29 Temmuz 2013

[Istanbul - Bisikletler.]

Oyle garip bir sehir ki burasi, yedi yirmi dort isiklari yanan bisikletcilerinin onunde onlarca bisiklet sabahin ilk isiklarinda seni karsilayiveriyor, oylece, sahipsiz.

[Fil Mezarligi.]

Otogarin peronlara cikan altkatindaki karanliklar bana Aslan Kral'daki fil mezarligini animsatiyor. 

23 Temmuz 2013

[Doctor Who Proms 2013 - Royal Albert Hall / Ode to Doctor.]

yazmak zorundayım yazmak zorundayım yazmak zorundayım! yaklaşık iki buçuk saat süren doctor who proms'u dinledim ve mutluluktan öleceğim desem yeridir.

şu an ne çalşıyor bilin?

VALE DECEM. (gerçi ben orjinal yorumunu daha çok seviyorum ama bu da kabulümüz. david'e olan sevgimiz bitecek gibi değil.)

yareppim hüzünden, mutluluktan, duygu karmaşasından öleceğim öyle böyle değil.

bir kere matt'in proms'a bizzat katılmış olması hakkındaki yorumumu yapayim. seni ben yerim matt! seni yerim ya yerim! ne semptaik, ne minnoş, ne harika, ne komplekssiz bir insan çıktın! yeminlen değişirken çok ağlayacağım! biliyorum çok ağlayacağım, delireceğim.

kulağımda theme music çalarken şu hayatta olmam mümkün değil.

başka bir alemdeyim ben. başka bir alemde, muhteşem bir yaşam sürüyorum. galaksiler geziyorum, geçmişe gidiyorum, gözyaşı döküyorum, geleceği merakla bekliyorum. hayata dair herhangi bir endişem, düşüncem, hissim yokk. sadece merakla kavruluyorum! delirmemek elde değil!

carmen mi istersiniz, bach mı istersiniz herşey vardı proms'da! üstelik carmen'in asylum of the daleks'de çalmış olduğunu hatırladıktan sonra daha ne diyeyim yahu ne diyeyim! seyirci delirdi canım benim. ne yapsınlar, ben orda olsam ben de delirirdim, ne yapsınlar?

gelelim en başa, yorumlara en baştan başlamalı. mad man with a box. the most haunting melody ever! ne güzelsin sen, ne güzelsin.. bu yapayalnız, yaşlı, eski adamın genç vücudundaki derin gözlerini daha ne kadar güzel anlatabilir bu şarkı? seni sevmiyorken beni ne hale getirdin matt smith? moffat, sen bir karakter genius mısın nesin? eccleston sonrası tennant'ı, tennant sonrası smith'i nasıl sevdirdin bize? gözyaşlarına boğulmak, geçen zamanı ellerimde tutup geri çekmek istiyorum. bu şarkı bende o hissi uyandırıyor işte. bir zaman yolcusunun, bir zaman lordunun bile geçen zamana engel olamayıp aslında ölümlü olması beni dehşete düşürüyor. aynı zamanda hayali bir karakterin bile fani hayata yeniliyor olması müthiş bir huzur veriyor. canımsın doctor. büyüksün doctor.

I am the doctor! bu şarkıyı tek kelimeyle tanımlamak için düşünmeme gerek yok. bu şarkı çok seksi! çok yani çok! şimdi bu noktadan sonra şarkıyla ilgili ne yazsam kinky olacak bu sebeple yazmıyorum amma, bu şarkının sahnesinin de yeri bende ayrıdır! doctor'un tepesinde dönüp duran düşmanlarına bakıp stand still cause i am talking! dediği andaki muhteşem zafer hissi ile let somebody else try first dediği andaki müthiş özgüven karışınca bu dünyadan kopuyor ve pandorica'nın patlayıp evrenin yeniden yüklendiği bir evrene geçiveriyorum. yapacak birşey yok! hay stonehenge'e kurban olduğum!

gelelim bir başka harika şarkıya! companion suite'le beni can evimden vurdunuz. rose's theme çaldınız abi ne istiyorsunuz, size canımı mı vereyim yahu? orada o iki notayı görüp piyano sesine o kadar inanamadım ki yani mutluluğun tanımı tekrar yapılmalı, adına da rose's theme in companion suite at proms konulmalı. ya da bir kısaltması RSICSAP gibin. çok tatlıydı çook. martha'yı hiç sevmediğimi heeer zaman söylüyorum zaten! tabii ki onun theme şarkısı bir kere bile dinlemedim. yalan olmasın, donna'yı da çok severim ama onun da rueful fate of donna noble'ını dinlemekten theme müziğini hiç dinlemediğimi fark ettim. ama rose'la başlayan ve pond'la biten bu suite beni çok mutlu etti, teşekkürler murray gold.

geliyorum the final chapter of amelia pond'a. çok zalimsiniz. çok. bölümde ağlamaktan helak olduğum yetmiyormuş gibi, burada da bu boku yediniz, sizi esefle kınıyorum. çok ama çok üzdünüz beni. halen pond'ların bu şekilde gitmesini kabul edemiyorum. birbirine başlayan bu kadar çok hikaye arasında onları ancak arasıra bize çıtlatmanız beni çok üzdü. üstelik geçen sezonun sonunda en sonunda river'ın veda ettiğini düşünürsek korkarım bu ikiliyi asla göremeyeceğiz, such a shame. doctor'u bırakıp giden amelia pond. you will always be remembered.

rings of akhaten. yahu bu şarkı bu kadar güzelken, diziden çektiğim kayıt o kadar duygusalken, doctor'un monologu belki de 3 sezonunun en başarılı performansı iken, siz bu şarkının niye içine sıçtınız çok afedersiniz! bi kere kızın sesi aynı değil, otur! sıfır! adamın sesi kızın sei ve o sahnenin epic hissini azaltmış. kazulet sesini koymasanız iyi olmaz mıydı? o sahnede artık adam söylemiyordu, oradaki seyirciler söylüyordu, yazıklar olsun! beni çok üzdünüz. bu arada burda şarkı söyleyen kızı tanıyormuşuz. game of thrones'daki baratheon'un yüzü yaralı olan kızıymış bu kızımız. tabii ben sadece radyo kaydını dinleyebildiğim için kızı göremedim amma aldığım havadisler, okuduğum yazılar bu yönde. Neyse efenim, dedigim gibi maalesef bu sarkinin bu versiyonu beni mutlu etmedi ama we all love doctor, kabulumuzsun canim.

All strange creatures'a gelince. Valla bu sarki da cok guzeldi. Diziyi izlerken kendimi kaybettigimden olsa gerek arkada calan sarkilara pek dikkat etmiyorum, dogrudur. Ama bu sarki epik havasiyla her bolumun arkasinda olabilecek bir melodiyi kulagima yerlestirdigi icin acikcasi kendisini taniyormusum, haberim yok. Ve hatta i'm the doctor melodileriyle bitmesi de ayri bi sempati kazandirdi kendisine gozumde. 

Geliyorum impossible girl'e. beautifully beautiful. Hayran oldum dogrusu. O hassas, kirilgan, an gelince korkak, ama defiant, kaderini kabullenen, fildir fildir donen gozleriyor kim oldugunu ogrenmek icin deli oldugumuz clara oswin oswald'in sarkisi cok guzeldi coook! O minik piyano dokunuslariyla babasinin ustune kapanan yapragi gorduk, hissettik. Canim clara. Salvage of a lifetime dedigi zaman doctor cok bozulmustum. COK. Ama meger sen, salvage of a lifetime degilmissin, doctor senin salvage of a lifetime'inmis. Ne guzeldin ne guzel. Kurtardin onu. Belki de katilinin yuzune gulumseyen bir karakter oldun. Yerin bende cok ayri artik. Kendimi gordum belki sende, belki de olmak istedigim kisiyi gordum. Cok cok baska yerlere gittim clara. Ve bu sarki beni yeniden bu yolculuga cikardi. Cok tesekkurler murray gold, cok tesekkurler ben foster. 

Aradaki eskiler, yarismalar ve dahi medley kismini geciyorum. Ama sunu soylemeden edemeyecegim. Doctor'un ilk companion'i sahneye cikti ve bir sarkiyi sundu. Megersem bu kadin doctor'un ayni zamanda torunuymus. Adi gallifrey dilinde rose demekmis!!!! Seriously cocuklar are you kidding me??? Rose tyler ve ilk companion. Yillar sonra gelen ilk companion'in adinin tesaduf olmasi imkansiz. Nasil rosenberg davasinda cadi avinin yasanmasi ile buffy'deki guclu cadi willow'un soyadinin rosenberg olmasi tesaduf degilse, bu da olamaz. Inanmam. Inanamam!!! Harikaydi!!

About name of the doctor: Allahim this is gallifrey calan orkestraya kurban olayim. Daha ne diyim! Daha ne diyim yahu! O en sonda yavaslayan, river'la olan sahnelerde icimizi parcalayan kisim, o cirkefler cirkefi great intelligence herifinin sesleri, hay o sir seni de yutsun kankalarini da lan diye ciglik atmak istedim ancak bu kadar olur! Aaah ah, clara'nin o timeline'a atlamasi, doctor'un pesinden gitmesi... Nesilden nesile anlatacagim. Cok net. Nasil atlatmiyim? clara'nın kendini gözünü kırpmadan feda etmesi mi dersin? tüm doctor'larla tanışması mı dersin? o miniminnacık haliyle ayakta kalmak için tüm çabasını mı dersin? yoksa doctor'un orada olduğuna inanamayan bakışlarında, doctor'un hayal olmadığını anlayınca parıldayan umudu mu dersin? ve dahi River'in bakislarini, doctor'un ona zarar vermemek için değil de kendisinin canı yanmasın diye dakikalarca onu görmezden gelmesini nasıl unuturum? tıpkı river'ın bileğini kırdığı bölümkü gibi, o anlar içime yerleşti, bir virüs gibi düşündükçe içimi acıtıyor. ah doctor ah. çok mutsuz ettin beni bu bölümle. alacağın olsun. ve moffat. sana herşeyi helal ettim. bilesin.

song of fifty. murray gold, vur dedim öldürdün. bu nedir murray, sen beni öldürmek mi istiyorsun? 5 tane doctor'un aynı bölümde buluştuğu kasım ayı bölümünü izlemeden beni öldürmek mi istiyorsun? bu sözler... ah bu sözler nedir murray?

"it's not the end yet there is no end"

fani, ölümsüz, sınırsız, kontrollü, hassas, sert, yumuşacık. doctor.

doctor.

happy birthday.

happy birthday doctor.

happy birthday.

doctor.

iyi ki hayatıma geldin.

faniliğimin tüm sınırlarına kadar zorlandığı, tüm çıplaklığıyla bana hatırlatıldığı bu senelerde, 45 dakika olsun beni dünyadan alıp başka galaksilere götürdüğün için binlerce teşekkür.

insanların yazarak yarattığı, insan olmayan biri olarak bende yarattığın tüm insani duygular için, fani telaşlar, ölümlü korkular ve en önemlisi ucu bucağı evrene, zaman sınırı milyar yıllara dayanan bir hayal gücünü sağladığın için binlerce teşekkür.

sen olmasaydın, bu kadar çok gerçeklik arasında nasıl bir hava boşluğuna başımı sokup derin ve kesik nefesler alacaktım kim bilir?

binlerce kez teşekkür.

doctor.

happy birthday.

doctor.

The word for healer and wise man throughout the universe.

doctor.

**cue** [Doctor Who Theme]

[coş] [için kıpır kıpır olsun] [içinden işte bu diziyi bu yüzden için izliyorum de] [ayağa fırla danset] [ıslık çal] [tempo tut] [coş] [coş] [gözlerinin önünde time vortex'in aktığını gör] [delir] [delir] [delir] [delir]

[Dexter S8E4.]

for heaven's sake, debra morgan pull your shit together or else!!!!

dizinin bu bölümünün fragmanında zaten görmüştük arabanın yoldan çıkacağını ama diziyi bırakmama **şu kadar** kaldı. hay ağzına sıçayim sizin aile dramınızın.

bence drama olmayan bir versiyon daha yapsınlar 20 dakika filan sürer zaten biz onu izleyelim. vahşet yok. cinayet yok. bu nedir? baş katil bile kimseyi öldürmedi. pof.

dexter mal gibi elalemin evine girip heryeri gezip tozuyor, adam da dexter'ı kameralarında canlı yayın izliyor. ya sabır ya sabır!

dexter adresin belli yerin belli yurdun belli. hiç mi düşünmüyorsun harrison'u. var ya bence o çocuğa dadanacaklar, sonra sen eaah kaybetçek bi sikim bişeyim kalmadı deyip koyverip gideceksin. sonrası elektrikli sandalye artık.

içimi baydınız.

kendinize gelin ya.

bugün e ile konuşurken her sezondaki kötüleri nasıl hatırlıyorsun diye sordu. birbirine bağlantılı ve çok güzel sezonlardı dedim. nasıl unutayim? bu sezonun kötüsü kim dedi. valla dedim henüz kendisine nail olamadık. keeping up with the kardashians çekiyoruz da bu aralar! yareppim ya sabır!

8 yıldır soluk soluğa izlediğim diziyi düzeltin.

yoksa hakkaten you'll be on MY table.

bak çok kızdım.

ona göre.

[The Killing S3E9.]

HAYIR. kabul etmiyorum. bullet'ı öldürmeyecektiniz ya öldürmeyecektiniz! kabul etmiyorum kesinlikle. bunu yapmayacaktınız.

ya bu çocuklar çok küçük allah aşkına şu cinayetleri bir çözün deli olacağım.

içime fenalıklar geliyor, öyle daralıyorum ki...

şimdi bu adamı, the kayıp kızın anasının sapık sevgilisini yakaladınız ama herşey, tüm kanıtlar öyle bir önünüze serildi ki bence bu işte bir olay var. kesinlikle bu herif yemedi bu boku.

dur bakalım nereye bağlanacak?

en nihayetinde daha önümüzde 3 koca bölüm daha var. daha doğrusu üç koca saat. iki saatlik final ve önümüzdeki bölüm. lütfen yani, zart diye çözmüş olamazsınız.

bu arada hayranlıkla izledim dead man walking temasının iki haftadır içine sıçtınız. adamın o cool duruşunu dehşetle izliyordum, adamı parçaladınız, pek olmadı bu. yeni hamleler bekliyorum derken o troll preacher'ı koydunuz, olacak iş mi? sözleriyle öldürüyormuş! ay çok da umrumuzdaydın sen.

o değil de gardiyan adam öldürdü sandıydım, valla oğlu çekip vurmuş annesinin sevgilisini! yuh lan yuh, valla o kısımda baya şaşırdım!

bu arada herifin linden'a saldırması, kadının ağzının yüzünün dağılması filan neydi öyle! ay yüreğime indi, polislik filan hiç kadın işi değil yeminlen. pes de la pes. neyse çabuk toparlandı kadıncağız da huzura erdim.

aa bir de adrian meselesi var. evladım ne çektin sen be? valla üzüldüm ama doğru da söylemiyosun. du bakalım seward hikayesi nereye bağlancak. asılma sahnesine hazır olmadığım kesin.

bu arada holder'ın depresyona girmesi çok doğal. hakkaten bullet'ın burnunu boka soktu, bir kere güvenmeyince telefonları da açmadı. haydi hayırlısı.

bu arada bence bu katil kesin polis filan çıakcak. çünkü ona herşeyi anlatan kız çok korkmuştu. bu üç kuruşluk adamdan o kadar çok korkacağını sanmıyorum. haydi hayırlısı a dostlar.

son yorum: holder what the fak? dexter ve kardeşinin bilimum aile problemlerinden sonra sanıyorum ki holder ve linden ilişkisini yüreğim kaldıramaz! çok şükür holder what the fuck have I done kafalarına girdi özür diledi de burda saçma sapanlıklar silsilesine girmedik. aferim çocuklar!

evet sona doğru ilerlerken meraktan çatlıyoruz.

son bir dipnot: üçüncü sezon afişinde 17 çizgi var galiba. 18 kız vardı. ne iş? ben birşey mi kaçırdım acep?

16 Temmuz 2013

[15 Temmuz 2013, Paris - İstanbul.]

Gozlerimi actigimda saat 11.20'yi gosteriyordu. Check-out'un 12 oldugunu dusunursek ve aslinda ucagimin 14.55'te oldugunu da hesaba katarsak cilgin bir baslangic oldu a dostlar. Zatan hazir oldugum icin hemmen ciktim odadan, resepsiyonla son sempatik konusmalarimi yaptim ve yola koyuldum. Biraz yurudukten sonra dogrudan gare du nord'a giden metroya bindim, sansima dogrudan cdg'e gelen rer'e bindim ve alana kendimi attim. Yareppim normalde şanslı bir insanımdır ama havaalanı terminal shuttle'ında yaşadığım dumur, şanssızlığın daniskasıydı. belkim biliyorsunuz, türk hava yolları terminal 1'den kalkıyor. amma terminal 1'e gitmiyordu shuttle, arızalanmış! ya sabır dedim ya sabır! pariste bir uçak kaçırma macerası yaşamadığım eksikti, o da bugüneymiş. saat bir buçuk olmuş,ben daha terminale varamıyorum! neyse efenim otobüs motobüs derken güvenlikler güvenliklerden geçip kendimi kapıya attım. zaten ben kapının önünde geldiğimde boarding başladı. koltuğuma oturdum, dünya teknolojisine beni getiren ayfonumu uçş moduna alıp oyun/müzik/blog aktivitelerime başladım. şunları söylemeden edemeyeceğim.

önümde bir bebiş oturuyordu. o kadar çok ağladı o kadar çok ağladı ki, o sessiz sinirlilik hali hüzne bıraktı yerini, ne çekti be şu bebiş dedim. yanımda da dedesi oturuyordu, çocuk kucaktan kucağa geçti ama ne fayda, bizim bile kulaklarımızda değişiklikler yaratırken çocuğa nasıl derman olacaksınız çok afedersin? oturun oturduğunuz yerdeee. şöyle bir an yaşadım. bir an yazmaktan da çok daraldım. o an temple run oynamaya başladım. fark ettim ki yanımdaki dede -ki aslında çok genç bir adamdı, zaten torunlar da çok küçüktü- beni izliyor. hem de büyük bir dikkatle. o an, müthiş bir hüzün içimi kapladı. mario oynarken beni hayretle izleyen dedemi düşündüm. o çocuklara en az benimki kadar harika bir dede diledim. kıskandım. çok kıskandım. işte öyle. bunu da içimden atmak istedim yeri gelmişken.

uçak alana indiğinde pasaport faslını halledip zaten saatlerce uçakta otur otur sıkıldığımdan el çantamla koştur koştur çıktım alandan. havaşta son koltuğa oturdum ve şehre doğru yola koyuldum. devamı valiz açmalar, devamı çamaşır.

şimdi ise dün sabah paris'te uyandığımı düşünüp hayıflanıyorum. ama dediğim gibi, till next time paris, a demain!

[14 Temmuz 2013, Paris.]

Efendim pazar gunu tabii ki erken baslayamadi! Pisman miyiz? Hayir asla! Dunku yerde kahavltimi ettiktan sonra yollara dustum efendim. Bugunku hedefim monet'nin bahceleri! Bunun icin gare st lazarre'a gidip bir sure bilet sirasi bekledim. Biletimi saat 14.53 gibi bir saate aldim, yani o an itibariyle yaklasik bir bucuk saatim vardi. Garda bh vakti oldurmek yerine place de l'opera'ya yurudum ve huzurlara erdim. Cafe de la paix'de tatli ve kartpostal molazi verdim. Buraya yururken karsilastigim manzara hakkinda bilgi vermeden once parisi sevmemin bir ufak sebebinden daha bahsetmek istiyorum. Burada insanlar cicek aldigi zaman, cicekler kagia sariliyor, iple baglaniyor. Evet, sebep bu dostlar. Dogadan aldigimiz birseyi bir de platite sarip, renkli plastiklerle suslemek yok burada, dusunebiliyor musunuz? Bu durum oyle hosuma gidiyor ki elinde cicek gordugum herkese gulumsemekten alikoyamiyorum kendimi. Saka gibi. Neyse efendim, gelelim place de l'opera'daki manzaraya. Oturdugum yerden su ana tanik oldum. Birkac tane asker yolu kapatmis -artik gunlerden 14 temmuz normal tabii- insanlar toplanmis. Megersem bir baktim ki ne goreyim? Iki tane tank meydanin ortasina cekilmis, kapilari bacalari acik oylece duruyor. Tabii ki bir askeri darbe girisimi hayal etmedim ama kendimi sasirmaktan alikoyamadim dogrusu. Daha da sasirdigim sey, tanklarin uzerindeki askerler insanlara ellerini uzatiyor, gulumseyerek tankin tepesine cekiyor, icerisine yonlendiriyor, onlarla poz veriyordu. Insanlar, halk, askerin kendisine kapilarini actigi tankin uzerinde fotograf cekiyordu. Yareppim o an aklimdan o kadar cok sey gecti ki, hangi birini yazayim size a dostlar. Turkiyelim. Daha ne diyeyim? Askeri darbeler, muhtiralar, kapanmayan ve acilmayan davalarin tarih ve yasimdan oturu tanigiyim. Boyle birseyi gormeyi hic beklemiyordum. Hic. Neyse efenim, bu manzarayi gorup kendi ulkem icin dilekler diledikten sonra gare st lazarre'a biraz da kosturarak vardim. Vernon'a giden trende bir garip rdim, monet'yle kavusmami yari uyur yari uyanik durumda bekledim. Vernon garina indikten sonra taksilere yoneldim ve rusyadan gelen bir kizla ayni taksiye bindik. Sohbet muhabbet derken tum bahceleri konusa konusa gezdik. Ne hayatlar, ne hayatlar a dostlar. O anlattikca anlatti, ben anlattikca anlattim. St petersburg ve istanbul ziyareti planlari arasinda water lilies pond'a vardik. Tanrim canimi al mutlu oleyim dedim o an. Tam o ama kadar havanin sicagi, trenin olmayan/calismayan klimasi, is guc telaslari, dunya halleri, donus trenini yakalama dusuncesi uctuuuuu gitti. O an, zaman durdu ve ben monet'yle tanistim. Megersem hayatini pek bilmezmisim monet'nin, kendisi ender zengjn ressamlardanmis. Bu arasi onunmus, ev onun eviymis. Muhtemelen huzur icerisinde bahcesinde gezinirken bu resimleri yapmaya karar vermis. Zaten dedigine gore onlari resmetmek icin cocek yetistirmedim, onlari gordugumde resmetmeye karar verdim. Acikcasi ben botanikten pek anlamam ve asiri sicak bir gunde bahceyi gezmek cok zorlayabiliyor insani. Ama pond. Ah, the pond. Dedim ya, monet'yle tanisiyorsunuz burada. Her sey ayni. Her sey resimlerindeki gibi. Her sey. Ayni. Sanki elinde sehpasi karsiniza cikacak, sanki yolunuu kesecek. Inanilir gibi degil, her sey ayni. Hersey buyulu. Hersey gercek. Hersey hayal. Deli olmamak elde degil. Iste sairi deli eden dunya burasi, agaclar burada, niluferler burada acmis, yarab pure beauty burada. Kameraya bakmaniza gerek yok, her kare bir harika, her kare bir baska monet tablosu. Yazarken dusundugumde bile bit by bit delirdigimi hissediyorum. Sukur, sukur kavusturana beni bu bahceyle. Daha mesut olamam. Herkeslere oneririm, dost dusman ne olur buraya bir kere gidin. Sasirmaniz icin google'a monet yazin, iste o bahceleri burada bir de canli gorun. Harika fevkalade muhtesem! Ay hizimi alamadim, o kadar guzel ki!

Efenim monet donusunde trenimi yakaladim, uyuya uyuya geldim. Vardigimda saat sekiz bucuk gibiydi yanilmiyorsam. Artik o kadar yorgundum ki, bir dinlenme duragi olsu deyu otele dondum, dus aldi. Ve sooyle bir yayildim. Yine cnn patlattim. Hah! Yola ciktigimda hedefim once georges v, sonra trocadero'ydu. Bir kere kacirdigim havaifisekleri bi kere daha kacirmak mi, asla! Georges v'tr ne yaptin derseniz tabii ki leon de bruxelles'e girdim. Hem tum gunden sonra -giverny'de ayakustu gazpacho (hava cok sicakti ayol, agir bisey yesem bayilirdim heralde), biraz cips ve birami ictiydim ama bu yemek sayilmaz tabii, aciktim elbet- actim, hem de malum ertesi gun donecegim icin son kez bi doyasiya midye yiyeyim dedim. Sonuc: 800 gram midyeyi yine kuplettim, daglara taslara bu nasil bir gozu ac olma durumu valla kendimi anlayamiyorum. Neyse efenim, uzuuuun lafin kisasi metronun kalabaliginsa mahsur da kaldiktan sora fisek gurultuleri esliginde ciktim disariyaaa. Ben ki cocuklugumdsn beri ne zaman fisek sesi duysam kendimi disari atar, gormeye calisir ve en nihayetinde gorurum. Ama ben omrumde bu kadar cok fisek gormedim arkadas! Kabul ediyorum, 29 ekim kutlamalarinda da COK atiliyor ama, onlar tum bogaza yayilmis oluyor aslinda. Ama burada o kadar ufak bir alandan bahsediyorum ki, metrekare basina dusen alevle mi olculuyor artik neyse, accayip yuksekti, hayran oldum hayran! The glory of republique francaise! Sapka cikardim! Hatta elimde telefonla kaydederken an gelip kendimj de kaydetmisim, yok artik filan diyorum o derece. Baya guzeldi a dostlar, siz siz olun kacirmayin tatilinizi oynatabiliyorsaniz bu gune illa bi denk getirin. Bu arada sozum kosedeki ev/otelin ust kati sakinlerine, sizi cok kiskandim, bir sonraki organizasyonumu orada kalacak sekilde ayarlayacagim bilesiniz! Efenim buraya kadar ne kadar guzel hislerle doldugum hissetmissinizdir fisekler esnasinda. Sonrasindaki cileye de parmak basmayi bir borc bilirim. O kadar kalabalikti ki metroya girmek mumkun olmadi, girdikten sonra vagona degil ulasmak, peronu gormek hic mumkun olmadi olamadi. Velhasil, trocadero'dan louvre'a kadar yurumek suretiyle takatimin son noktasina vardim. Yilbasi gecesinde de cok yuruduyduk amma en azindan canimizi metroya attiydik. Burada metroya binmemiz saat 1.45'i buldu. Shame shame shame. Otele vardigimda saniyorum ki ikiyi on geciyordu. Ama mutluydum be dostlar. Yorgun ama mutlu, paris'te ve huzurlu.

[13 Temmuz 2013, Paris.]

Ikinci gunume baslangici yaptim a dostlar. An itibariyle otelden ciktim, otelin onundeki minim kafede kahvalti ediyorum, sabahlar olmasin. Dogrudur, bu sehirde yasadigim zamanlari ozluyorum cgonlum istiyor ki bir yerlere gitmem zorunda olmiyim, elimde dergi saatlerce oturayim bulundugum yerde. Yok, olmuyor. Ileri vadede yapilacaklar listesine cok onceden eklemistim zaten ama yine de kayitlara gecsin tekrardan, pariste bir ev alina! Boyle oteldi bilmemneydi ugrasamiyciim. Hem guzel bi yatirim da olur ny habitat'tan filan kiralarim. Ooo dusundukce icim sinen dusuncelerden olacak hep bu dusunce. Neyse efenim an itibariyle kahvalti bekliyorum. Oncelikle sunu soylemekte fayda var bir gezgin olarak. Otel fiyatina genelde kahvalti sahil olmuyor malumunuz. Kahvalti ederseniz ayrica bir ucret oduyorsunuz. Her zaman sunun degerlendirmesini yapmak lazim: belki de kosedeki cafede edeceginiz kahvalti otelin sundugu kahvaltidan daha ucuz. Ustelik de ayni seyler ve hatta fazlasi var. Her zaman etrafiniza bir bakinin, gittiginiz sehirde bulunmayin, kisacik bir sure icin de gelseniz yasamayi tercih edin, algilarinizi bu sekilde acin. Minik cafelerde oturan fransizlara gipta etmeyin, siz de bu firsati degerlendirin mesela diyorum, nasil olur?

Neyse efendim an itibariyle kahvaltimin sonuna geldim, diger gunlerde de burada edecegim galiba, garson cok tatli dilli. Simdi yola cikiyorum, rer c yolculugu beni bekler. Sonrasinda ise la conciergerie'de tek ozel alani bir paravanin ardi olan zavalli marie antoinette'in cafcafli gunlerini gormeye gidiyorum. Pek mesudum. Uzun surelerden beri denk gelmeyen versailles yolculugum en sonunda denk geliyor. Au revoir cocuklar!

Efendiiiim, meshur versay sarayini baslayayim anlatmaya dogrudan. Oncelikle kotu yanlarini anlatacagim. Cunku birilerinin sapkayi onune alip dusunmesi gerekiyor. Cunku guzellikleri anlatmak her zaman daha kolaydir. Efenim st michel'den rer c'ye binip yollara dustum. Tabii ki tren macerasinda bir olay atraksiyon yok, fransizlarin ulkeyi demir aglarla ordugune ne suphe. Shame on us aslinda, marsimizda. Sonra bi gidim ileri gidememisiz zannimca. Neyse efendim, esas macera rer'den inince basladi, orayi anlatayim. Oncelikle bir bilet macerasi yasaniyor burda. Ki aslinda onceden alip bu sirayi beklemekten kurtulabilirsiniz ama ben yapmadim, cok da pisman degilim dogrusu. Burada esas olay tum bu kalabaliga, ki artik it is an established fact that tum dunya versaya geliyor akin akin, 3 kisinin bilet satmasi. Sacmaligin daniskasi. Ama sonrasinda sarayi gezerken bunun bilincli yapildigini dusunmeye basladim. Cunku icerisi o kadar kalabalik ki O KADAR yani! Eger hizli bilet satilirsa o kalabalik kesinlikle birbirini paralar icerde. Kesin yani kesin! Neyse efenim bence esas rezillik bekleme kuyrugunda basliyor. Rezillik de la rezillik! Efenim beklemek sorun degil, zaten oraya giderken beklemeleri goze aliyorsunuz. Oyle ki siradayim demeniz birsey ifade etmiyor. Siranin hangi kanadindasiniz onu belirtmeniz lazim. Ben mesela 6. koldaydim, dusunun, alti kere viraj aldiktan sonra iceri girebildim. Esas sikinti oradaki cehennem sicaginda beklerken hic bir facilities'in olmamasi. Yalan olmasin, ben donus trenine oturuncaya kadar tuvalete girmedigimi fark etmedim, oyle bir kendimden gecip gezmisim ki umrumda mi dunya! Hadi tuvaleti gectim de icecek su yok, ulen ne bicim memleket burasi, seyyar su saticisi yok. Saka gibi. Uzatmiyim, bu kismi da sorunsuz atlattim a dostlar. Alanda bdava wifi var, kocca bi kalp. Neyse efenim uzun lafin kisasi iceri girdim. Icerdeki en buyuk sikinti yine facilities. Tuvaletlerin onunde 25 metre sira var. Cocuklu aileler cok zorlandi coook, bitmek bilmiyordu. Ve icerisi nasildi artik bilemiyciim. Sadece su sahne cok acikliydi, minnos cocuk annesine "mom i really have to go nooow" diye yalvardi. Ama ne care, siranin gelmesine cook vardi, ne oldu bilmiyorum artikin. Ama sarayin beni en cok zorlayan kismi yemek olayi oldu. Ben yanima icecek su aldiydim, girmeden bi bucuk saat once kahvaltidaydim zaten, girmeden de bi neyve salatasi caktim soguk soguk. Ama aciktim arkadas aciktim! Insanim bi yerde, acikiyorum! Icerde 4 tane filan cafe var. Birine girdim, sandvic ve su bitti, 20 dakikaya geliyor dediler. Bu nasi bi dunya sorarim size? Lan burasi versay sarayi, zevkusefanin merkezi lan! Burda ekmek degil pasta yesinler denildigi konusuluyor tum dunyada. Nasi yemek olmaz dalga mi geciyorsunuz republique francaise!? Acikmami unuttum gotumle guldum cok afedersiniz boyle sacma sey olmaz. Neyse efenkm bahcelere indigimde orda ufak quick bite mekanlari var. Orda birseyler yiyip ictim cok sukur. Insanlar oyle bir insanliktan cikmis ki o minnos ingiliz kizlari filan lambir lumbur krep yerken gormeniz lazimdi, dehsetlere kapildigimdir. Neyse efenim, olumsuz ozellikleri saymayi ve hatta gerip veristirmeyi bitirdim galiba. Geliyorum saray hakkinda izlenimlerime.

Saray muhtesem! MUHTESEM! Oyle muhtesem ki, sonunda oleceginizi bilseniz de gozlerinizi o odalardan birinde acip bahceye baktiginizda burasi benim demeye razisiniz. Burada her yer kumas, her yer el isciligi boya akil alir gibi degil. Odalarda gezinirken, vay anasini ne hayatlar yasanmis burada demekten alamiyorsunuz kendinizi. Sonrasinda ise aslinda bir huzun kapliyor icinizi. Versay sarayi paris turlarinin icinde mutlaka olan bir durak. Ama acaba pa conciergerie'ye gidiyor mu bu gruplar? Efendim conciergerie, marie antoinette'in olumune kadar tutuldugu hapishane. Marie antoinette'in saraydaki odasini, kralin altin kapilarini, royal chapel'in gozunuzun alabildigine sanat dolu tavanini gordugunuz an icinize gelip oturuyor o huzun. Dediklerine gore marie'ye kendisini kacirmayi teklif ediyorlar. Ben kraliceyim, bu insanlar halkim, kacmayacagim diyor denildigine gore. Ve son gunlerini 15 adimda yuruyebildiginiz bir bahcede, tastan bir yuvarlatin ustunde yemek yiyerek, yatak masa ve lambadan ibaret odasinda, basinda 3 tane gardiyanla geciriyor. Kendisinin dekore ettigi o devasal yatak odasi ve daha bilimum odadan sonra, buradaki tek ozel alani paravaninin arkasi. Orada giyinebiliyor gardiyanlarinin gozlerinden uzak. Orada hazirlanip, 10 adimlik sapelinde dua edebiliyor, penceresi oyle ufak ki. Iste tum bunlari gordukten sonra versaya gitmek bambaska bir duruma sokuyor sizi. Ben queen's estate kismini gezemedim cunku vaktim yoktu ama gorduklerim beni huzunlendirmeye yetti. Tarih onun pasta yesinler demedigini konusurken simdilerde, kendimi onun yerine koyuyorum da... Elimin altinda hersey olsa, boylesine harika bir hayat yasasam... Tum samimiyetimle soyluyorum kimseyi umursamazdim. Umursamak istemedigimden degil, aklima gelmezdi. Halkimin surundugunu bilseydim ne yapardim peki? Kadife perdelerimi mi satacaktim? Odalarimi mi kiraya verecegim? Gumus yemek takimlarimi mi emanete verecegim? Hic sanmiyorum. Asla ve kata yapmazdim. Onlar da yapmamis. Kizmamak lazim. Burasi cok baska.

Bahcelere gelirsek. Yareppim bahceler bahceler bahceler, sonsuz kere bahceler yazmak istiyorum! Versay maceramda sira bahcelere geldiginde saat dordu on geciyordu galiba. Dolayisiyla heer labirente girip heer havuzun cesmenin basinda durmadim. Daha ziyade, sooooyle bir asagi kadar yuruyup, arada yukarida bahsettigim yemek molasini verdikten sonra, adini animsayamadigim, grand canal'in arkasindaki buyuk havuzun kenarinda yayildim. Ah ne cok yorulmusum ben oyle! Sooyle bir soluklanip ne kadar harika bir yerde oldugumu tekrar tekrar algiladiktan sonra -bu arada soylemeden edemeyecegim, bahcelerde surekli muzik var. oyle guzel bi his yaratiyor ki tarifi imkansiz. Sanki siz kat kat kiyafetleri iz ve korselerinizle bahcede arziendam ederken bando takiminiz sadece sizin keyfiniz icin yanibasinizda sizin icin caliyor- neptune havuzuna dogru yardirmaya basladim. Neden? Cunku yirmi dakika sonra gosteri baslayacakti. Iste oraya dogru kostururken, iki tarafi agac dolu bir alanin yanindan gectim. Aslinda tum bahce agac dolu ama orasi, ortasi bombos ve cimenlerle kapli, yanlarinda koyu golgeli agaclariyla cardakta anneannemlere varmadan onceki son 100 metrede yuzume tatli golgeler dusuren agacli yolu animsatti. Orada durdum. Durakaldim. Durakladim. Gozlerim doldu. Gezdigim gordugum her yerde karsima cikan yuksukler bir yana, burasi artik cok fazla geldi kalbime. Cok. Oyle ki, cimenlere otursam, aglasam aglasam aglasam diye dusundum. Sicak bir yaz gununde versay'in bahcelerinde yeterdi gozyaslarim belki, kimbilir. Yutkundum. Bunu su an dusunemem deyip (scarlet o hara'ya tekrar selam olsun) bidi bidi neptun havuzuna yardirdim. Havuza vardim ki amanin nasil kalablik anlatmak mimkin degil a dostlar. Uzun lafin kisasi yerlestim, cimlere yattim, kelimenin tam anlamiyla ayagim topraga degdi. Fiskiyeler calisirken havadaki klasik muzik gokyuzundeki gunese karisti, gunes kanima akti, zihnim ise bu enerjiyle oyle bir dinlendi ki. Fiziki yorgunluk da kotu elbet ama zihin yorgunlugu dinlenince gerisi gozunuzde buyumuyor, cok sukur. Efendim bu noktadan sonra ciktim rer'e bindim dondum evcegzime. Ehem, paris evimiz oluyor haaagnim! Tren istasyonuna uzun bir yuruyusu, versay pazarinin (!) icinden gecmemi, arada duraklayip sarf ve kalem almami saymiyorum. Bir saate yakin bir sureden sonra otele donmustum.

Otele dondukten sonra elbette ki banyoya attim kendimi. Sicak, yorgunluk, kosturma, cim kokusu ve toprak yollarin tozu uzerimden akti, ben ben oldum yeniden pek mesudum! Yine cnn izledim tabi. Bunu da soylemeden edemiyciim. Her otelde tek ingilizce kanal cnn ne cektin be bacim? Bu uc gun icinde ekonomi uzmani oldum ciktim daha ne diyeyim? Simdi guncel bir haber de gireyim, fransada bjrtren kazasi oldu, tren raydan cikti ve 6 kisi oldu bu kazada. Anlayacaginiz baya ciddi bir durum. Tabii tum kanallar breaking news tadinda canli yayina gecti. Bi programa denk gelemedik. Fort bilmemne diye bisiy izledim, adasa maceralar tadinda, onun disinda tabii ki law and order'i fransizca izlemedim. Olivia'nin atarli sesi olmasan, stables'in paldir kuldur yutarak konusmasi olmadan asla cocuklar. Neyse efenim, cumartesi aksamina donerseeeek. Sacimi basimi kuruttuktan sonra disari ciktim. Nereye diye sorarsaniz tabii ki le mazet the yilbasi barimiz! Elimde votka ananas, arka fonda rolling stones michael jackson filan derken pek keyiflendim valla sormayin (Bu arada the en sevdigim barda wifi -unutmak yok ax552tb :) - olmasina ise ayri bir kalp). Ciktigimda saniyorum ikiyi biraz geciyordu, otele dondugumde dogrudan tumba yatak, sonra yine yeniden alarmimi dahi kuramadan sizmisim. Tanrim, paris semalari altinda alarm kurmadan yatma luksu... one and only.

[12 Temmuz 2013 İstanbul - Paris.]

Efendim bir baska sehir gunlugunde de daha beraberiz. Bu sefer yolculugunuz parise gerceklesecek. Tabii soz konusu paris olunca artik bir geziden ziyade, yazlik evime gidiyormus gibi bir his soz konusu. Oyle ki, evdeki eskiii zamanlarin haritalar ve brosurlerine bakip, bi metro haritasini cantama atip geliyorum. Navigo 3 gunluk var miydi gibi sorular zihnimi kurcaluyor ama aslinda zihnimin bambaska bi ucunda heryere yuruyecegimden adim gibi eminim.

Aslinda nispeten vakitlice yattigim bi gecenin ertesinde bu sefr ailecek yollara dustuk efendim. Bizimkiler italya semalarina yelken acarken, ben hem bi fransa vizemi kullanmis olayim ozledim parisi temali bir fikirle, hem de cidden gidemedigim yerleri bu sefer kesinlikle gormek istegiyle kosup buralara geldim. Ucakta surekli uyudugumu yazmama gerek yok heralde, makul saatte yatmis olmam, uykuya doydugum anlamina gelmiyor tabii. Efendim ucak parise indi, roissy bus'la birliktenoperaya dogru yola ciktim. Tabi cografi olarak sehre sacre coeur civarlarindan giriyorsunuz, montmarte'a kurban olayim gercekten. Minnos bi goz kirpti bana sacre coeur'cugum. Neyse efendim opera'da indim, cafe de la paix'nin yeni anahtarligi cikmamis ona biraz hayiflandim, concorde aktarmali otel yolculuguma basladim. Otelime vardim -aslinda bekledigimden daha cok yurudum, haritadaki orantili mesafeye inanmamak lazim, yukardan gelmek lazim neyse- otelim gayet guzel. Resepsiyondakiler accayip kibar, her sorununu cozecegini hissettiriyorlar, keza yuzunden ne demek istedigini anliyorlar, kocca bir kalp. Otelden ciktigimda metroya kendimi attim -ha! Yolumu buldum naaaabeeeer- ve istedigim noktadayim. Itirafimdir, her ne kadar paris benim icin cite demek olsa da -yasanmis ve yasandigi bize anlatilan hikayelerden oturu bu bolgeyi seviyorum- bir diger anlami da leon de bruxelles! Metroda birkac subesinin daha adresiyle karsilastim amma bizim icin orjinaline, st germain'dekine dondum. An itibariyle masamda soguk bira, midyelerimi bekliyorum. O kadar huzurluyum ki...

Buradan cikista ne yapacagimi bilmiyorum. Ama bilmemek oyle guzel ki.. Saniyorum bu sehri bu yuzden seviyorum. Bilinmezliklerin huzur verdigi bir dunya burasi, bizim dunyamizdan cok uzak. Belki titanic the exposition'a gidecegim. Ki usenmem beni bilen bilir. Ya da 'sahile' inecegim ki bu yer notre dame'a denk dusuyor zihnimde. Belki de shakespeare and co.'da saatler geciririm kim bilir. Ya da mazet'e yururum yilbasinin hatrina. Ooooo, neler neler var aklimda, hic birine acelem yok, la vie gamsiz baslasin ve bitmesin a dostlar.

An itibariyl midyelerimin geldigini goruyorum. Izninizle onlara saldiracagim. Birkac bira, kocca bi tencere midye sonrasinda, en az bu kadar huzurlu bir yerde sizi yakalarim.

[...] efendim mutlulugumu anlatacak kelime ve dahi dil yok. Yemekten sonra dogrudan titanic l'exposition'a gittim! Metrodan indim nefes almak yerine titanic diyerek. Titanic titanic titanic derken afisleri takip edip ulastim alana. Tabii ki bin yuz tane filan fotograf cektim daha iceri girerken bile. Bana boarding pass verdiler ki otesi yok, i have a titanic boarding pass laaan! Yareppim itanic railing'inde i'm flying pou bile verdim ya, bence otesi yok. Icerisi harika. Barcelona'daki degil bu sergi yahu daha bi genis versiyonu. Bazi seyler ayni amma buradaki cok daha genis tutulmus. Artifacts cok daha dikkat cekici. Hele de store'daki esyalar bin yedi yuz kat daha guzel. Ben, 12 temmuz cehennem sicaklarinda titanic battaniyesi almanin esiginden dondum. Bir daha gidersem, ki halen vazgecmedim o battaniyeden, galiba corba ve kahve/sekerlik takimi da alacagim, oendimi durduramiyorum. Artik titanic'ten bir komur var cantamda. The anahtarligi tabii ki aldim, tisort canta yareppim icind titanic figuru olan cetvel dahi aliyordum bu nedir dye soruyorum kendime? Normal degil, for sure, ama mutluyum da yani. Bu arada fotograf cekmek yasak, amma kimse sallamiyor bu durumu. Ooooh catir catir tum herseyi kaydettim. Pek mesudum. Koridorlarda filan fotografim var ayol, tam bi caponum masallah. Neyse efenim buradan tekila shot'larim su bardaklarim ve dger bilimum titanic replikamla ciktim, hedefi 'sahile' cevirdim. Baska hir konuya atlamadan sunu da soylemeden edemiyciim bu arada, yazili fransizcam -oturup da essay yazamam elbette- obasarili degil artik, sozlu fransizcamla da hayatimi devam ettirebile ek boyuttayim aramiz cok iyi, ama fransizca edebiyatim mi denir artik nedir, o baya iyiymis laaan! yareppim tum trajedi hikayelerini okudum tum artifact aciklamalarini okudum ve catir catir anladim daglara taslara! insanin sevdigi birsey olmaya gorsun impossible is nothing gaaaliba! belgesel bile izledim belgesel bile, hemi de interaktif beheeey! (bu ani da yasadiktan sonra devam edebilirim yazmaya evet). Yarim saat sonra i was home. Shakespeare and co'nun onunde dakikalarca kartpostal bakip iceride karsima cikan titanic kitabini bir sure okuduktan sonra, kus olup baska dunyalara gittim. Arka fonda calan muzik mi boyle yapti beni, yoksa karsima cikmasi tesaduf olmayan olamayacak kitaplar mi, gecmisle baglarim olduguna cani gonulden inandigim tarihi bir olay mi sorgulatti yasadigim gercekligi bilmiyorum. Tek bildigim huzurlu oldugum. Herseyden uzakta, kimbilir, belki de herkesten uzakta bir garip orhan veliyimdir. Mutluyum. Sevdiklerimin kulaklarini cinlatacak kadar, ah siz de olsaydiniz diyecek kadar aklim ucari halde, ama mutluyum.

Yemegimi yilbasi oncesi de yedigimiz, yilbasi sonrasinda da kahvalti etmeye nail oldugum yerde yedim. Bir kadeh sarap insani huzunlendirir mi? Sanmam. Baska birseyler olmali. Gozlerimi kalayip etraftan gelen yahanci sesler huzunlendirmedi beni hayir. Arka fonda calan edith piaf'in da parmagi yok bu iste. Sadece, bir yerde kendini bu kadar tamamlanmis hissetmenin agirligi coktu icine bence. Nasil cokmesin, burada tam isem, diger yerlerde eksik degil miyim? Ya da acaba, eksik miyim?

Kartpostallar alip, st michel sokaklarinda sokak sanatcilarini izledikten sonra notre dame'in onune geldim oturdum. Burada bir tribun var artik, neden bilmiyorum ama guzel olmus, fotograf cekenler saha bi rahat ediyor. Burada yazimin geri kalanini tamamlarken tam arkamda gunes batmak uzere. Havada krep kokusu var. Gece planim ne olur bilinmez ama donunce bu ani dusunup hayiflanacagim kesin.

Bugun erken biten bir gun olarak kayitlara gecsin a dostlar. Oyle yorulmusum ki, yarin enerjim olsun bi de gece alemlerine halim kalsin diye aksam on bucuk gibi otele dondum. Ohannes nerdeyse eve diyecektim, oyle benimsemisim! Metronun da yerini kesfettikten sonra ertesi gune gonulden hazirligimi fiziken de desteklemeye basliyorum, uyku vaktidir allons-y!

[2 Temmuz 2013 Alicia Keys.]

Geç gelen alicia keys konseri izlenimlerimle buradayım yeniden a dostlar!

first things first, çok sevgili d e ve o olmasa o konserde bulunmam çook zor olacaktı. elimdeki işleri alıp, beni rahata erdirdiler, bin bir teşekkürü bir borç bilirim.

ikincisi: konser muhteşemdi!!!

yıllar önce alicia keys'in unplugged albümünü alıp, kendisine vurulduğum doğrudur, ama aslında esas kalbimi fethettiği an, sanıyorum ki bir mtv müzik ödüllerinde fallin'i çaldığı andır. bu ufacık kadının sesinin güzel olması bir yana, piyano çalarak hayatını kazanması beni her zaman çok sevindiriyor. alternatif bir hayat demeyeyim, ama paralel bir evrenimi hatırlatıyor bana. dahası, sadece piyano ve sesi değil, en çok da sözleri yakalıyor beni, ne yalan söyliyeyim! keep on fallin' in and out of love nedir allah aşkına, sen bizim yüreğimize mi indireceksin alicia?

kendisini sevme sebeplerimi kısaca anlattıktan sonra geliyorum konsere. yarepipm konser tam hayalim gibiydi. bilmediğim şarkıları -ki evet setlist'inden ilk birkaç bilmediğim şarkıyı dinlemiştim- dansçılarıyla süslemiş, dansçıları yetmeyince selam sabah ederek arayı kapatmış, fıkır fıkır sözleri ve insanın ruhunu okşayan melodileriyle bizi fethetti alicia keys! sahnesi en nihayetinde piyano çalan bir şarkıcı ile ilgili beklentinin çok daha üzerinde, accayip güzeldi. setlist'i ise sanıyorum mutluluktan ölmeme sebep olacak şekildeydi.

karma, you don't know my name, a woman's worth, diary, unbreakable, if I ain't got you, no one ve tabii ki fallin' söyleyen alicia beni benden aldı. adeta yıllaaaaar önce albümünü alıp sabah akşam dinlemelere doyamadığım, kosner görüntülerini hep görüp hep hayıflandığım unplugged konserine gitmiş kadar oldum desem yeridir! hele de if i ain't got you'yu, burada çok mutluyum deyip bize armağan ettikten sonra çalması... HARİKASIN ALICIA, KURBAN OLSUNLAR SANA BE! dedirtti evet. üstelik de empire state of mind'da bir süre sonra new york yerine istanbul diye söylemesi, ayrı bir kalp kalp kalp efekti yarattı cümlemiz nezdinde. her ne kadar konser başlamadan önce her yer taksim her yer direniş nidaları yükselse de -ki bence ne yeri ne zamanıydı yareppim, ne alaka, kime neyi anlatıyorsun- o noktadan sonra, her yer alicia, her yer newyork oldu desem yalan olmaz! bir de şimdi şunu söyliyim, valla ben girl on fire şarkısını pek bilmiyordum, onu da çok sevdim! yey, tam bir set the world on fire turu olmuş, tekrar helal olsun.

son birkaç kelamımı da vokalistler için etmek istiyorum. yahu sizde de ne ses var be anacım! valla bravo! hem kıpır kıpırsınız, hem alçak gönüllüsünüz, hem güler yüzlüsünüz hem de ultra yeteneklisiniz, duble tebrikler, ağzınıza sağlık!

velhasıl, ben iyi ki alicia keys'i görmeye gitmişim. iyi ki taa en başından beri kendisini sevmiş ve dinlemişim. kendisi, beklentimden de yüksek, über bir performans sergiledi, üç kere sahneye çıktı, kıh kıh kıh gülümseyerek konser boyunca herkesi fethetti ve seyirciyle iletişimini had safhada tutarak ekrandaki sempatik görüntüsünün, görüntüden ibaret olmadığını kanıtladı. canımsın alicia, yine gel, yine bekleriz!

[The Killing S3E1-8.]

bilmem ki nasıl anlatsam, nasıl size the killing'i?

bu diziyi çok seviyorum. hah, söyledim işte. en önemli nokta bu. bu diziyi çok seviyorum a dostlar. iki sezona yayılan rosie larsen cinayetini güzel bir şekilde çözdüler, belki biraz uzattılar ama, mükemmel olmayan polisleri, ailelerin içinden birisini kaybetmesiyle yaşadığı karanlık dönemi, bir şehrin havasının insanın nasıl da ruhunu etkilediğini bu derece güzel gösteren bir dizi nasıl sevilmez sorarım size? linden ve holder'ı o kadar özlemişim ki, birkaç bölüm birikmesini bekleyip izlemeye başladığım the killing üçüncü sezonda yepyeni bir olay var. evden kaçıp gitmiş, evinden kovulan, sokaklarda yaşam mücadelesi veren çocukların hikayesi var bu sezon. zaten kanınızı donduran bu kasvet içerisinde bir de sizden çok daha küçüklerin yaşadığı, yaşamaya çalıştığı bu hayatları görünce iyice geriliyor ve uykularınızı kaçırıyorsunuz. kimisi bu diziye ağır ilerliyor diyor ama bu dizi ağır ilerlemezse intihar ederiz ben size diyeyim. açıkçası her bölüm için onyüzbinmilyon tane söyleyecek şeyim var, yok değil. ama bozmak istemiyorum a dostlar. sadece şunu bilin:

bir alanda, 17 tane genç kızın cesedi bulunuyor. bu cinayetlerin hepsi 3 aylık bir periyotta incelenmiş. peki ne alaka, biz bu hikayeye nasıl bağlandık derseniz, dedektiflerimizden linden'ın 3 yıl önce takıntılı hale getirdiği, sonrasında tedaviler gördüğü davasıyla bağlantılı olduğunu düşündüğü bir seri katil hiakyesi bu. bu demek oluyor ki, bir yandan katili ararken, bir yandan da o zamanlarda adamın birinin karısını öldürmekten tutuklanıp idama mahkum edildiğine, yakanmasına linden ve o dönemki ortağının sebep oluşuna tanığız. polisiye olaylar tam hız devam ederken, bu ufacık çocukların hayatlarına ilişkin detayları öğreniyoruz. polisiye olaylar tam hız sürerken, idam hücresinde ölümünü bekleyen karısını öldürmekten tutuklu seward denilen katilin dirayetini görüyoruz. idam mahkumları arasındaki konuşmalara tanık olurken, küçücük çocukların siz derinden yakalayan cümleleri öyle bir sarıyor ki, meraktan ölüyorsunuz, benden size söylemesi.

dizi son üç bölüme yaklaşırken bir de dizinin akıbeti hakkında bilgi evrmeyi borç bilirim. bu dizi aslında -o kadar da sevmeme rağmen- iptal edilmişti. ancak daha sonrasında kanaldan -amc, evet the walking dead'in kanalı- açıklama geldi ve bir sezon daha uzattılar. bu sezonda yeni bir olay yapıp, sezon sonunda kapatacaklarını açıkladılar. öyle mutlu oldum ki... dolayısıyla bu dizi muhtemelen bir sonraki sezonu göremeyecek, tadını çıkarabiliyorken çıkarın derim.

son bölüme adım adım yaklaşıp, önyargılar, kabullenişler, yanlış anlamalar ve aslında insanın doğasına ilişkin bin bir ufak ayrıntıya tanık olduğumuz bu diziyi keyifle izliyorum. son durumlardan haberdar edeceğim. o zamana dek, cheer up çocuklar.

[Post Defiance.]

uzun süren bir sessizliğin ardından aklımdaki yazılar bir bir dökülüyor, çok keyifliyim a dostlar. ilgili dizilerimin sezon finallerini yazdıktan sonra iki tane diziden daha bahsetmek istiyorum. birisi yepisyeni dizim, gerçi yeni dediğime bakmayın, başlayalı 10 bölüm oldu, diğer ise yeni sezonuyla yine beni soluksuz bırakan eski bir dizim. sırayla hepsine geleceğim. önce yeniler. önce defiance!

bu dizi bir harika! daha dizi başlamadan bu diznin yeni battlestar galactica olduğunu söyleyenler oldu. yalan olmasın, ben o diziyi izlemedim. açıkçası izlediğimde de anlayamadım. ki son derece büyük bir olay bu. bazı dizilerimi sadece fragmanlardan takip ettiğim düşünürsek, bu diziyi izleyip bu süper teknolojik ve other worldly diziyi hiç bir şekilde anlayamamış olmam bence BG açısından büyük bir douze points. helal.

peki efendim ben bu dedikoduları neden takip ettim? sonuçta daha bir dizi başlamadan neden takip eder o haberleri insan? evet, twitter sağolsun, oyuncularından ötürü takip ettim efendim gelişmeleri. ilk oyuncu julie benz. hayır hayır, siz onu dexter'ın rita'sı olarak tanısanız da -aah sezon dört finali ah- ben onu en önce darla olarak tanıdım. doğrusu angelus'la tüm avrupa'yı kasıp kavuran bu kadın, daha sonra angel'ın çocuğunu doğurdu -ay bu konular çok karmaşık ne siz sorun ne ben söyliyeyim bu iki vampirin insan oğlunun hikayesini- sonra uçup gitti. ama yine de, 18. yy kıyafetleriyle yüzünde devilish bir grin'le yardıranzi bir katil olduğunu unutmadım. işte bu kadın derken rita oluverdi. darla'nın rita'ya dönüşümü herhalde en çok beni şaşırtmıştır. david'in dexter olması gibi birşeydi bu, öyle anlatayım size. neyse, velhasıl, arada desperate housewives'da bize bir göz kırptı ve ortadan kayboldu julie benz. baktım ki reklamını yapıyor dizisinin, hemmen takibe aldım.

bir diğer oyuncu. yareppim lilah! dexter'ın takıntılı kaltak sevgilisi (?). lilah'nın sezon finalinde öldüğü sahnede öyle mutlu oldum ki size anlatmak mümkün değil. çocuklarını yakıyordu dexter'ın, angel'ciğimin başını belalara sokuyordu. çirkefler çirkefi jamie murray'den bahsediyorum. keşke cersei'yi kendisi oynayaydı! -ehem, game of thrones- ama sezar'ın hakkı sezar'a. kadın harika bir oyunculuk çıkarmış olmalı ki, hala haz etmem kendisinden. efendim, kendisini bir de spartacus'te gördük. lucretia'nın kankası rollerindeydi. aa bi de iddialı bir tiptir kendisi, masallah lucretia batiatus ve jamie'nin yatak sahneleri spartacus tarihine altın harf mi diyeyim, şarap rengiyle mi diyeyim, bir şekilde kazındı. neyse efenim, işte bu belalı kadın defiance'ta oynuyormuş! tabii ki merakım arttı.

bu arada aranağme: julie benz ve jamie murray ne ara bff oldu bilmiyorum ama bu ikili durdurulamıyor. seviyoruz geyiklerini.
 

velhasıl dizi başladı. uzaylı ırkların dünyayı istila ettiği -aslında istila da yanlış bir kelime bence ama, bir şekilde dünyaya gelip yerleştiği, bildiğimiz dünya düzeninin bozulduğu bir dünyaya açtık gözlerimizi, tam 15 yıl sonrasına, around 2030s. nolan diye başrol karakterimiz var. yanında da irathian bir kız. evet uzaylı yani. neyse ırkların adını yanlış yazarsam affola. kızımız günlük yazarken sahne açıldı. bir uzay gemisine girdiler, birşeyler aldılar filan. ne olduğunu çözemedik ama bir şekilde defiance kasabasına düştü bu ikilinin yolu.spoiler vererek rezil etmek istemiyorum ama şöyle bilin, bir şekilde bu kasabada kalmaya karar verdiler, görevleri de lawkeeper olmak. bildiğin polis yani. yok, türkiye'deki polis değil, hayır. neyse efenim bu defiance kasabasının mayor'ı julie benz. insan bir aile var, madenci, bunlar en güçlü insanlar. bir de casti'ler var, bunlar da uzaylı ırkının paraya düşkün türü oluyor. bakmayın şimdi kulağa bayık geldiğine, ırklar arası savaş gibi klişe konularda takıldıklarına, baya baya güzel yahu bu dizi. insanoğlunun bir gün istila edilebileceği dehşetli düşüncesinden, beraber yaşayabileceğimiz bir dünya düşüncesine ve hatta beraber yaşamayı başarsak da birilerinin gelip bu durumun içine sıçacağının farkında olma durumuna kadar bizi sürükleyen bir dizi ki, kocca bi layk.

efendim tüm sezon boyunca neler olduğunu yazmayacağım tabii ki. dile kolay 11-12 bölüm (farklı kaynaklar farklı şeyler söylüyor ve ben oturup saymadım) geçti. ama sezon finalini izlerken ekranın yanına açıtğım bomboş not defteri sayfasına tüm krizlerimi yazdım, aşağıda onları paylaşacağım ki referans olsum kendime, diziyi izlerken ne kadar heyecanlandım diye.

what the fuck!!!!

o kadar merak içerisindeyim ki kelimeler sanıyorum yetemez! en son bıraktığımız yerin özetini izlerken bile yüreğime indiğidir! irisa nerdesin yahu!

çirkef spartacus karısı ne yapacak rita'nın kardeşine, çok merak ediyorum! birşeyler yapacak mı yoksa? bence boş tehditler atacak birisi değil kendisi. ay ölücem meraktan öyle böyle değil. yazıklar olsun dexter'da yaşayamadığım şu heyecanı defiance'ta yaşıyorum. defiance'a helal olsun, dexter'a yazıklar olsun tabi! pes pes pes!

darak tar, beni benden alıyorsun! ağladım ya senin için ağladım! van gogh'sun diye ağladım senin için inanamıyorum. bir rolden diğerine böylesine bir geçiş yapabildiğini aklım almıyor helal olsun! jamie murray, bu adamı da yoldan çıkardın yeminlen. dur bakalım bu seçimin sonu nereye gidecek?

ohannesburgeeeer! çok dikkat et rita'nın kardeşiiii! ohannes! ohannes! ohannesburger! inanılmaz bir sahne oldu şu an. vote is a vote dedi herif ya! yaaaaaa jamie murray, böyle havalı cıvalı kadını tehdit ettin, döndü dolaştı buldu belaların seni! adam yutmadı sayın seyirciler adam yutmadı! şu an içimin yağları erimiyor desem yalan olur evet.

earth republicten gelen adam aynı roranicus pondicus lan! çok heyecanlandım yeminlen.

Sukar ne adammışın be öldün gittin namın yürüyor.

o değil de bi bokun yok irisa, üzüldüm. çok entrika kurmuştum zihnimde, hiç birşey olmadı. pof.

yerin dibine geçtin di mi jamie, yerin dibine geçtin şu an! ammavelakin bence sen bu kadını öldüreceksin. niyetin o yönde. tırsmış görünüyorsun ama yine de, sende o potansiyeli gördüm canıms. bu arada kenyayı yakın planda çekmeyin, ne kadar yaşlı görünüyor öyle! olacak şey değil doğrusu, güya amanda senin ablan da, külliyen yalan bence.

bu dizideki tüm diller farklı galiba. nasıl oluyor bu ya? yeni diller nasıl yaratılıyor merak içerisindeyim.

ohannes büyük olay olacak, Sukar uyanmak üzere lan! bu rory'ciğime benzeyen adam da bildiğin eli kanlı katil çıktı, belanı bulacaksın, bekle bebeğim!

kim kazandı laaan!

hay allah belanızı versin lan!!!!

datak tarr'ın belediye başkanı olacağı belliydi, en nihayetinde ikinci sezonun gerginliklerini earth republic ile yaşayacağız. ama yine de bozuldum yahu!

kenya veda ediyor resmen. hayırlara yazsın! ay valla julie benz de yaşlandı yahu, hüzünlendim şu an. nerdeeeen nereye? 18. yy kıyafetleriyle tüm şehirleri kasıp kavuran kadın yok artık, seçim kaybeden belediye başkanını görüyoruz. hüzünlendim. pof ki ne pof.

ay kenya gidicisin, içme o şeyi valla düşüp bayılıcam şu an.
 

çok şükür yareppim yutmadın bu numarayı kenya. du bakalım ne olacak. ay çok heyecanlıyım. güvenini kazanmak için yine çöt diye içerse yalnız göt olursun kenya.

ay dağlara taşlara, stahma reca ediyorum saçını siyaha boyat ve lütfen şu ---

ÇOK MUTSUZUM ŞU AN!!! OLACAK ŞEY DEĞİL AĞZINA SIÇİM! ben ne yazıyordum, neler oldu! you are cold! you are brutally cold stahma. iki elim yakanda. yazık oldu kenya efendiye ya, olacak şey değil! bu işin peşini bırakmıyoruz stahma, bilesin! öyle sikindirik ninniler söyleyerek kaçamayacaksın.

ay doktor allah aşkına bi siktir git ya. tüm olayı bu doktor üzerinden tamamlamanız beni öldürüyor, such a shame, I expected better from you.

hayret yani, onu öldürsen başkası gelecek, ne fark etti ki datak?

madenlere birden bir cut to olmasını kınadım, insan bir geçiş yapar, sıkıntılı olmuş.

nolan ölürse bu diziyi izlemem. o kadar net söylüyorum.

ağzına sıçayim lan böyle işin, deli olacağım. deli olacağım yareppim deli olacağım. bu nedir?!

ay yareppim bitiyor dizi! dizi bitiyor olacak şey değil şu sahnede, olacak şey değil! kendinize gelin!

olacak şey değil! olacak şey değil! IRISA!! aman tanrım, öldün mü kız?! depresyondayım, senin böyle atladığın yerden dark willow gibi havada sizilerek çıkacağını ümit ediyorum, resmen çok mutsuzum yahu. nolan ölseydi, kabul ediyorum çok içerleyecektim, belki de o hızla izlemeyecektim ama, irisa öldü abi! bu noktadan sonra kim sallar earth republic vs. casti vs. amanda çekişmesini. valla çok üzüldüm. yani sezonun en başında vision'a sahip olan bir karakter yarat, onu devasal bi silahın anahtarı yap, o kız sezon sonunda atlasın ölsün, olacak şey değil. dilerim bir an önce toparlanırsınız.

sezonun ardından son söz, yazık oldu kenya'ya, amanda çok üzülecek ve sindiremeyecek. üstelik kadın biliyor gibi vedalaştığı için ablasıyla, çok vicdani sıkıntılar yaşanacak, ay vallahi içim daraldı, doctor neredesin?

[Dexter S8E1-2-3.]

efendim dexter'ın uzun süredir beklediğim son sezonu başladı, hemi de ne başlangıç oldu öyle anlata anlata bitmez. ancak malesef ki bu anlata anlata bitemezlik, olumsuz yönde gerçekleşti. açıkçası ben her bölüm birilerinin peşine düşüp adam öldürdüğümüz ve vicdanımın rahatladığı, toplumun çöpünün dışarı çıkarıldığı o dakikaları izlemekten büyük keyif alıyordum. ama şimdi dexter ve debranın çilesi temalı bir sezon başlangıcı yaptık, mutsuzum. en nihayteinde o duyguları olmayan adamın baba olması, evlenmesi, çoluk çocuğa karışmasıyle birlikte cinayetlerine devam ettikçe mutlu olmaya devam ediyor, enteresan katillerin hikayeleriyle bambaşka dehşet alemlerine gidiyordum. ama şimdi all we have left is family drama. ilk bölüm bu bağlamda beni kesmedi, alkole bulanmış undercover çalışan deb ise içimi baydı. her ne kadar jennifer'ı bu kadar wasted izlemek, kendisinin gerçekten yetenekli olduğunu gösterse de, enough is enough çocuklar.

aşağıda ikinci bölümü izlerken an be an aklımdan geçenleri yazdım. ikinci bölüm ilk bölümden daha başarılıydı. öncelikle vogel kararkterinin diziye girişini pek sevmiştim. ama ikinci bölümde onun dexter'ın sırrını kendisinin öğrenmediğini gördük ya, o bağlamda da bir mutsuzluk yaşadım. buyrun efendim, burdan yakmaya başlayın:

olacak iş değil lan! allah sizi kahretmesin! ben sandıydım ki doktor kadın olayı kendi kendine çözen bir genius. ama meğersem harry gümbür gümbür gitmiş ve her boku anlatmış! olacak iş değil!

spiritual mother! aman tanrım inanamıyorum şu an, resmen dexter çekip vuracak kadını!

kadının soğukkanlılığı beni o kadar etkiledi ki, inanamıyorum şu an. ikinci bölümle şimdilik hem çok mutlu hem de çok mutsuzum. haydi hayırlara yazsın.

JACK BASS ASLINDA QUINN MIII? OHANNES YAŞADIĞIM ŞOKUN TARİFİ YOK ŞU AN!

yareppim katil kadın mı!!!

ay yok çok şükür değilmiş!

bu arada kadının soğukluğunun altında bir problem var. kadında hasta bir hava var. çözemiyorum şu an. cidden çözemiyorum.

"put things into perspective" en sevdiğim ve en gıcık olduğum cümle. vay amk.

o cd'de rita'yı öldürenin dexter olduğu görüntüleri olsa mesela, muhteşem olmaz mıydı?

çok merak ediyorum. cidden çok merak ediyorum. kafatasını nasıl böyle düzgünce kesip çöt diye aynı noktayı çıkarıyorlar merak ediyorum. ya sabır, bu normal değil bence ya. pof.

kadını öldür. debi öldür. idam koltuğuna otur. var ya eğer klişe bir son olursa elim yakanızdan düşmeyecek.

debra final bölümü gelmeden ölürsen kafana sıçıcam. bu nedir la? peşinde bir kiralık katil gezen adamın çalıntı mücevherlerini ararken başına gerçekten birşey gelmeyecek diye mi düşündün? yoksa ciddi ciddi belanı mı aradın? pof.

jamie'yle quinn'in kıçıkırık ilişkisi de çok umrumuzdaydı cidden. ay valla bu dizinin comic relief'leri iki sezondur beni benden alıyor.

aha, quinn hatırladı bu herifin adını. ay merakımın içine sıçtınız. valla sıçtınız. katil vogel'mış, tarz değiştirmiş, bay harbour butcher suçunu da üstüne alırmış mesela. of.

deb, bacım çok sarhoşsun. sekiz sezondur sarhoşsun hatta. pull your shit together. dexter'ı depresyonlara sokmaya biraz daha devam edersen seni ben boğucam.

paslı cinayet takımı olan seri katil olur mu la? adam intihar etmiş ve intihar eden adam sizin aradığınız değil. daha bölüm 2, bismillah yani.

"indispensible demographic" vauv.

ay kadın itiraf etmeye geldi ben seize diyim!

angel mutlu olsun diyenler kulübu onursal üyesi. tanıştığımıza memnun oldum çocuklar.

aman tanrım! debra tam şu an düşüp bayılman > ben katilim diye bağırman.

dexter bir kere daha deb'in kıçını kurtarıyor sayın seyirciler.

"you really wanna play the what if game" sert oldu bu deb. vauv. sekiz yıl sonra geldiğimiz nokta bu mu?

takır takır adam öldürdüğümüz bölümler bitti. nevrotik teenage ilişkileri ve kavgalar başladı. seriously, deli olacağım.

dexter bi kutu da çikolatalı dondurma aç tam olsun. regl olcan galiba.

hay ağzına sıçayım böyle işin lan! sıradan kıçıkırık bir polisiye olduğuna inanamıyorum dexter çok mutsuzum.

üçüncü bölümle ilgili olan izlenimlerime gelince. deb ve patronu, artık aranızda ne bok olacaksa olsun, patronun göz süzmelerinden içime fenalık geldi. bu bölüm diğer iki bölüme göre bayaaaaa heyecanlı geçti benim için. zavallı quinn, he still has something going on for debra, üstelik farkında değil. kadın ben öldürdüm diyor, hala inanmıyor adamceğiz. tabii jamie'ye de yazık ama yeani, quinn, valla aferim kırk yılda bir işe yaradın. dexter, sözüm sana. o iğneyi bir gn debranın üzerinde kullanacağın günü bira da dehşetle bekliyordum. sarhoşken kullanıp sızdı diye kaçırıp götürmen inanılmaz ironik oldu, bilesin. bu arada spor aletleri satan adam, yemin ediyorum midem kalktı. daha ne akdar vahşet dehşet mikropluk bokluk göreceğim diyordum özellikle walking dead'in kuyu girişi parçalanan cesedinden filan sonra, aman tanrım PARMAK ÇORBASI YAPMIŞSIN LAN!!! DOLABINDA KARACİĞER, MARİNE BEYİN, BALDIR FİLAN VAR! yeminlen dexter'ın bile midesi ağzına geldi, bu nasıl bir iğrençliktir! ama şimdi bir kere daha kızdım. niye onu öldürdüğünü göstermediniz?!?!?!? bir perfect anımız vardı, onu da aldınız. kalbin durmasını ve bu pisliğin dünyadan kayıp gittiğin görmek istiyorduk, yine famil drama ortasında bıraktınız, teessüf ederim! neyse efenim, debra iyice dağılıp giderken, olayları iyice merak etmeye başladım. vogel ve debranın seanslarını merak etmekten öte, en çok katili merak ediyorum. adam bayağ yaratıcı, baya vahşi ve hiç ipucu bırakmıyor. vay anasını sayın seyirciler. merakla bekliyor bekliyor bekliyoruz. uzatmayacağım, soluğum kesildikçe mutlu olmalara devam.

08 Temmuz 2013

[Always.]

Always'in akustik versiyonunu yaptiklari icin Bon Jovi'yi affedemiyorum. Bilmem anlatabildim mi ne demek istedigimi?