanmam. Biraz once ise ihtiyac molasi verildi hicligin ortasinda bir benzin istasyonunda, orada titanic maketi kitabi satiyorlardi! Karsima cikiyor, kismetim heralde daha ne diyeyim! Bu kismet oyle bir bag yaratmis ki, bende bu farkindaligi yaratan filmin yaraticisi olan James Cameron'a muthis bir sevgi saygi ve hatta bagliligim var. Sevgili jim dunyanin en derin noktasi olan mariana cukuruna inerken, internette sayfayi acip surekli yenileyerek takip etmistim. Sanki benim abim, babam, kocam, oglum gibi elim yuregimde, dudaklarimda noolur birsey olmasin kelimeleri. Iste dostlar, kisaca ozet gectigim titanic hikayem bu sekildedir. Dolayisiyla barcelona, benim icin titanic oldu birkac gun oncesinde. En once oraya gidip defalarca icinde dolasmak, herseyi dinlemek, herseyi en ince detayina kadar hafizama almak istiyorum. Gidip gordukten sonra herseyi yazacagim zaten. Until then, bugun bitmis gibi gorunuyor. Ekstra birsey olursa ayrinti girerim.
[...] Biraz once titanic sergisinden ciktim, heyecandan hala kulaklarim uguldayarak, ellerim titreyerek yaziyorum bu satirlari. Birinci sinif koridorlarinda yurudum, orjinal yolcu listesine baktim, yemek koltuklarini gordum, ufak bir buzdagina bile dokundum! White star line porselen takimlari vardi sergide. Gemi hizini kazan ve motor dairesine bbildiren cilgin alet vardi, ondan ring ring sesini bile cikardim. Boyle bir heyecan olamaz. Muzenin audio guide'I james horner muzikleriyle bezenmis. Buzdagini gordukleri anda calan gong sesini duyuyorsun. An be an ocean of memories caliyor, sonlarda nearer my god to thee dinleyip gozlerin doluyor. Oyle guzel bir yer ki, kelimelerim anlatamaz. Humbly deneyecegim sadece. Birinci sinif odalari harika! O fircalari, o aynalari, cesmeleri gordukce rose'un kulaklarini cinlatmamak, molly brown'u anmamak mumkun degil. Halen cikarilip bileklikler yapilan bir komur kulcesine baktim hayretler icerisinde. Ucuncu sinif odalarindaki battaniyelere dokundum, ince yun kumasi hissettim, ust ranzada yatinca sabah kalktigimda basimi carpa riskini hissettim. Filmde kestanelerin kapladigi isiltili lambalari gordum. Nice hikaye ogrendim, bir suru hikaye anlattim. Grand staircase'de poz verdim! Saatin 2.20'de durduguna tanik oldum. Thomas andrews'in gozlerinin icine baktim... Ben bu sergiye bayildim... En sonunda white star line'in reproduksiyon vazosundan anahtarliga, herseyi herseyi aldim. Fotograflarimizi cantama attim. Ustelik tum bu surec esnasinda sevincten delirme dakikalarini dostlarla yasadim. Daha mutlu olamam diyecegim ama dost meclisinde hersey mumkun.
Simdi otelden cikip alemlere akmaya giriyoruz, devami birkac saat sonra.
[...] Efendim kaldigim yerden devam ediyorum. Dun gece alemlerimize aktik tabii ki. Once bir balikkciya gittik. Bir deniz urunu paella (cok guzeldi uleeyn) ve iki tur tapas soyledik. Tapas olarak kalamar, minnos balik tava (sardalya gibimsi) ve ne oldugunu bilmedigimiz minik gozlu tombis sey (cuttlefish'mis kendisi) tabagi ile grilled scallopp yedik. Istiridye olduguna inaniyorum bunun, hell's kitchen'da cok yaparlar bunu gordon rramsey'nin kulagi cinlasiiin :) sonra efendim basladik marinada yurumeye. Yeni marinadaydik bu arada, buna olimpicc marina diyorlar, 92 olimppiyatlari icin sporculara insa edilen lojmannlar burada oldugunda bu ismi almis. Neyse efendim bize tavsiye edilen ilk adres Shôko'ya gittiiiik. Allahim yarebbiiim, bu nasil bir kalabalik nasil bir cilgin eglencedir daha boylesini gormedim. Gozun gozu gormedigi bir yerde herkes yardiriyor ey dosttlar! Eglendik dans etttik, ama gece bir sularinda hareketinin dorugunda olan mekan saat dortte bile doruk noktasindaydi. Bir nokta sonra tirsiyor insan. Cocugumuz oluncca gecenin belli bir saatinden sonra kalmasin burda diyerek son noktayi koyduk bence. Evet efendim, bir sure daha yeni mekanlarin onunden sahil boyunca yuruyup goz kesfi yaptiktan sonra (opium da iyiymis, oraya mi gitmeli, yeni yerler ve sokaklar mi kesfetmeli acaba bu son ggecede?) Otelin yolunu tuttuk. Banyo fasli sac kurutmama gevsekliginden sonra en son saate baktigimda saat bes sulariydi. Iste bu yazilari yazdigim ertesi gun (bugunn) gec uyanip gaudi yardirmaya basladik. Son gunun devami yarina.
[26 Temmuz 2012, Alicante - Valencia.]
An itibariyle hala otobusteyiz. [...] Boyle deyip telefonu elimden
biraktim, biraz daha uykuya verdim. Tekrar uyandigimda (arada verdigimiz
ihtiyac molasini saymazsak) alicante'deydik. Burasi bir sahil kenti.
Limani ve marinasi da cabasi. Ama gezmek uzerine degil de dinlenmek
uzerine kurulmus bir molaydi. Planet hollywood tadinda bir yere oturduk
ve temek yedik. Karsimizda marina, su sesi, gunes isigi guzeldi tabii.
Sonra yollara dusup gunun duragi olan Valencia'ya vardik. Once Santiago
Calatrava'nin tasarladigi binalari gorduk. Tabii ben arada ilerde
bulunan alisveris merkezine yardirip bir tuvalet kacamagi yaptim ama
donunce gordum bu binalari. Goz kirpmak uzerine yapilmis bir bina
mesela. Konsepti o yani. Binaya bakinca kirpiklerini kismis bir goz
goruyorsun. Kartpostallarda gordugum kadariyla da gece aydinlatmasiyla
acik gibi gorunuyor bir yani. Neyse efendim iste bu komplekse bakip
sehre girdik, kisaca bir tur attik uc kisilik ekibimizle. Sonra da otele
yerlestik. Otel guzel ama dunyanin yorungesinin disinda. Cidden. Su an
bir diner'da oturuyoruz. Ben karnimi doyurduydum sehir merkezinde kilise
kule ve kaleyi gezdikten sonra ama ekibimizin geri kalani menuyu once
bir suzdu. Sonra salatada karar kildi (tuna fish forever) ben krem
karamele sardim ama bir kasiktan yumurta silsilesi tadinda oldugunu fark
edip biraktim gitti. Yan masamizdaki adammin goruntusunu yazmayacagim
ama nezih ortamlardan son derecce uzagiz. Simdi resepsiyondakilerin
10-15 dakika olarak ilan ettigi yoldan geri donucez. Tirlar mirlar
sanayi sitesini gecip odamiza varacagiz. Hatta odacigimiz diyelim b
kizmasin ama. Hihihihi. [...] Efendim otele donduk, grup hanimlariryla
muhabbetten sonra diger duragimizdaki oteli, donus biletinin daha uygun
olabilecek ihtimallerini kontrol ettik ve muhabbet cevirdik. Simdi bu
bircok taslagi da kaydettikten sonra yataga serilecegim. Artik yarinin
havadisleri yarina.
[25 Temmuz 2012, Granada.]
Bir onceki gun granada panaromik turumuzu yaptigimiz icin sabahki tura
katilmayip misler gibi uyuduk bugun. Uyandiktann sonra gorulmesi gereken
son yere gittik: el bañuelo. Efendim burasi buranin en eski ve hatta
yanlis anlamadiysam ilk hamamlarindan. Tabii icinde mermer filan yok,
binanin icine girip kubbelerdeki arap motiflerini goruyorsunuz ancak.
Gezmesi toplam 5 dakikayi almiyor. Bu fasli da bitirdikten sonra
granada'nin nisantasi'siymis burasi dedigimiz bir meydanda yemek yedik.
Ogleden sonra ise granada'ya gelme sebebimiz olan el hambra sarayina
gittik. Sunu en bastan soylemek lazim: boyle bir guzellik olamaz.
Oryantal mimarinin gordugum en guzel ornegi bu saray. Duvarlardaki
yazilardan kubbelerdeki ahsap yildizlara, ince ince duvar isciliginden
binbir cesme ve havuzuna, bahcesinin bir ucundan digerine o kadar guzel
ki insan kendini ben de sultan olsam burada yasardim derken buluveriyor.
Yalniz sunu da soylemek lazim, ispanyollarin isabella ve ferdinand'in
gelisiyle tum islami ogeleri yok etmeleri ve yerine yeni seyler
koymalari apacik. Egreti durmus bariz sekilde. Tamam havuzlar guzel, ama
fark ediyorsun ki o tas isciliginin mimariyla o havuzun mimari ayni
olamaz. Aaa bir de kendime ve belki ilgili olanlara not duseyim, el
hambra kizil saray demekmis. Neyse efendim bu muhtesem yapiyi gezip, dun
yemek yedigimiz yerin karsidan fotografini da cekince geldik oteleee.
Sarayi gezerken bize eslik eden ispanyol rehberimizden ogrendigimiz
restorana aksam yemegine gittik. Ama nerdeee, adam dukkani kapatip
tatile cikmis! Yok boyle birsey! Keske ispanyol dogup siestalara
doymayaydim diye icimden gecirmedim degil. Neyse efendim biz de rota
degistirip bir baska meydandan ingilizce de konusabilen bir garsondan
sangria siparis verirken bulduk kendimizi.
Simdi gunun diger yarisina geciyorum. Biraz once bahsettigim garson kizimizdan bir gece kulubu ogrendik. Sehrin bittigi yerdeydi desem yalan olmaz, bildigin cevre yolu tabelalari etrafimizi sarmisti artik. Adi mae west. Gittigimiz saatte bombostu tabi, biz de arada ilk tur ickileri icip sohbete devam ettik. Derken derken icerideki konsere daldik. Once konsepti anlatayim. Icerisini oda oda, hatta oda demek yanlis olur, hall hall yapmislar. Her odanin muzigi farkli. Her birinde bir sahne. Granada universitesinin 60000 ogrencisinin nereye gittigi resmen belli oldu a dostlar. Girdik efendim konsere. Apache diye bir gruptu calan. Orta yas ispanyol amcalar demiyecegim, abiler, yardiriyor bir gorseniz! Solist de dunya tatlisi mimik hareket ve sesiyle herkesi tavladi. Sultans of swing, stairway to heaven, the wall, we will rock you gibi sarkilar soylediler. Arada da albumlerinden veya bilinen ispanyol sarkilarindan oldugunu tahmin ettigim -cunku oradaki herkes ezbere eslik ediyordu- sarkilarini seslendirip verdiler coskuyu! Sonra biz pop hall'a gittik bir sure orada koptuk ve derken tekrar rock kismina donup delicesine dans ettik. Sabah 8.30 otobusun hareket edecegini bile bile saat 4.10'a kadar oradan cikamadigimizi soylersem sanirim orayi ne kadar sevdigimi anlarsiniz! Derken derken eve -ay bak elim ev yaziyor artik nasil alistiysam berduslar gibi otel otel gezmeye- donup yattik. Su an ertesi gunun otobus yolculugundan bunlari yaziyorum. Bugunun haberleri diger yazida sizi bekler.
Simdi gunun diger yarisina geciyorum. Biraz once bahsettigim garson kizimizdan bir gece kulubu ogrendik. Sehrin bittigi yerdeydi desem yalan olmaz, bildigin cevre yolu tabelalari etrafimizi sarmisti artik. Adi mae west. Gittigimiz saatte bombostu tabi, biz de arada ilk tur ickileri icip sohbete devam ettik. Derken derken icerideki konsere daldik. Once konsepti anlatayim. Icerisini oda oda, hatta oda demek yanlis olur, hall hall yapmislar. Her odanin muzigi farkli. Her birinde bir sahne. Granada universitesinin 60000 ogrencisinin nereye gittigi resmen belli oldu a dostlar. Girdik efendim konsere. Apache diye bir gruptu calan. Orta yas ispanyol amcalar demiyecegim, abiler, yardiriyor bir gorseniz! Solist de dunya tatlisi mimik hareket ve sesiyle herkesi tavladi. Sultans of swing, stairway to heaven, the wall, we will rock you gibi sarkilar soylediler. Arada da albumlerinden veya bilinen ispanyol sarkilarindan oldugunu tahmin ettigim -cunku oradaki herkes ezbere eslik ediyordu- sarkilarini seslendirip verdiler coskuyu! Sonra biz pop hall'a gittik bir sure orada koptuk ve derken tekrar rock kismina donup delicesine dans ettik. Sabah 8.30 otobusun hareket edecegini bile bile saat 4.10'a kadar oradan cikamadigimizi soylersem sanirim orayi ne kadar sevdigimi anlarsiniz! Derken derken eve -ay bak elim ev yaziyor artik nasil alistiysam berduslar gibi otel otel gezmeye- donup yattik. Su an ertesi gunun otobus yolculugundan bunlari yaziyorum. Bugunun haberleri diger yazida sizi bekler.
[24 Temmuz 2012, Malaga - Mijas - Granada.]
Bugun yine yolculuk gunu, erkenden otobuse dolustuk efendim. Uzun
uzadiya anlatilacak bir sey yoktu malesef. Malaga'ya gittik once,
picasso'nun evini sooyle bir gezdik, arada muhtesem bir noodle yedik
(noodle go adamsin ya!). Ardindan kisa bir yol yapip mijas'a gittik. Ay
burasi cok meshur bir sayfiye yeriymis. Popom afedersin. Sikintidan
patladik patladik yarebbiiim! Fotograf, fayton, souvenir shop bitti bu
bir bucuk saat bitmedi ayol. Neyse yola ciktik, uzattik ayaklari uykuya
vurdum. Granada'da attik kendimizi otele ve en sonunda sehir merkezine
indik. Oyle bir sehir dusunun ki yolda taksi yok, telefonla cagiriyorsun
behey! Ama sonra buyuleyici bir sey oldu ve bir restorana geldik. Su an
karsimiz al hambra sarayi, sag tarafta granada'nin gece isiklari. [...]
Dun gece sohbet o kadar guzeldi ki yazmadim simdi tamamliyorum. Dun
gittigimiz yer buyuleyiciydi. Hem manzarasi hem de havasi diyeyim.
Sangria'lar, et yemekleri, o turuncu tondaki isiklar, aksam esintisi,
sarayin gece isiklari ve arka fonda catal bicak tikirtilari, cesitli
dillerde muhabbetlerle saatlerce orada oturduk. Donuste buyulenmis gibi
taksiye bindim, uyku bastirdi tekrar ve otele donduk. Maillerime baktim,
yazilarimi yazip tamamladim ve uykuya daldim.
Yazimi Picasso'nun soyledigi bir sozle bitirmek istiyorum, sanirim bu sozler hakkinda birseyler yazacagim ilerde.
"Although I come from far I am a child and I want to eat and swim in salt water on the picture painted on a transparent canvas"
Yazimi Picasso'nun soyledigi bir sozle bitirmek istiyorum, sanirim bu sozler hakkinda birseyler yazacagim ilerde.
"Although I come from far I am a child and I want to eat and swim in salt water on the picture painted on a transparent canvas"
[23 Temmuz 2012, Sevilla.]
Bugun gozlerimi saat on birde actim. Bir onceki gunden sehir merkezini
kesfetmenin, yok yok, odevini yapmak diyecegim hatta, keyfini surduk
resmen. Kahvaltiyi kacirdim ama olsun, sehir merkezinde birkac oreo, bir
iki ufak starbucks sandvici filan, arayi kapattim. Ilk hedef katedraldi
tabii. Cathedral y giraldo. Burasi dunyanin en buyuk ucuncu
katedraliymis. Ilki vatikan suphesiz, ikincisi de st.paul'mus. Oldukca
ferah, sutunlari as islemeli bir katedral burasi. Icerisi oldukca genis,
tum odaciklar ve sergi alani olarak kullanilan kutsal malzemeler
kenarlarda, dolayisiyla alanin buyuklugunu hissedebiliyorsun. Ikinci
duragimiz real alcatraz oldu. Efendimm burasi saraymis eskiden. Simdi de
cesitli odalari gorup (back lighting'li fotolar cekip) bahcesinin
keyfine variyorsunuz. Arap etkisinin yadsinamazligini bir kere daha
kabul ediyor insan. Kapi ve duvar isciliginin fotografini cekmekten
helak oldum desem yeridir.
Burayi da gezdikten sonra arena'ya gittik, adini uygun olunca yazarim unutmazsam. Bildigin matadorlarin oldugu arenaymis burasi, hemen mevcut tura katildik. Aman allahim bu olay bir vahsetmis ben bunu anladim. Kadin anlatiyor, once bir grup bogayi alana getirirmis, boga sakinlesirmis ve o esnada matador boganin karakterini cozermis. Bogalar bir yerde ozel yetistiriliyormus bir de. Sonra ikinci grup mizraklarla (ozel bi ismi var da bilemiyciim tabiy) bogayi kizdirir, oyle matador alana girermis. Once islemeli kaftanimsi ortuyu, sonra pembeyi en son da kirmiziyi kullanirmis. 'Perfect kill' omuzlarinin arasindaki noktaya tek kilic hamlesiymis. Zaten boyle olmassa genelde ona odul verilmezmis. Behey! Yuzsuzluge bak sen! Bi de kadin 3 yuzyil boyunca tek kisi oldu dedi. Kazalari saymiyoru heralde, bu bogaciklarin ahi en sonunda bi yerden cikacak tabi, oh cok iyi olmus. Sonra bogalar (olunce tabii) okuzlerle ceklir goturulurmus. O esnada halk eger matadorun odul hakettigini dusunuyorsa beyaz mendil sallar ve sonra hakem (ozel adi var yine) bu duruma karar verirmis. Odul alan matadorun ozel bir cikisi varmis. Tipki revir, bogalarin girisi, matadorun girisi icin ayri bir kapi oldugu gibi. Dedigim gibi, tum bunlari ogrenmek guzel olmakla birlikte cidden cok vahsi, cok gereksiz buldum ben bu boga guresini. Artik ispanyollar kusura bakmasin.
Bu noktada turistik turumuz sona erdi, sehir mimarisi kismisini bitirip kendimizi alisverise vermeye karar kildik. Zaten on calismamiz mevcut oldugundan, haritacibasi ben one dustum yardirip bu magazalara gittik. Ilk sok: ulen ciddi ciddi siesta yapiyo bunlar! 4 saat dukkan kapata kapata iflasla patlayacaklar ya, heyecanla bekliyore. Yerel bisiy de degil yani magaza, bildigin turistlere satiyor. Behey, umrunda mi dunya! Neyse efendim arada bir ogle yemegi yedik deniz urunu kizartmali filan, sonra yine donduk dukkanlaraaaa. Bir tane yelpaze begendim, dakka bir gol bir cook pahali cikti. Biraz daha uygun fiyatlisini bulurum diye begenip sormaya devam ettim ama en son 500 euro deyince adam, pes ettim ey dostlar! Biraz daha uygun koldan yelpaze aldim, sallari sormami saymiyorum. Begendigim dalli gullu flamenko usulu tum sallar onyuzbinmilyon euroydu! Cidden icime oturdugudur. Dukkan sahiplerinden izin alip fotograflarini cektik, annecigime gostereyim neler var yelpaze piyasasinda da gorsun bari. ay babami da unutmadim tabii ki. Ona da kastalyet aldim. Hani flamenkocular ellerinde tikir tikir caliyor ya, o enstruman iste. Bildigimiz kasik sesi ama bambaskaymis keyfi, birazdan anlatacagim. Tum bu hediye fasli da bittikten sonra (yine kardesim ve anneme tokalar filan) gectik ayuntamiento the bulusma yerine. Burasi belediye binasi oluyor. Evet ispanyolcam madridden beri gelisti baya hihihi :) atladik taksilere ve su ana kadar gordugum en buyuleyici sovu izlemeye basladik.
Flemenko bambaskaymis ben bunu anladim. Insan gidip yerinde gormeden kesinlikle anlayamaz. Sehir merkezinde gezerken bir suru flemenko bar vardi ufak ufak, biraz aramizda dedikodu yapip "hmm bu kadar da pahali degil ama neiyse" tadinda yorumlarla gunahini almisiz deniz hanim the rehberin. Tapas'li sangria'li krem karamelli yemek fasli surerken sahne bir saniye bos kalmadi. Genclerin gosterileri de guzel ve hatta guzel ne demek, nefes kesici olmakla birlikte biraz daha orta yasa yakin hanimlar beyler beni benden aldi esas! Allahim o mavili siyahli kadin kendinden gecti, beni de oldurdu. Onun zevcesi ( zevceden kastim onun dans partneri oluyor bu noktada) yeleginin onunu tutarak, ceketlerini savurarak, hizini alamayip dizlerine vura vura dans ederek beni bayiltti cidden. Yemek yiyemedim, ancak ickiye verdim kendimi yeminlen. Bu nasil tutkudur, bu nasil ihtisamdir, bu nasil bir bu nasil bir?!? Sonra bir baska kadin cikti, soyle anlatayim kadini, gece sonlarina dogru carmen'i bu kadin oynadi! Cok cok cok guzel kadinlar olmamasina ragmen, danslariyla bir tanrica olan bu kadinlari izlerken ruhumda endulus'un insanin icine dolan muthis enerjisini hissettim. Beylere gelince... Bir onceki gun barda yari ciplak dans eden manken cocugun seksapelitesi bu 30lu 40li yaslardaki adamlar tarafindan yerle yeksan oldu.
Simdi bu beylerden bahsetmek icin ayri bir paragraf acacagim. Once bayanlar dans ediyor. Onlarin kostumleri, eteklerini savurmalari, yelpazeleri, sallari goz ziyafeti cekiyor. O esnada beyler (genelde ciftler cikiyor, arkada tempo tutan tipler oluyor) oturarak tempoya eslik ediyor. Sonra kadin adamin onunden tum isvesiyle goz suzerek gecerken adam ayaga kalkiyor, kadin oturuyor. Adam dansa yavas basliyor, eli yeleginin ustunde, sanki bakin sadece ayaklarim oynuyor, vucudumun ustunun kontrolu bende dermis gibi. Sonra hizlaniyor ve hizini alamayip tum bedenini enstruman olarak kullaniyor. Omzuna vuruyor ayri ses, dizlerine vuruyor, bacagina vuruyor apayri sesler. Sonra donmeye basliyor kendi etrafinda. Boynundaki fular donuyor, gomlegi gittikce ter icinde kaliyor, saclari dalgalaniyor ve o anda tum muzik durup isiklar yaniyor. Soluk. Alamiyorsun. Ardindan ciftler karsilikli dans ediyor. Ayri ayri hareketleri ortak adimlar takip ediyor. Bakisiyorlar, sariliyorlar ve sahneyi terk ediyorlar. Biliyorsun o an. Eminsin. Tango bahane, flemenko sahane!! Efendim uzun lafin kisasi benim carpintim filan oldu bu gosteride, kendimden gecti, catalimi yerinden kaldiramadim desem yeridir. Mutlaka gorulmeli mutlaka, MUTLAKA!!
Simdi gecenin sonunu bagliyoruuuum. Sevilla'da bir festival varmis. Ama taksicinin dedigine gore bu sevilla festivali degil, ufagiymis. Bana gore triana belediyesi toplamis mekanlari panayirda, her dukkan gelirini bir kuruma birseye veriyor. Artik ekonomik cokuntunun bu kadari! 4 saat uyumaya benzemiyor tabi bu dear comrades español. Ama boyle dedigime bakmayin, cok eglendik. Piña colada'lar alindi, daiquiri de melon tadildi. Oy valla cok guzeldi! Ressmen yerel halka karistik azizim. Hatta sunu da cok kiskandim, canli muzik yapiyorlar mesela, aman tum kadinlar erkekler flamenco yapiyor! Bu ne lan! Ben de yapicam, ben de ogrenicem kapak olucek! Valla cok guzeldi ortam yahu. Endulus gokkubesinin altinda elimizde ickiler, uzaktan gitar sesleri, ole naralari ve nehrin aksam esintisi. Daha guzel olamaz.
Ara dipnotlari geciyorum bu noktada. Bir ara kalkip "ku de ta" denilen bara gittik. Kapaliydi ezik yer. #epic fail. Yelpaze ve salci dukkani da zengin olduktan sonra gelmeye karar verdik a ile. Kapaticaz dukkani, alicaz sedeflileri alicaz el islemesi resimlileri alicaz dantellileri alicaz uyduruk cerceveleri bile! Peh!
Efendim gece sonunda nehir kenarinda otururken yorgunlugumuz coktu ve donmeye karar verdik. Yollara cikacagiz yarin diye valizimi bi duzenledim, dusumu aldim ve saat dort sularinda yastiga basimi koydum. Mutlu ve huzurluyum.
Burayi da gezdikten sonra arena'ya gittik, adini uygun olunca yazarim unutmazsam. Bildigin matadorlarin oldugu arenaymis burasi, hemen mevcut tura katildik. Aman allahim bu olay bir vahsetmis ben bunu anladim. Kadin anlatiyor, once bir grup bogayi alana getirirmis, boga sakinlesirmis ve o esnada matador boganin karakterini cozermis. Bogalar bir yerde ozel yetistiriliyormus bir de. Sonra ikinci grup mizraklarla (ozel bi ismi var da bilemiyciim tabiy) bogayi kizdirir, oyle matador alana girermis. Once islemeli kaftanimsi ortuyu, sonra pembeyi en son da kirmiziyi kullanirmis. 'Perfect kill' omuzlarinin arasindaki noktaya tek kilic hamlesiymis. Zaten boyle olmassa genelde ona odul verilmezmis. Behey! Yuzsuzluge bak sen! Bi de kadin 3 yuzyil boyunca tek kisi oldu dedi. Kazalari saymiyoru heralde, bu bogaciklarin ahi en sonunda bi yerden cikacak tabi, oh cok iyi olmus. Sonra bogalar (olunce tabii) okuzlerle ceklir goturulurmus. O esnada halk eger matadorun odul hakettigini dusunuyorsa beyaz mendil sallar ve sonra hakem (ozel adi var yine) bu duruma karar verirmis. Odul alan matadorun ozel bir cikisi varmis. Tipki revir, bogalarin girisi, matadorun girisi icin ayri bir kapi oldugu gibi. Dedigim gibi, tum bunlari ogrenmek guzel olmakla birlikte cidden cok vahsi, cok gereksiz buldum ben bu boga guresini. Artik ispanyollar kusura bakmasin.
Bu noktada turistik turumuz sona erdi, sehir mimarisi kismisini bitirip kendimizi alisverise vermeye karar kildik. Zaten on calismamiz mevcut oldugundan, haritacibasi ben one dustum yardirip bu magazalara gittik. Ilk sok: ulen ciddi ciddi siesta yapiyo bunlar! 4 saat dukkan kapata kapata iflasla patlayacaklar ya, heyecanla bekliyore. Yerel bisiy de degil yani magaza, bildigin turistlere satiyor. Behey, umrunda mi dunya! Neyse efendim arada bir ogle yemegi yedik deniz urunu kizartmali filan, sonra yine donduk dukkanlaraaaa. Bir tane yelpaze begendim, dakka bir gol bir cook pahali cikti. Biraz daha uygun fiyatlisini bulurum diye begenip sormaya devam ettim ama en son 500 euro deyince adam, pes ettim ey dostlar! Biraz daha uygun koldan yelpaze aldim, sallari sormami saymiyorum. Begendigim dalli gullu flamenko usulu tum sallar onyuzbinmilyon euroydu! Cidden icime oturdugudur. Dukkan sahiplerinden izin alip fotograflarini cektik, annecigime gostereyim neler var yelpaze piyasasinda da gorsun bari. ay babami da unutmadim tabii ki. Ona da kastalyet aldim. Hani flamenkocular ellerinde tikir tikir caliyor ya, o enstruman iste. Bildigimiz kasik sesi ama bambaskaymis keyfi, birazdan anlatacagim. Tum bu hediye fasli da bittikten sonra (yine kardesim ve anneme tokalar filan) gectik ayuntamiento the bulusma yerine. Burasi belediye binasi oluyor. Evet ispanyolcam madridden beri gelisti baya hihihi :) atladik taksilere ve su ana kadar gordugum en buyuleyici sovu izlemeye basladik.
Flemenko bambaskaymis ben bunu anladim. Insan gidip yerinde gormeden kesinlikle anlayamaz. Sehir merkezinde gezerken bir suru flemenko bar vardi ufak ufak, biraz aramizda dedikodu yapip "hmm bu kadar da pahali degil ama neiyse" tadinda yorumlarla gunahini almisiz deniz hanim the rehberin. Tapas'li sangria'li krem karamelli yemek fasli surerken sahne bir saniye bos kalmadi. Genclerin gosterileri de guzel ve hatta guzel ne demek, nefes kesici olmakla birlikte biraz daha orta yasa yakin hanimlar beyler beni benden aldi esas! Allahim o mavili siyahli kadin kendinden gecti, beni de oldurdu. Onun zevcesi ( zevceden kastim onun dans partneri oluyor bu noktada) yeleginin onunu tutarak, ceketlerini savurarak, hizini alamayip dizlerine vura vura dans ederek beni bayiltti cidden. Yemek yiyemedim, ancak ickiye verdim kendimi yeminlen. Bu nasil tutkudur, bu nasil ihtisamdir, bu nasil bir bu nasil bir?!? Sonra bir baska kadin cikti, soyle anlatayim kadini, gece sonlarina dogru carmen'i bu kadin oynadi! Cok cok cok guzel kadinlar olmamasina ragmen, danslariyla bir tanrica olan bu kadinlari izlerken ruhumda endulus'un insanin icine dolan muthis enerjisini hissettim. Beylere gelince... Bir onceki gun barda yari ciplak dans eden manken cocugun seksapelitesi bu 30lu 40li yaslardaki adamlar tarafindan yerle yeksan oldu.
Simdi bu beylerden bahsetmek icin ayri bir paragraf acacagim. Once bayanlar dans ediyor. Onlarin kostumleri, eteklerini savurmalari, yelpazeleri, sallari goz ziyafeti cekiyor. O esnada beyler (genelde ciftler cikiyor, arkada tempo tutan tipler oluyor) oturarak tempoya eslik ediyor. Sonra kadin adamin onunden tum isvesiyle goz suzerek gecerken adam ayaga kalkiyor, kadin oturuyor. Adam dansa yavas basliyor, eli yeleginin ustunde, sanki bakin sadece ayaklarim oynuyor, vucudumun ustunun kontrolu bende dermis gibi. Sonra hizlaniyor ve hizini alamayip tum bedenini enstruman olarak kullaniyor. Omzuna vuruyor ayri ses, dizlerine vuruyor, bacagina vuruyor apayri sesler. Sonra donmeye basliyor kendi etrafinda. Boynundaki fular donuyor, gomlegi gittikce ter icinde kaliyor, saclari dalgalaniyor ve o anda tum muzik durup isiklar yaniyor. Soluk. Alamiyorsun. Ardindan ciftler karsilikli dans ediyor. Ayri ayri hareketleri ortak adimlar takip ediyor. Bakisiyorlar, sariliyorlar ve sahneyi terk ediyorlar. Biliyorsun o an. Eminsin. Tango bahane, flemenko sahane!! Efendim uzun lafin kisasi benim carpintim filan oldu bu gosteride, kendimden gecti, catalimi yerinden kaldiramadim desem yeridir. Mutlaka gorulmeli mutlaka, MUTLAKA!!
Simdi gecenin sonunu bagliyoruuuum. Sevilla'da bir festival varmis. Ama taksicinin dedigine gore bu sevilla festivali degil, ufagiymis. Bana gore triana belediyesi toplamis mekanlari panayirda, her dukkan gelirini bir kuruma birseye veriyor. Artik ekonomik cokuntunun bu kadari! 4 saat uyumaya benzemiyor tabi bu dear comrades español. Ama boyle dedigime bakmayin, cok eglendik. Piña colada'lar alindi, daiquiri de melon tadildi. Oy valla cok guzeldi! Ressmen yerel halka karistik azizim. Hatta sunu da cok kiskandim, canli muzik yapiyorlar mesela, aman tum kadinlar erkekler flamenco yapiyor! Bu ne lan! Ben de yapicam, ben de ogrenicem kapak olucek! Valla cok guzeldi ortam yahu. Endulus gokkubesinin altinda elimizde ickiler, uzaktan gitar sesleri, ole naralari ve nehrin aksam esintisi. Daha guzel olamaz.
Ara dipnotlari geciyorum bu noktada. Bir ara kalkip "ku de ta" denilen bara gittik. Kapaliydi ezik yer. #epic fail. Yelpaze ve salci dukkani da zengin olduktan sonra gelmeye karar verdik a ile. Kapaticaz dukkani, alicaz sedeflileri alicaz el islemesi resimlileri alicaz dantellileri alicaz uyduruk cerceveleri bile! Peh!
Efendim gece sonunda nehir kenarinda otururken yorgunlugumuz coktu ve donmeye karar verdik. Yollara cikacagiz yarin diye valizimi bi duzenledim, dusumu aldim ve saat dort sularinda yastiga basimi koydum. Mutlu ve huzurluyum.
[22 Temmuz 2012, Cordoba - Sevilla.]
Bugun erkenden yola koyulma gunu, onumuzde saatler suren bir yol var
resmen. Saat 8.30'da yola koyulan bunyeler tabii ki de dun gecenin
mutlulugu ve yorgunlugu uzerine bir guzel uyudu. Yolda mola verme
zorunlulugu (ki cidden zorunluymus ab kurallarina gore) ve grup teyze
amcalarinin surekli bir entrika cikarmasi cercevesinde gergin anlara
kulaklik takip uyumaya giristik biz. Ama arada tabii ki turistik
turlarimiza ara vermedik. Bugnku duragimiz cordoba'ydi. Cordoba
andaluci'nin baskentiymis. Pek birsey olmadigini gonul rahatligiyla
soyleyebilirim aslinda. Oglen bir tapas cafe'de durup karnimizi
doyurduk. Esas gidilmesi gereken -yok yok, tek gidilmesi gereken yere
girdik- cordoba camii'sine girdik. Boyle bir sey olamaz sayin
seyirciler! Cok cok guzel anlatmam mumkun degil. Icinde yuzlerce sutun
(1500 kusurdu galiba) ve bir o kadar sutunun tuttugu arc'larla
kendimizden gectik resmen. Sonrasinda otobuse yetisip gunun nihai
hedefine dogru yola koyulduk: Sevilla.
Bir yaz okulunda hocamiz soyle demisti paris'te: "bu dersten hic bir sey ogrenmeyecekseniz sunu bilin, sevilla cok guzel!" Otele vardiktan sonra oturduk haritanin basina, ince ince calistik ey dostlar! Otelden cikipp panaromik tura bugunden baslamaya karar verdik, boylece ertesi gun sabah dokuzda yollara dusmeyip uyku araligini dolduracaktik oooh. Velhasil otobuse binip indikten sonra basladik yurumeyeeee.
Buraya cilgin yorumlarimi girdim biraz once ama mal gibi sildim. Ama tekrar yazarim hic usenmem. Merkeze giden otobusteyken soyle ulvi birsey oldu. Gercekten oldu evet. Bir tane ekran koymuslar otobuse, sehirden haberler veriyor. Biz de baktik acaba hava kac derece olucak filan diye. Ama o an, ekranda Titanic: The Exhibition yazisi belirdi, ciglik attim!!! Daha birkac saat once amerika ve ingiltere'ye gitmeliyim cunku tum muzeleri orada demistim. Allahim kalbim temizmis yarebbim. Tum mal varligimi orada vermek istiyorum, herseyi almak istiyorum. Her. Seyi. O ilani gorunce ne kadar mutlu oldugumu anlatamam, beni bilen bilir. Ama su kadarini soyliyim tanimayanlar icin ve hatta for the record, sagrada familia'ya gitmem, buraya giderim arkadas! Oyle bir sevgi besliyorum ki ilan cikinca sakir sakir anlamaya basladim ispanyolcayi daha ne diyim! Barcelona maritime muzesi, bekle beni geliyorum anacim. Oooh.
Plaza de espana'ya vardigimizda resmen buyulendim yahu. Cok cok cok guzel bir yer anlatmakla bitmez bence. Rengarenk bina, etrafinda kanallar ve icinde kayikla gezenler, arka fonda faytonlarin tikirtisi ve gun isiginin vurdugu binada turuncu kizil bir parlaklik. Mekandan ciktiginizda ( ziplayan fotograflardan sonra tabii ki!) Central park vari bir parkin icinde alabildigine yuruyorsunuz, tevekkeli degil sevilla'lilar huzuru bulmus anacim! Neyse basladik sehir merkezine yurumeye, santa cruz'a vardiiik. Sokak sokak gezdik efendim. En son bi cafeye oturduk, yerel baldir eti yemegini (valla adini bilemedim su an) ve sangria'lari guplettik. Bulgaristan gocmeni turk asilli garsonumuzdan tum gece haberlerini aldik, ogrendigimiz barlari teyit ettik. Velhasil bizi yonlendirdigi bar on numaraydi! Ickisi mickisi uyduruk olmakla birlikte (en populer ickisi cin kola breh breh breh, ellerde siseler hosgeldin lise partisi stayla) ortam iyiydi. Yalniz ispanyollar dedikoduyu seviyorlar buna kanaat getirdim cunku muhabbetten massallah dansi bile unutuyorlar, except the cocuk at the top of the loca. Dios mio. Ayri paragraf acayim the loca danscisini otele getirdigim sanilmasin, o tanri gibi suzulmek icin yaratilmisti valla, not suitable for us, the mortals.
Burdan da cikip keyifli geceyi taksiyle yollara dusup otelimize donerek sonlandirdik. Temizligin suyun muthis huzuru ve kana karisan sangria uykuya yatirdi beni. Sabah bambaska bir gune uyanip basladik gezmeye. Arkasi yarin.
Bir yaz okulunda hocamiz soyle demisti paris'te: "bu dersten hic bir sey ogrenmeyecekseniz sunu bilin, sevilla cok guzel!" Otele vardiktan sonra oturduk haritanin basina, ince ince calistik ey dostlar! Otelden cikipp panaromik tura bugunden baslamaya karar verdik, boylece ertesi gun sabah dokuzda yollara dusmeyip uyku araligini dolduracaktik oooh. Velhasil otobuse binip indikten sonra basladik yurumeyeeee.
Buraya cilgin yorumlarimi girdim biraz once ama mal gibi sildim. Ama tekrar yazarim hic usenmem. Merkeze giden otobusteyken soyle ulvi birsey oldu. Gercekten oldu evet. Bir tane ekran koymuslar otobuse, sehirden haberler veriyor. Biz de baktik acaba hava kac derece olucak filan diye. Ama o an, ekranda Titanic: The Exhibition yazisi belirdi, ciglik attim!!! Daha birkac saat once amerika ve ingiltere'ye gitmeliyim cunku tum muzeleri orada demistim. Allahim kalbim temizmis yarebbim. Tum mal varligimi orada vermek istiyorum, herseyi almak istiyorum. Her. Seyi. O ilani gorunce ne kadar mutlu oldugumu anlatamam, beni bilen bilir. Ama su kadarini soyliyim tanimayanlar icin ve hatta for the record, sagrada familia'ya gitmem, buraya giderim arkadas! Oyle bir sevgi besliyorum ki ilan cikinca sakir sakir anlamaya basladim ispanyolcayi daha ne diyim! Barcelona maritime muzesi, bekle beni geliyorum anacim. Oooh.
Plaza de espana'ya vardigimizda resmen buyulendim yahu. Cok cok cok guzel bir yer anlatmakla bitmez bence. Rengarenk bina, etrafinda kanallar ve icinde kayikla gezenler, arka fonda faytonlarin tikirtisi ve gun isiginin vurdugu binada turuncu kizil bir parlaklik. Mekandan ciktiginizda ( ziplayan fotograflardan sonra tabii ki!) Central park vari bir parkin icinde alabildigine yuruyorsunuz, tevekkeli degil sevilla'lilar huzuru bulmus anacim! Neyse basladik sehir merkezine yurumeye, santa cruz'a vardiiik. Sokak sokak gezdik efendim. En son bi cafeye oturduk, yerel baldir eti yemegini (valla adini bilemedim su an) ve sangria'lari guplettik. Bulgaristan gocmeni turk asilli garsonumuzdan tum gece haberlerini aldik, ogrendigimiz barlari teyit ettik. Velhasil bizi yonlendirdigi bar on numaraydi! Ickisi mickisi uyduruk olmakla birlikte (en populer ickisi cin kola breh breh breh, ellerde siseler hosgeldin lise partisi stayla) ortam iyiydi. Yalniz ispanyollar dedikoduyu seviyorlar buna kanaat getirdim cunku muhabbetten massallah dansi bile unutuyorlar, except the cocuk at the top of the loca. Dios mio. Ayri paragraf acayim the loca danscisini otele getirdigim sanilmasin, o tanri gibi suzulmek icin yaratilmisti valla, not suitable for us, the mortals.
Burdan da cikip keyifli geceyi taksiyle yollara dusup otelimize donerek sonlandirdik. Temizligin suyun muthis huzuru ve kana karisan sangria uykuya yatirdi beni. Sabah bambaska bir gune uyanip basladik gezmeye. Arkasi yarin.
[21 Temmuz 2012, Madrid - Toledo.]
Gune erkenden baslamanin dayanilmaz hafifligi diyerek soze baslamak
istiyorum ey dostlar. Kahvalti faslindan sonra toledo'ya yola cikisimi
yaptigimdir. Toledo, eski baskent efendim fyi. Eski kilisesi, sokaklari,
sarayi ve hatta papa olmasi beklenen cardinal bey amcanin evcegzinin
onunden gece gece turu sonlandirdik. Oyle tutucu bir yer ki kelimeler
yetmez diyecegim ama kinadigim bir durum degil, it is in their blood.
Ogle yemeginde de sectigimiz yerel lokantaya girdiiik. Kirmizi ekoseli
ortuleri gorunce dedim burasi harikadir zaten ooh. Yanilmamisim. Cok
keyifli bir yemek, ickiler, serin serin muhabbet ve turistlerden uzak
bir sehir merkezinin kuytu kosesi. Sweet joy diyeyim siz anlayin. Neyse
efendim donduk geldik kurkcu dukkanina.
Iki tane yer vardi gormek istedigim, ikisini de gordugumdur. Ilki prado muzesi. (Bana dexter'daki cirkef ve mal savci prado'yu hatirlatiyor ve pis pis siritiyorum) annunciation'i gordum fra angelico'dan. Vay anasini diyorum sayin seyirciler. Suna da tanik oldum ya, sanat tarihi dersimin sevincli anlarinin kulagi cinlasin. Bi de saturn devouring his son'i gordum. Ismi yanlis yazmis olabilirim ama goya'nin dehsetli resmidir. Ay allahim goya'nin resimlerindeki dehset, karanlik, mutsuzluk beni benden aldi btw. Efendim cok uzun ve yorucu dakikalar olan bu muze (ki dunyanin en uyduruk planina sahip heralde diyecegim artik surcu lisan ettiysek affola) bitti ve yardirdik ikinci mekana. Reina sofia muzesi. Buranin icinde diego rivera'dan, miro'ya, kandisky'den dali'ye herkes vardi. Ama bir eser var ki, (hayir woman in blue degil, o da guzeldi ama o degil, o kadar carpici olamaz cunku hicbirsey) onu gormek icin gittik desem yalan olmaz.
Guernica... Uc nokta koymanin bir anlami var burada, bilincli bir tercih esasen. Soylenecek bir sey yok bu resim icin. Savasin vahsetini en guzel anlatan, en meshur, en carpici, en orjinal hikayeli resim. Picasso'nun fasizan rejim bitmeden ispanya'ya donmesini istemedigi resmi. Resim diyorsam yanilmayin, eskizleri de sergileniyor bir gorseniz! Insan hayran oluyor picasso'ya, ki ben kubizm hayrani degilim, ama sapkami cikarip dakikalarca ayrilamadim guernica'nin karsisindan. Oyle garip ki, muze dukkanina girip guernica'yla ilgili birsey secerken mutsuz hissedip, secememe noktasina geliyor insan. Duvara asmak icin cok acikli, kenarda tutmak icin cok vahsi. Herkes herkes gorsun diyorum. Cunku kitaplarda goremediginiz ayrintilari (arka plandaki silik guvercin gibi mesela) gormek paha bicilemez ve tum yorgunluklara deger.
Iste bu ikinci duragi da gordukten sonra hiic otele gidip vakit kaybetmeden once bir iki isimizi hallettik. Is dedigim zorunluluk degil yahu, kartpostal attik tum dostlara. Bes on gunde varacakmis kartlarimiz. Ne guzeldir uzaklardan (hatta uzak olmasi da sart segil) kart mektup almak!
Neyse efendim geliyorum gece macerasina. Bu isleri halledip plaza mayor'da bakinakli masamiza gectik. Devamini dun gece tam da o masada otururken not aldigim cumle anlatsin, baska birsey yazmayacagim.
"Plaza mayor'da otururken onumda bir surahi sangria, etrafta dostlar, arka fonda angels calan bir sokak sarkicisi, papyonlu garsonlar ve resimlerle dolu bir binanin yuzu. Eger bana sorsalardi, la vie en rose bu derdim."
Bu ispanyol stayla uzuuuuun saatlere yayilmis yemekten sonra (surahi surahi sangria ve paella'lar ole!) gittik bir gece kulubune. Gece kulubu degil de pub-vari bir yerdi. Ay duvarda cizgi roman karakterleri, barin arkasinda scooby-doo minibusunun de yerlestigi onlarca televizyon kutusu filan cok tatliydi. TopperWare'di adi, mark my words cocuklar. Bi gidin gorun. Sonrasina geliyorum, hepsini yazmayacagim, hafizama kaydedildi zaten gulumseyerek kalsin diyerekten. Dun gece yatmadan karaladigim bu cumleyi yazayim sadece, gulumsemeye devam edeyim. Aaa dur bi de sunu soyliyim, dun gece ispanyolca bir cumle daha ogrendim: me gustas espagne. Mutluyum mesudum efendim.
"La via lactea'da love me tender dinlemis kadar oldum bu gece. Baska bir sey yazmayacagim."
"Dilerim yarin sabaha uyanabiliriz." (Bunu da yatmadan yazmisim ama misler gibi de kalktik, bir guzel kahvaltimizi ettik ve an itibariyle cordoba'ya dogru yol almalardayim. Arkasi yarin insallah.)
Iki tane yer vardi gormek istedigim, ikisini de gordugumdur. Ilki prado muzesi. (Bana dexter'daki cirkef ve mal savci prado'yu hatirlatiyor ve pis pis siritiyorum) annunciation'i gordum fra angelico'dan. Vay anasini diyorum sayin seyirciler. Suna da tanik oldum ya, sanat tarihi dersimin sevincli anlarinin kulagi cinlasin. Bi de saturn devouring his son'i gordum. Ismi yanlis yazmis olabilirim ama goya'nin dehsetli resmidir. Ay allahim goya'nin resimlerindeki dehset, karanlik, mutsuzluk beni benden aldi btw. Efendim cok uzun ve yorucu dakikalar olan bu muze (ki dunyanin en uyduruk planina sahip heralde diyecegim artik surcu lisan ettiysek affola) bitti ve yardirdik ikinci mekana. Reina sofia muzesi. Buranin icinde diego rivera'dan, miro'ya, kandisky'den dali'ye herkes vardi. Ama bir eser var ki, (hayir woman in blue degil, o da guzeldi ama o degil, o kadar carpici olamaz cunku hicbirsey) onu gormek icin gittik desem yalan olmaz.
Guernica... Uc nokta koymanin bir anlami var burada, bilincli bir tercih esasen. Soylenecek bir sey yok bu resim icin. Savasin vahsetini en guzel anlatan, en meshur, en carpici, en orjinal hikayeli resim. Picasso'nun fasizan rejim bitmeden ispanya'ya donmesini istemedigi resmi. Resim diyorsam yanilmayin, eskizleri de sergileniyor bir gorseniz! Insan hayran oluyor picasso'ya, ki ben kubizm hayrani degilim, ama sapkami cikarip dakikalarca ayrilamadim guernica'nin karsisindan. Oyle garip ki, muze dukkanina girip guernica'yla ilgili birsey secerken mutsuz hissedip, secememe noktasina geliyor insan. Duvara asmak icin cok acikli, kenarda tutmak icin cok vahsi. Herkes herkes gorsun diyorum. Cunku kitaplarda goremediginiz ayrintilari (arka plandaki silik guvercin gibi mesela) gormek paha bicilemez ve tum yorgunluklara deger.
Iste bu ikinci duragi da gordukten sonra hiic otele gidip vakit kaybetmeden once bir iki isimizi hallettik. Is dedigim zorunluluk degil yahu, kartpostal attik tum dostlara. Bes on gunde varacakmis kartlarimiz. Ne guzeldir uzaklardan (hatta uzak olmasi da sart segil) kart mektup almak!
Neyse efendim geliyorum gece macerasina. Bu isleri halledip plaza mayor'da bakinakli masamiza gectik. Devamini dun gece tam da o masada otururken not aldigim cumle anlatsin, baska birsey yazmayacagim.
"Plaza mayor'da otururken onumda bir surahi sangria, etrafta dostlar, arka fonda angels calan bir sokak sarkicisi, papyonlu garsonlar ve resimlerle dolu bir binanin yuzu. Eger bana sorsalardi, la vie en rose bu derdim."
Bu ispanyol stayla uzuuuuun saatlere yayilmis yemekten sonra (surahi surahi sangria ve paella'lar ole!) gittik bir gece kulubune. Gece kulubu degil de pub-vari bir yerdi. Ay duvarda cizgi roman karakterleri, barin arkasinda scooby-doo minibusunun de yerlestigi onlarca televizyon kutusu filan cok tatliydi. TopperWare'di adi, mark my words cocuklar. Bi gidin gorun. Sonrasina geliyorum, hepsini yazmayacagim, hafizama kaydedildi zaten gulumseyerek kalsin diyerekten. Dun gece yatmadan karaladigim bu cumleyi yazayim sadece, gulumsemeye devam edeyim. Aaa dur bi de sunu soyliyim, dun gece ispanyolca bir cumle daha ogrendim: me gustas espagne. Mutluyum mesudum efendim.
"La via lactea'da love me tender dinlemis kadar oldum bu gece. Baska bir sey yazmayacagim."
"Dilerim yarin sabaha uyanabiliriz." (Bunu da yatmadan yazmisim ama misler gibi de kalktik, bir guzel kahvaltimizi ettik ve an itibariyle cordoba'ya dogru yol almalardayim. Arkasi yarin insallah.)
[20 Temmuz 2012, Madrid.]
Bugun madrid cikarmamizin ilk gunuydu efendim. Sabahin korunde uyanip
havaalanina yetisme fasli, ucak sureci, arada romeo ve juliet izleyip
gozyasi akitmalari filan geciyorum. Geliyorum direk turun baslangic
anina. Dolustuk otobuse, deniz hanim the rehber kadin cilgin ve an gelip
atarli olmasina ragmen genc bunye ve genel kulturumuz sayesinde kendini
fethettik evet. Don kisot ve guernica yorumlarinin bir insani bu kadar
mest edecegini bilemezdim. Gun boyu gezdik isin ozu aslinda. Ogle
yemeginde yerel bir restoranin keyfini tepeden puskurtulen soguk su
buhari esliginde surdum. Arada real madrid'cigimizin stadyumuna bile
gidip tavaf ettim oralari! Fotograflar, muhabbetler gun boyu kahkaharla
gecirilen bir gune tanik oldu. Sonra dus alip disari cikma heyecanina
girdik. Yemege oturduk ve yorgunluktan masada uyuyakalincaya kadar yemek
yiyip icki ictik. La sol'e (yoksa le sol mu) ve havadisleri bir dosttan
aldigimiz cilgin kulube gitmeyi yarina biraktik. Yarin toledo'ya gidip,
donusunde muzelere yardiracagim. Haydi hayirlisi.
Burada birr dipnot giriyorum. Bugun haberleri izlerken (evet anlam ifade eden bir kelimeye muhtac bugun bbc'yi ya da o denkte bir ingiliz kanalini actik. Bir cocuk (cocuk dedigime bakmayin med school ogrencisiymis) elinde silahla sinemanin birini basmis (hem de batman'in son filmini!) Ve 70 kusurat kisiden 12'sini oldurup digerlerini yaralamis! Denver, colorado'da olmus bu olay ama yine de cok sacma bir evham geldi ustume! Urperdim, dedim ne kadar sacma, ne kadar aci, komik, trajik ve benzerleri. Iste bu yuzden ipekli bluzumu giyip disari attim kendimi, guzel bir sofrada dostlarla sohbete oturdum. Bugunluk bu kadar, insallah bir sonraki (yarin olur belkilim?) yazida gorusmek uzere
Burada birr dipnot giriyorum. Bugun haberleri izlerken (evet anlam ifade eden bir kelimeye muhtac bugun bbc'yi ya da o denkte bir ingiliz kanalini actik. Bir cocuk (cocuk dedigime bakmayin med school ogrencisiymis) elinde silahla sinemanin birini basmis (hem de batman'in son filmini!) Ve 70 kusurat kisiden 12'sini oldurup digerlerini yaralamis! Denver, colorado'da olmus bu olay ama yine de cok sacma bir evham geldi ustume! Urperdim, dedim ne kadar sacma, ne kadar aci, komik, trajik ve benzerleri. Iste bu yuzden ipekli bluzumu giyip disari attim kendimi, guzel bir sofrada dostlarla sohbete oturdum. Bugunluk bu kadar, insallah bir sonraki (yarin olur belkilim?) yazida gorusmek uzere
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)