Sarah Paulson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sarah Paulson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

06 Haziran 2022

[Post American Crime Story: Impeachment.]

geçtiğimiz yıllarda dizi olarak mutlaka bahsetmek istediğim bir dizi olmamakla beraber, yaşananlara yakından tanıklık eden yapısı sebebiyle, bir insan üzerinde kurulan yok edici baskı seviyesini gösteren bir eser olarak american crime story: impeachment'tan bahsetmemek olmaz.

dizi aslında kim kimdir, neler oluyor, bu karakterler ve davalar da neyin nesi bir edayla başlayıp, sürekli o modda devam ediyor. aklın başında takip edebilmen için de bir yandan wikipedia'yı arka fona açıp, olayları takip etmek gerekiyor. bu bakımdan, çok başarılı bir dizi olmadığını söyleyebiliriz. zira tarihi -hem de yakın tarihle ilgili- bir olaya yer verirken, insanların olay zincirini anlayabilmesi esas koşullardan biri olmalı. ancak monica ve linda arasındaki arkadaş bağı yönünden dizi çok başarılı, zira monica'nın o herşeyi dökülme arzusunu canlı yayın izliyor gibi oluyorsunuz.

bu noktada minik bir parantez açarak ryan murphy'nin adeta muse'u, Sarah Paulson'dan bahsetmemek olmaz. kendisi dizide linda'yı canlandırıyor ama canlandırmak demek ne kadar doğru bilemiyorum. zira linda'nın sarah olduğunu anlamam 2 bölüm sürdü. dahası wikipedia turlarımda ve eski videoları izlerken gördüğüm kadarıyla, gerçekten birebir o kadar uyuşmuşlar ki, ağzım açık takip ettim kendisini. 

şimdi esas bahsetmek istediğim yere geleyim: altıncı bölüm: man handled. resmen koskoca fbi ajanları, linda'nın da çirkef katkısıyla monica'yı bir alışveriş merkezinde kıstırıp, bir otel odasına götürüyorlar. avukat arayamazsın deyip saatlerde odaya kapatıyorlar. bak itiraf et yoksa 28 yıl yersin diyerek de tehdit usulü köşeye sindiriyorlar. zaten dünyanın en güçlü adamıyla yasak aşkının baskısı bir yana, bir de 25 yaşında bir kadının karşısına dikilen ve müebbetle tehdit eden fbi ajanlarını görünce sinirlerim tepeme çıktı. lanet olsun bu düzene diyerek ekranı fıydırıp attım. o sıkışmışlık, o korku, ne yapacağını bilememezlik, hayata dair hemen hiç bir konudan haberdar olmadığın bir yaş ve tecrübe noktasında bir kadına yaşatılanlara bakar mısın? haberlere düşen detaylar, savcının sorgulamasını izlerken yerin dibine geçtim. hayır, yetişkin insanların yaşadığı mahrem konular sebebiyle değil ama bir insanın tüm dünyaya en mahremini dökmek zorunda kalmasını gerektiren düzenden utandım. gerçekten dizinin eksiklikleri, güzellikleri elbette ki var. ama bana kalırsa, sadece bu bölüm için bile bu dizinin izlenmesi şart. ve tam da bu bölümdeki performansı için monica'yı canlandıran Beanie Feldstein'i ayakta alkışlamak gerek. 

belki tüm diziyi izlemeseniz bile, en azından biraz arka plan bilgisi edinip, bu bölümü izleyin a dostlar. görün, kadınların gördüğü muamele ne yazık ki yıllar geçse de nasıl da değişmiyor...

15 Eylül 2018

[Çavdar Tarlasındaki Asi.]

Zamanında "catcher in the rye"ı okurken içimin baydığını öyle net hatırlıyorum ki... herkese kulp takan bu çocuk ve buhranları beni nasıl da sıkıntılara sokmuştu. hem de bu sıkıntıların bir sınavda soru olarak karşıma çıkması ihtimali ayrı bir dertti benim için. anlayamadığım bir buhranı nasıl kavrayabilir ve sorularını cevaplayabilirdim ki?

Yıllar önce bu düşüncelere sahip olduğum bu kitap, yıllar sonar tekrar okuduğumda -belki de artık yetişkin şapkası taktığımdandır kimbilir- daha derin bir etki bıraktı bende. hayatındaki değişimleri ve etrafındaki insanları anlamaya çalışan (anlamak istemeyen mi diyelim, yoksa doğrudan çocuklukta kalmak isteyen mi?) bu holden'ın hikayesinin hikayesi bu filmde karşıma çıktı.

Filmle ilgili birkaç gülümseten not: yazar ve yönetmeni danny strong. hey gidi kendisini buffy'de jonathan olarak tanımış, gilmore girls ile tekrar görünce sevinmiştik. sen ki intihara meyilli, dark willow'a sebep olangillerden jonathan danny strong, artık iki tane emmy'si olan biri oldun ya, vallahi elimde büyüdü dememek için kendimi zor tutuyorum sayın seyirciler. daha da yüz güldüren bir isim daha: victor garber. hey gidi benim biricik thomas andrew'um, canım titanic'in canım mimarı, alias'taki jennifer garner'ın babası. seni tekrar karşımdaki ekranda görmek beni çok mutlu etti, ah canım benim! son bir bonus daha vermek gerekirse: sarah paulson! bu kadın ne yapsa kotarıyor, ne yapsa yakıştırıyor ve gerçekten o karaktere bürünüyor, hayran olmamak elde değil!

film konusuna gelirsek, efendim catcher'ın yazılışına dair hikayeyi verip, daha çok yazarın hayatına odaklanan bir film olmuş. sevdiğin bir yazarı / müzisyeni yakından görmek insanı hayal kırıklığına uğratabilir ya hani, bu da öyle bir film. bu kadar yabanilik bana fazla gelse de yazmanın hayat biçimi, engellenemez bir içgüdü, tutku olduğunu göstermesi insanı mutlu ediyor ve az biraz bu huysuzluğu özümser hale getiriyor. ama ne yazık ki yazar olarak sevseniz de hayatımda böyle birini istemem noktasına itiyor biraz sizi bu film. yani en azından bana böyle düşündürdü, sizi bilemiyorum.

Okuduktan 15 yıl sonra karşıma çıkan bu filmle birlikte bana bambaşka bir nostalji yaratan filmi, kitabın hikayesini görmek adına öneriyorum. ama tabii kitabı daha önce hiç okumadıysanız o çok ince kitap referanslarını kaçıracağınız için çok da iyi bir tercih olmayabilir film meraklıları için. ilginiz varsa, izleyin ve dikkatle izlettirin efenim.