28 Temmuz 2015

[Tribute to James Horner.]

avatar demiştim, titanic demiştim, braveheart demiştim. filmleri değil, onun müziklerini dinlemek için içim kaynıyor, engel olamıyorum demiştim. her filmdeki müzikleri bir başka filme götürüyor insanı, insan hem alev toplarının sıcaklığını hem de buz gibi suya gömülen bir geminin son çığlıklarını içinde hissediyor demiştim.

hepsi tuzla buz oldu, içimde tüm aleviyle dolaştı, kulaklarımı sağır edecek bir acıyla toprağa gömüldü.

james horner 22 haziran günü  bu hayattan kayıp gitti. müzikleri kaldı bir başına. bir de bestesini yapamayacağı sonsuz bir ihtimal zinciri.

teşekkürler james horner. iyi ki vardın, iyi ki geldin ve maalesef tüm ışığınla birlikte çok erken kayıp gittin.

artık dinlemek mi dinleyememek mi daha acıklı olacak, bilemiyorum. ruhu şad olsun.

[Defiance S3E1-8.]

gelelim defiance yorumlarınaaaa! efendim bu diziyi sevmekten hiç uslanmayacağım. çünkü her sezon başlangıcında herkesi bambaşka yerlerde buluyoruz ve yepyeni bir solukla başlıyoruz sezona. bu sezon da şaşırtmadı ve ilk iki bölümde patır patır ölen baş karakterler gördük çok mesudum.

gereksiz yüklerden kurtulduğumuz yetmiyormuş gibi bir de yeni bir kötü tanıtıldı hepimize, öyle ki tarr'ları dize getirdi bu adam, buna da ayrıca bir respect points.

şimdi efenim en son bıraktığımızda diziyi, irisa new york'u filan kül etmiş, tommy'i öldürmüştü. yeni sezonda irisa eline silah almaktan hoşlanmıyor ve depresyonların doruğunda bu konuda. üteslik kendini kahraman gibi görenlere gıcık oluyor ve nolan'a da kendisini böyle yetiştirdiği için öfkeli. ama yine de eline silah alıp defiance'ı korumak isteyecek kadar, gözyaşlarına boğulduktan sonra geri dönmek isteyecek kadar da yürekli. kendisini seviyoruz. nolan ise kızını anlayan baba rollerine bir ara anlamasa da büründü, kendisiyle olan beyin zımbırtı bağlarını öğrendi ve asla ayrılamayacaklarını biliyor artık.

bu aşamada tarr'lar çirkefliklerin doruğunda arc'ın bir kısmını patlattılar, vatanhainliği yaptılar ve ezik oğulları en sonunda hayatında başarılı bir şey yapıp çocuğuna sahip çıkmayı, onurlu olmayı öğrendimimsi. gerçi deli kaynanasına inanması fikirsizliği beni benden alsa da alak iyi bir yola girdi sanki.

in the meantime, bir de omec sorunsalı baş gösterdi. votan'ların bile korktuğu bir ırk olan omec'ler bildiğin vampirler. hatta ubervamp'ler a dostlar. enteresan oldu valla.

tabii bir de berlin ve eski sevgilisi meselesi var. açıkçası çok havalı bir adammış, kabul ediyorum insan gitmek istiyor ama yine de şaşırdım. berlin'in daha kalıcı olduğunu düşünmüştüm. bakalım öteki bölümler bize neler getirecek. gerçi şunu da anlayamadım, ne ara amanda'yla berlin kızkardeşlere bağlayıp bff oldular aceba? o kısım biraz eksik kalmış, haberiniz olsun a dostlar.

ve şimdi de en kritik soru geliyor. VC tehdidi ortadan kalktığına göre şimdiki olayınız ne olacak çocuklar? yani sezonun bitmesine 4-5 bölüm kaldı, siz omec'lerle zaten savaşmaya kalksanız hiç gideriniz yok, olayınız nedir?

yazarların bu soruları derin derin düşündüğüne ve diziye ona göre bir yön verdiğine eminim ama insan yine de moffa-vari bir endişe taşıyor içinde. keep up the good work, haftaya görüşürüz darlings.

[Penny Dreadful Post Season 2.]

efsanevi bir ikinci sezonun ardından bu dizi hakkında yazı yazmassam çatlarım diyerek söze başlıyorum a dostlar.

efendim penny dreadful'un ilk sezonu 8 bölümdü ve bazen korkarak ama her zaman hayranlıkla izlediğim bir sezon olmuştu. daha önce de bahsettiğim üzere en etkileyici bölümlerden biri de 3. bölümdü, nam-ı diğer seance. işte bu bölümdeki madame kali ikinci sezonun kötü adamıydı. hem de nasıl bir kötü valla akıl sır erdiremiyorum.

-evet buradan sonra bol spoiler'lı yazacağım, zira insan o muhteşem sahneleri anlatmak istiyor, kendine engel olamıyor, dolayısıyla izleyecek olan, henüz izlemeyen okumasın dilerseniz-

ikinci sezon başladığında, mina mazide kalan bir karakter olmuştu anımsarsanız. bu ölümü bu ekip nasıl atlattı diye düşünürken hopadenk diye pusuya düşürüldük de korkunç kadınlar etrafımızı sardı yardım edin! derken yine tabii ki ms. ives'cığımın coşması ve enteresan bir dil kullanmasıyla birlikte bu cadı kızlarımız ortamı terk etti. meğerse devil tongue'mış bu dil. hey gidi elalem neler düşünüyor da neler yazıyor da biz buralarda boşu boşuna oturuyoruz be!

devil tongue filan derken kendimizi bu olayın hikayesini daha doğrusu dilini çözmeye çalışırken bulduk. mr. lyle -ilk sezondaki kali'nin arkadaşı, havalı kütüphaneci abimiz, mısır tanrıçası prophecy olayını dillendiren karakterimiz- malcolm'la başbaşa verip bir sürü nesne üzerindeki dili çözmeye ve şeytanın düşüşünü anlatan hikayeyi okumaya başladılar. hey gidi ne hikayeymiş yine ucu vanessa'ya dokundu. anladığımız şu ki, şeytanın ve dolayısıyla uşağı olan madame kali'nin vanessa'yla bir derdi var ama aceba ne ola ki diye diye bölümleri izledik. ah tanrım bir de flashback bölümleri yaptılar, vanessa'nın tanıştığı ilk cadı hikayesini izledik ki, yareppim o ne güzel bir bölümdü, ne güzel bağlantıydı, ne harika bir senaryoydu valla sözün bittiği yerdeyim derken bir sonraki ve ardından gelen bölümde yardırıp her hafta bizi fethetti bu dizi.

in the meantime, rose tyler -brona croft ve hatta lily- da diziye londra aksanıyla devam etmeye başladı. victor creature için gerçekten bir kadın yaratmayı başardı. o minnoş utangaç hallerini izleyen victor lily'e aşık oldu. aman allahım victor çok harikasın, çok güvenilirsin, çok minnoşsun ya seni çok seviyoruz. creature çılgınlıklar yaşadı ama yine de victor'u alıkoyamadı. vay anasını arkadaş, bir oyuncu bir karaktere bu kadar yakışamazdı heralde.

bölümler akıp geçerken dorian'ı uzun süre görmedik ve kendisi dev bir dönüş yaptı. önce aşık oldu, hatta biz öyle sandık ama meğersem sırrı daha önemliymiş de hiç acımadı vallahi. sonrasında ise lily'e dev hamleler yaparaktan sezon finalindeki muhteşem sahneyi gerçekleştirdi. vanessa'nın salona kan yağdığını gördüğü o muhteşem balo sahnesinin gerçekleştiği aynı salonda kanlı izleriyle dans eden dorian ve brona muhteşemdi muhteşem!

şimdi buradan bir de billie piper'a geçeyim. aman allahım o lily'den brona'ya geçil neydi yahu! creature bile korktu da dehşetlere kapıldı ay tanrım muhteşemdi. bravo billie, değişen aksanınla, gözlerindeki nefretle hepimizi fethettin.

ve geliyorum kan yağma sahnesine. aman allahım müzik çalıyor, insanlar tüm kahkaha ve keyifleriyle dans etmeye devam ediyorlar ve yüzlerinden şakır şakır kan akıyor, şampanya kadehleri kana bulanıyor, cadılar ives'ı köşeye sıkıştırıyorlar da kimse görmüyor lyle'cığım dışında herkes kendi havasında. ay muhteşemdi! production'ı o kadar uzun sürmüş, o kadar çok planlanmış ki yutub'dan bir izleyin allah aşkına. hayranım bu diziye.

bu muhteşem sahneden muhteşem diyaloglara geleyim şimdi.

öncelikle victor ve vanessa'nın dostluğundan bahsetmek lazım. ay tanrım ne güzel, ne dengeli, ne sevecen yazmışlar bu ilişkiyi yahu. tamam, itiraf ediyorum, vanessa alışverişe çıktığında kocaman gülümserken en korkunç sahnelerden bile çok korktum. çünkü bu dizi öyle candies and chocolate değil. ama vanessa'nın victor'un lily'e olan aşkını anlaması, acısını dinlemesi, desteklemesi ve an gelip de alnına bir öpücük kondurması muhteşemdi. victor'la aralarındaki bağ öyle güzel bir yere geldi ki, vanessa malcolm'a değil, victor'a söyledi nereye gittiğini. ah canım benim ya, birbirinize sahip çıkın lütfen, valla yalnız kalmanıza çok üzülüyorum.

gelelim sezonun en harika diyaloglarına: tabii ki creature ve vanessa. allahım bu ikili konuşsun, spinoff yapsınlar diziyi bırakır bunları izlerim. o nasıl bir paylaşım, o nasıl bir derinlik, o nasıl bir outcasting ve acıdır yarab? muhteşemsiniz. her konuşmanızda her cümlenin sonunda durdurup vay be, bravo, of muhteşem diyerek izledim sizleri. ah bir başka dünyada negzel olurdu bu sonsuz yalnızlığınız yanyana. aaah ah, içim acıdı bak.

şimdi gelelim bu sezon creature'ın çektiklerine. yauv siz kimsiniz de bu adamı hapsedip müzede sergilemeye karar veriyorsunuz allah aşkına? o kapıyı yıkıp sizin öldürdüğü an öyle bir mutluluk yaşadım ki takla attım yeminle. insanoğlu çiğ süt emmiş arkadaş bu nedir? ya sen o bir parçacık canına bakmadan adamı şiir kitaplarıyla filan tuzağa düşürüyorsun kendine gel paçoz karı! oh iyi oldu sana dehşetlere kapılıp kapılıp durursun da kafayı yersin o gudubet müzenizde! o creature oh, çok iyi ettin, hiç üzülme ne olur.

şimdi geliyorum ethan'a. ya ethan'ın bu kurt adamlığı beni hiç cezbeden bir konsept değil. ne de olsa ben bu hikayeleri yıllar önce oz'la buffy'de yaşamış, willow'la birlikte ağıt yakmış, çizgi romanları okurken bulunan huzurun ortasına sıçmıştım yeminle. şimdi senin bu ay tanrım ben çok karanlığım uzak durun benden lagalugaların beni çok baymasın da ne yapsın? hiç umurumda değilsin. ama tek umurumda olan şey tabii ki vanessa'yla olan bu bağın. hayır yani anlayamıyorum bütün ezon god of wolves dediler durdular, en sonunda ives her olayı kendi kendine çözdü, şeytanları patlattı filan, sen de tam kali yaşlanıp çökerkene geldin onu paraladın. allah aşkına kadın şeytanı yendi, yaşlı bir kadını mı halledemeyecek o aşamadan sonra diye soruyorum size ey senaristler. bu sezonun tek zayıflığı buydu bence, ama düşünmeyin bile bunu, harikaydı herşey, bunlar önemsiz meseleler. tek olmaması gereken mal gibi sembene'yi ödlrümen oldu ama bence sembene abimiz de afrika'dan kanlı canlı gelecek, onda öyle bir potansiyel görüyorum. vanessa'yla çekiminiz yine vanessa tarafından yalan edilmişti ama bir yandan sevinmedim desem yalan olur. en karanlık günlerde yanında olduğun bu kadın herşeyin boka saracağını düşündüğünden böyle yaptı. boka sarıp da yalnız kalmak, seni kaybetmek istemedi, negzel düşündü öyle. ama gel gör ki en sonunda teslim olup gittin ethan! WTF? vanessa yine herkesi yendi, yıllar önce tanıdığı manipulativ pezevengi köpeklere öldürttü, o muhteşem hayal dünyasını bırakıp artıkın ben bu hayatı kabul ettim panpa temalı konuşmasıyla herkesi paralayıp parçalayıp attı, yine de yalnız kalmak ona düştü. üstelik senin o kıçıkırık mektubunla. ayıptır günahtır yahu! artık senin baban da her kimse gelsin elime konuşsun yani, ne kıymetliymiş kurt adam oğlun, nooluyor nedir yani bu kadardetektifler taktın peşine? yok arkadaş kesin bu işin içinde bir bok var, bu adamın babası abraham lincoln falan çıksa şaşırmam yani, o derece.

şimdi geliyorum vanessa'ya. eva green her zamanki gibi yine tek başına oynasa diziyi götürecek muhteşemlikteydi bu sezon. verbis diablo konuşmaları esnasındaki yüzündeki ifadeden tut da şeytanın onu istediği anlardaki öfke ve hayal kırıklığına kadar, victor'a olan bakışlarından, creature'la yaptığı konuşmalara, malcolm için kendini en önlere atmasından, cut-wife'lı bölümün sonundaki çığlıklara kadar harikaydı herşey! kan yağarken benim bile yüz ifadem değişirken onun bakışları dehşeti en derinden hissettirdi. ya bu kadını artık bir kurul da tanısın ödül versin yahu, valla başliycam sizin standartlarınıza bilmemnenize. daha bu dizi ne yapsın diye soruyordum sizlere.

velhasılı kelam, şu aşamada penny dreadful 10 bölümün ardından bitti, 3. sezonun onayını çoktan aldı ve biz penny dreadful'suz kaldık bir yıl daha. bu diziye başlayın, izleyin, sinematografinin keyfini çıkarın ve john logan'a dua edin dostlar. bu adam gladyatör'ü, son samuray'ı, sweeney todd'u, aviator'ı ve hugo'yu yazmış ve çok şükür elini bir diziye atmış. daha ne yapsın bu adam? ya da başlamayın bu diziye. bir yıl bu dizinin bölümlerini kıvranarak beklemek çilesine girmeyin. ama naçizane tavsiyem, çilesiyle kahrıyla kaçırılmaması gereken bir dizi. karar sizin.


[The Theory of Everything.]

bekliyordum da bu kadarını beklemiyordum a dostlar. film bir kenara, eddie inanılmaz, görmeniz lazım.

öyle bir film ki, karşınızda hawking'i görüyorsunuz. ailesinin yaşadıklarına tanıklık ediyorsunuz. insanoğlunun kudretine hayranlık duyuyorsunuz ve azmin herşeyi başarabileceğini en derinden hissediyorsunuz. hem hawking açısından, hem de eddie açısından.

film hawking'in üniversite yıllarında başlıyor, hastalığının başlangıcı, evliliği derken yıllar yıllar boyunca bizleri sürüklüyor. bazı şeyleri anlayamam diye korkmayın, ben de bilim insanı değilim. ama öyle güzel yazılmış ki, konuya tamamen hakim olmasanız da neden bu kadar düşünüldüğünü, bu adam böylesine bir araştırma ve düşünmeye iten soruları gözlemliyorsunuz, hayıflanırken buluyorsunuz kendinizi.

eşini oynayan felicity jones'un da harika bir yardımcı kadın oyuncu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim bu film, harika bir gerçek hayat hikayesi izlemek isteyenlerin bu yılki gözdesi olmaya aday.

izleyin, izlettirin efenim.

16 Temmuz 2015

[Prelude to Deniz Feneri.]

Ara yoldan hizla gecen motorun ustundeki iki kisinin konusmalari duyuluyor. Uzak kopek havlamalari. Tam karsimda yillardir ritmini bozmadan cakan fener, sag caprazimdaki dokuz cakar hosgeldin diye goz kirpiyor. Gokyuzu yildizla dolu, sadece buyuk ayinin alt tabani, fener isinlarindan gorunmez olmus. Tam secemedigim uzak melodiler, denizde motorun durdugu andaki dalga sesi. Isiklar kipir kipir, bu ufak kasaba ise hic degismiyor. Sukur kavusturana.