28 Nisan 2013

[Doctow Who: S7E9 - 10.]

Rahatsizim. Alistigim doctor'u gorememekten, alistigim companion'u gorememekten son derece rahatsizim. Bu bolumle birlikte rahatsiz oldugum seylere alistigim tardis'i gorememek de eklendi.

Doctor ne yapacagini bilmiyor. Korkuyor. Agliyor. Plani yok. Brilliant bir fikirle sadece poposunu kurtarmak icin ortaya cikiyor. 

Clara tum companion silsilesinden daha cok korkuyor. Hakki var, cidden bok bok seyler geliyor basina ama, yine de bu kadar cok tirsmasi ve doctor'un onu mutlu etmek icin bu kadar cabalamasi gonlumu tirmalamaya basladi. 

Hele de bu bolum doctor'un ismini ogrenmesine ne demeli?! Bu olay bu kadar kritik bir olayken, kimse 50 yildir bunu bilmiyorken zart diye bu kizin ogrenmesi nedir? Doctor who sorusunun cevabini bu kiz verecek gibi hissettim nedense. Salvage of a lifetime'i saymiyorum, ponds ve tyler'i ne cabuk unuttun doctor? 

Aaa bir de sunu soylemeli, tardis gibi super bir makinanin boyle gucsuz yakalanmasinin aciklamasini yaptiniz, kabul. Ama tardis'in motorunu patlatma fikri, zamandaki leakage olayi, clara'nin yanmis cesedini bir sahneye koydugumuzda eksik birsey yok mu? PONDS! PANDORICA?! Neden eski muhabbetleri dondurup duruyorsunuz? Neden river song'un besigini goruyoruz bir sahnede? River'la ne zaman bulusacagiz gad demmit! Herseyin ucunu booyle ip ip sarkittiniz, name of the doctor'da bagliycaksiniz heralde. Hangi vicdana sigar bu? Rings of akhaten'den sonra cok buyuk umitlerim vardi ama bir turlu glorious gunlere donemiyoruz, derdiniz ne arkadasim?

Time rift'in arasina girdin, tutundun, dusmedin, her boku hatirliyorsun doctor. Hani oraya dusen varolmamis oluyordu filan? Hani seni oldurecek birseydi bu? Hani iki dakkadan fazla durursaniz erirdiniz?

Hazir girismisken, bir de 10. bolumden bahsedeyim. Allah askina clara'nin tardis'i ucurmasi -tardis yardim etse bile- nedir? Hasetimden delirecegim. Iki yaratigin aski cok da sikimizdeydi cok afedersiniz. Allah askina isiniz gucunuz yok mu? Akliniz nerde soruyorum size? Bu mu yani bekledigimiz bolum, bu muuuu? Ghostbusters gibi bir konuyla doctor'u boyle aciz biraktiginiz icin sizi tebrik ediyorum. Ancak bu kadar olur.

Oteki bolumun reklamini gordum ama bende hiiic bir heyecan uyandirmadi. Dilerim yanilirim da beyniem ucar heyecandan. Bakalim. Kismet.

27 Nisan 2013

[In Between.]

Iki kitanin ortasinda Yenikoy - Beykoz aciklarindayim. Motorun denizde yarattigi kopuklerin asidinin cisssslama sesiyle huzur buluyorum.

Deniz, kanimda var. Bir ayagim dalgayla sallanan bir teknede olmayinca rahat etmez icim, huzur bulmaz yuregim. Sevdigim sehirler disinda bir tek denizin ortasidir beni tamamlayan, martilarin cigligidir sevincim.

Ah, suya karisabilsem keske. Dunya alem tasasi, kopuk sesi arasinda kacip gitse. Mavi yesil sularda deniz dibinin hazineleri tek merakim olsa. Ah, hayat daha da guzel olmaz miydi?

26 Nisan 2013

[23 Nisan 2013, Prag-Istanbul.]

Sabah gozlerimi 10.10da acabildim evet. Aslinda 9.04'ten itibaren calan alarmim -evet alarmimi yuvarlak saatlere kurmaktan hic haz etmiyorum- beni surekli durtukledi. Kalkip valizimi kapattim. Yareppim ne valiz ne valiz! Bir hafta daha kalacak esyam olabilir cantamda, o derece. Efendim bardaklarimi, sanatsal zamazingo tablomu -saatli olan, ay gormeniz lazim cok guzel hihihihi- ve iki sweatshirt'umu valize koymadim/sigdiramadim. Ciddi ciddi minnos bi canta aldim. Hepsini otel safe'ine biraktiktan sonra, son kez sehre dogru yola koyuldum. Su an gunese karsi cay icip, son yazilarimi tamamlarken, saat cani caliyor, insanlar fotograf makinalarina sarilmis. Buradan donmek zor olmayacak desem, yalan olur biliyorum. Hem ogrenmeye basladigim, hem de gezmekten, hikayelerini duymaktan ve hayal etmekten cok keyif aldigim bu sehri arkamda birakacagim birkac saate. Ama dedigim gibi, meydanda cay iciyorum. Gezip tozmaktan ziyade hafizamda tek sey kalacaksa bu olsun. Dertsiz, tasasiz, gunesli havada, yuregim ferah cay icmistim Prag'da derim, icim ferahladi, oyle dondum Istanbul'a.

[...] Su an havaalaninda, ucagimi beklerken yaziyorum. Biraz biraz ceklerin bende yarattigi izlenimden bahsetmek isterim. Once yemeklerden baslamali. Burda gulash diye bir yemek var, onu yedim, pek farkli birsey degil ama eti guzel pismis oluyor dogrusu. Onun disinda bramborova spirala yedim. O nedir peki? Efendim kabak dilimleri gibi kesmisler patatesi, ama spiral seklinde, bi cubuga gecirmisler ve citir citir kizartmislar tuzlayip, muhtesem! Langos diye birsey var, bizim tuzlu lokmamiza -lokma dedigin tuzlu olur, bu tatli geyigi nerden cikti cozemiyorum dogrusu- benziyor, ama biraz daha sert. Galiba kizarmis ekmek diyorlar buna, uzerine de kasarimsi bir peynirle sarimsak domates sosu koyuyor -yemedim bu sostan, zira kahvalti niyetine bunu yediydim, agir gelir diye- booyle kitir kitir yiyorsun. Midem ve dokulen kasarlarla kavusan guvercinler bayram etti, bayildik bayildik bayildik! Bir de trdelnik diye bir olay var. Bu da soyle oluyor ki, sarmal sarmal beraber komurde pisirilen ince kedi dili dilimleri gibi, disi seker badem cikolata, ama oyle yogun gibi kulaga geldigine bakmayin, baya hafif bir tatli, buna da bayildim dogrusu. Boylece meydanda satilan ve beni cezbeden herseyin de tadina bakmis oldum pek mesudum!

Simdi bir elestri paragrafi basliyor sayin seyirciler. Tum sehri tramvayla kusat, tramvay durak isimlerinden bir bok anlamayalim, adaletin bu mu prag? Gunduz ayri da, gece yol bulcam derken national geographic belgeselcisine dondum lan! Herseyinizin bir sembolu var, yanina ufak bi saat resmi kooy, kule resmi kooy, kopru resmi kooy, koy da yolumuzu bulalim yahu! Neyse, sizi kolay affettim cunku sehir beni fethetti. Canlarim benim. Muck.

Bugun bir de iki arada bir derede skoda fotograf diye bir yere girdim, birkac gundur babam git de giit diye tutturduydu. Adam hakliymis yahu! Burasi uc kat, en asagisi studyo ve tripodlar filan var. Diger iki katta her tipte makina var. Gormeniz lazim! Yareppim icim acidi, kanadi filan. 100 yillik makinalar var ve hepsinin bir pazari var, harika bir duygu buna tanik olmak! Booyle ucusarak ordan oraya savrularak filan gezindim iceriyi, icinde biraz olsun fotografcilik barindiranlar gelsin gorsun burayi.

Efendim son bir tur yuruyup skoda'ya varip, gezdikten sonra son tramvayima binip otelime gectim. Esyalarimi aldim, kronalarimi euroya cevirdim ve beni bekleyen lubnan asilli soforle birlikte alana geldim. Sohbetimiz cok tatliyd, Turkiye'ye tasinmayi planliyormus ailesiyle. Bol bol assos ve akcay muhabbeti dondu filan, cok iyiydi dogrusu.

Yareppim buranin alanini anlatmak icin degil ayri bir paragraf acmak, yeni bir entry yazmak, yeni bir blog acmak lazim, cok mutluyum a dostlar! Sevdigim ve bitmek uzere olan parfumlerimin buyuk boylarini buldum duty free'de, sag elime paltomu alip halay cekerek kasaya gittim desem yeridir. Prag sinirlarini terk ederken icime yerlesen huznu biraz olsun dindirdi son parfum olayi, mesudum. 25 dakikalik rotar bile tadimi kaciramadi, o derece.

Prag'dan munih'e vardigimda artik yorgunluk mu demeli, yolculuk halinden hoslanmamak mi, bir an once ucak havalansin istedim dostlar. Ama once bir yirmi dakika, sonra bir 25 dakika daha rotar oldu, ne yapalim kismet. Suratsiz pasaport kontrolculerini de gectim, pek mesudum. Valla lufthansa'yi bu kadar sevip almanya'yi sevmemem dillere destan bence. Neyse, bayik bir ucak yolculugu -uykuyla baslayan ama cin gibi oturmakla devam edip sonuclanan- sonrasinda alana indim, yareppim mahseri bir kalabalik. 120 metre filan taksi sirasi! Neyse, taksime cancagzimi attiktan sonra evime saat 1.25 sularinda vardim, valiz yerlestirme dus filan derken saat 3.00 sularinda yatagima kavustum. Macera sona erdi, until next time tabi. Heh.

23 Nisan 2013

[22 Nisan 2013, Prag.]

Yeni gunde gezip tozmalarimi anlatmaya baslamadan once burada hic anlam veremedigim seyleri yazmayi bir borc bilirim. Oncelikle ilk sorum, neden her yerde tai masaj salonu var? Ne alaka? Bu merak nedir? Hele sehir merkezinde, charles koprusunun ilerisinde filan yareppim girla tai masajcisi almis basini yurumus, booyle sulara ayak sokup baliklarla rahatlamalar filan. Tek kelime yorum yapiyorum, baska da bisiy demiyorum: MANTAR! [Sonradan gelen edit: esas boyle diyenden korkacaksiniz a dostlar. Aldigim seyleri poset poset elimde tasimayi sevmiyorum ya, cantamada tasiyordum ve omzum tutuldu! Velhasil tai masaji yaptirdigim dogrudur omzuma. Inanilmaz iyi geldi! Varoldugundan haberdar olmadigim kemiklerim catirdadi yeminlen, sapka cikardigimdir. Ama balikli zamazingo konusunda mantar yorumum hala baki, yanlis anlasilmasin zhehehehe]

Ikincisi burda heeeerkesin kopegi var. Neden? Tamam, hava su an guzel ama, kara kista soguklarda bu hayvanlara niye cektiriyorsunuz? Bi de hani guclu kuvvetli kopek degiller, kanisler filan var, cozemedigimdir! Dun banliyo taraflarinda oldugumdan tanik oldum, moda kopek gezdirme kankaliklari kurmak filan burda. Saskinim. Ikinci sorum da turistler ve kopekleriyle ilgili. Yahu herkes kopegiyle gelmis buraya, hic birakacak yer yok mu? Cok enteresan vallahi, cok garibime gitti. Yagmur altinda yuruyen kosturan minnos kopekler. Allah herkese akil fikir versin. 

Aklima takilan son konu ise kilise manastir ve bilimum yerlerde calisanlarla ilgili. Dogrusu cozemedim, insan devout bir hristiyan oldugu icin mi burada calisir? Yoksa calistikca daha mi devout olur? Canlarin calmasiyla herkesin giseden filan cikip holy water'a (adi bu diye dusunuyorum giristeki minik su kabindaki suyun) dokunmalar filan. Inanc, cok farkli birsey. Cidden cozemedim. Mesela charles koprusunun ustunde bir suru heykel var, bunlarin metalleri bronz renginde ama bazi yerleri sapsari olmus. Bir fark ettim ki, insanlar gelip dokunuyorlar, ondan boylesine asinmis. Saniyorum islam dininin dokunmak yerine (malum, putlastirmaya kesinlikle karsi bir sistem bu) gormek, hissetmek anlayisi, ne kadar farkli yer gezsem de, ne kadar okusam da yazsam da cizsem de uzerime oyle sinmis ki (kotu baglamda degil tabii bu sinmek kelimesi, yerlesmis demek istemedim nedense) bu metallere dokunup gozyasi doken insanlari nerede gorursem goreyim sasiracagim. Inanc, bambaska birsey dogrusu, bambaska... 

Gunun gezmelerine gelince, en once loretaya gittim. Burasi minik bir manastir aslinda. Zaten dun st vitus'ta vay anasini diye diye bir hal oldugum icin bu manastira pek merakli degildim ama, sun of prague var dediler, geldik! Yareppim ben boyle birsey gormedim. 6222 tane elmastan olusan birsey yapmislar, o seyin adi gunes olmasin da ne olsun sorarim size! Hayran oldum! Megersem bir kadin, iyi bir aileye mensup tabii- olmeden once gelinligindeki tum taslari miras birakmis. Bir kismiyla bu sun of prague yapilmis, bir kismiyla da yapan ustalara paralari odenmis. Behey. Behey ki ne behey! Hayran oldum o seye! Zati onu gormeye girdiginiz oda aslinda bir kasa, kapisi kasa kapagi gibi filan, vay vay vay deyip ciktim a dostlar. Simdiki hedefim charles kulesine cikmak. Ama valla usenebilirim, bakicaz artik. Cikmak degil de cok dar alanda cikmak beni cok yoruyor. Basim donuyor done done, ruhumu sikamayacagim. Sonrasinda ise adam akilli sehir merkezini gezip, koprude bir kere daha halka karisacagim. Belki jewish quarter'a giderim ama cidden, beni hiic ilgilendirmiyor on yuz bin milyon tane mezarlik. Kismet. 

[...] Dogrudan kopruye dogru geldim, dedim bir nehir turu patlatayim. Birazcik bekledikten sonra tur basladi, rehber evlenince karisinin yanina tasinan bir ingilizdi, cok tatli bir adamdi dogrusu. Kendisinden aldigim havadisler su sekilde: hep soruyordum, yahu bu kopru ayagindaki kutukleri olayi nedir diye, megersem eskiden koca nehir donuyormus, o seyler de koprunun ayaklarini buzdan koruyormus. Dahasi insanlar buzlarini almaya nehir kiyisina gelip evlerine arabalarla gotururlermis! Bir kismisi, buz pateni bile yapiyormus nehir uzerinde! Ama son 60 yildir filan nehir donmamis. Turbinler varmis yukarlarda bir yerde elektrik elde etmek icin, onlar disariya verdikleri suyu sicak verdiklerinden oyle birsey olmamis hic yillardir. Bi de sunu ogrendik ki buralari yanilmiyorsam 2002'de bir sel almis goturmus! Accayip yukselmis sular, gormeniz lazim valla arsiv resimlerinden! Kafka muzesinin yanindaki beyaz binanin pencereleri gorunmez olmus, o derece! Neyse, ogrendik ki bol bol degirmen varmis evlerin ihtiyacini karsilayan filan fistik. Turda yaslari ileri bir ingiliz cift vardi, esas onlarin hikayelerini anlatmak istiyorum. Adamin buyuk buyuk buyuk dedesi 19 yuzyilda pragda yasiyormus. Burda musevilere ait tek bir bolge oldugundan, mezarliklari da cok ufak oldugundan, bazen 12 mezarin ustuste oldugu oluyormus. Adam koklerini ariyordu, accayip merak ettik dogrusu, ne olacak acaba? Oradaki rehberlere ismini vermesini tavsiye etti rehberimiz, you may never now dedi. Neyse turun sonunda resssmen soka girdigim birsey oldu. Megersem vltava nehri, avrupanin en temiz nehirlerindenmis yahu! Rehber usenmedi, egildi ve elindeki bos bardaga nehir suyu doldurdu ve cidden temiz gorunen -ucuk bir rengi vardi, erikli su aramamak lazim:)- bir su cikti! Oysa tepeden bakinca camur rengi gorunuyor! Demek ki neymis, never believe in what you see. Hatta it's not what you see but it's what you believe. Bir yasima daha girdim, nehirde balikciligin cok populer oldugunu bile ogrendim a dostlar. Yazarken bile hala soktayim!

Ben tabi bu hizla jewish cemetery'e gittim ama giris ucretli, enteresan tabii. Sonucta burasi mezarlik, kime ne? Ustelik sadece ona para odeyemiyorsun, ille tum komplekse oduyorsun ki dedigim gibi, hic alakali olmadigim bir konu. Neyse efendim, ordan gerisin geri cikip kafka monument'i gordum, sehir merkezine geldim, mutlu mesur hard rock cafe'de yemek yiyip icki iciyorum. Biraz once birden bir yagmur bastirdi, kacistik, gulustuk ama su an yagis tamamen durdu, megersem omru 2 dakikaymis. Harika bir yaz aniydi, yaz anlarina pragda baslamis olmam beni butun yaz gulumsetecek, biliyorum. An itibariyle kalkip, bir kere daha kopruden gececegim. Haydi bakalim. People to see, stories to tell.

[...] Hard rock cafe'nin cikisinda usenmedim sikilmadim Charles Bridge Tower'a gittim ve evet tirmandim! Yaklasik 140 basamagi var ve cok zor degil tirmanmak. Ama yine de soluk soluga kalmadim desem yalan olur. Cok acik bir gorus acisi yok, aralardan bakabiliyorsunuz ama, gordugunuz manzara yetip de artiyor bile. Oyle guzeldi ki tam da gun batimi saatinde. Hayran oldum bir kere daha dogrusu. Efendim sonra burdan ciktim, dedim son bir tur karsiya geceyim. Hafif yagmur ciselemesi esliginde gectim. Esas bomba koprunun ortasinda gerceklesti ama. Omzum tutuldu! Omzum! Tutuldu! Yukarida da belirttigim gibi, esas bu ne yeaa diyenden korkacaksiniz, kilit halde masaja gittim, acildim yeminlen. Helal olsun tai masaja diyorum. Buralarda cok ucuz, les ottomans'a da selam ederim. Hih! Neyse efendim, bastiran yagmura eslik etmek icin bir sicak cikolata patlattim starbucks'tan, attim kendimi tramvaya. Otele vardim varmasina ama, hediyelik esya faslini ayarlamam gerekiyordu, onu unuttugumu anladim! Yuruyerek bir yerlere vardim, yareppim buranin champs elysees'si burasiymis onu fark ettim. Cilgin bir alisveris cilginligi. Cilgin cilgin cilgin. Neyse efenim hediye faslini cozup otele dondum. Aman bir dus alayim, valizi bir hale yola koyayim derken derken saat on filan oldu. Giyindim kusandim -amaaan kotumla bir tisort giydim, elbette tuvalet giymedim yahu, bu giyinmek kusanmak kelimeleri de ayri bir kafalar ya, neyse- kendimi disari attim. Dostlar ben artik yerel halka karistim. Tabi geceye dogru ilerleyen saatte istedigim yere giden tramvayi sordu, surdan burdan dediler, amaaaa ben tabii ki de bildigim duraktir o, ordan gecmiyor soylemiyle -ki hakli ciktim kendi kendime de yihyihyihyih diye guldum evet- tramvaya bindim, hedef dlouha street. Yareppim burda james dean diye bir yer varmis, oglen yemek yerken ya aksam nereye gitsem acep soruma hard rock cafe'deki kiz, harley's veya james dean dedi, ne iyi dedi! James dean'de jukebox'tan caliyor muzik. Heryer elvis marilyn monroe ve james dean afisleri dolu! Rebel without a cause quote'lari tum bara ve asagi kattaki disko bolumune yayilmis, asagi iniyorsunuz, arabanin arka koltugu tarzi koltuklar filan, ba-yil-dim! Kokteylleri -e kokteyl iciyorum evet, votka filan heryerde var, birayi da cok sevmem geceleri, degisik bir tat olsun diyerekten kokteyl insani oluyorum- harika, james dean ve marilyn ictim, marilyn bol cilekli gibi bisiyler. James dean, well, it was james dean, harika birseydi yeminlen! Bir de mekan oyle guzel ki, peceteler filan james dean imzali geliyor, baski tabi, o kadar degil :) hemmen her halti biriktirmeci ruhumla pecetelerden brikac tane cantaya attim evet. Velhasil spice girls'den cher'e, michael jackson'dan gloaria estefan'a olumune eglendim. Cekler eglenmeyi biliyor ben size diyeyim. Otele dondugumde istanbul standartlarinda erken -iki ceyrek- ama ertesi gun oteli terk etmem gerek ulen standartlarinda gec bir saatti. Yattim uyudum, gozlerimi yine gunesli bir gune actim, mesudum.

22 Nisan 2013

[21 Nisan 2013, Prag.]

Gune iyice dinlenip basladim a dostlar, cok mutluyum. Kahvaltimi edip ver elini prag castle'a kadar travayla gittim. Yerel halka karismalara doymayayim. Efendim bu kale buranin en meshur yeri, buraya gelmeyenin prag'a geldim demesine izin vermiyorlarmis. Kesinlikle haklilar! Kisa tur biletinden alip sadece birkac bolumunu gezdim ama, dun de bahsettigim uzere, buradaki insanlarin nasil bir huzur halinde oldugunu anlamak icin buraya gelmek gerek. O ormanlar bahcele golgeler ve tepeden tirnaga cicek acmis agaclar beni benden aldi, fenafillaha erdim diyebilirim. Ilk girdigim bolum, eski saray oluyor galiba, paris'te marie antoinette'i hapsettikleri yerin gunes alan ve ufak bir versiyonu (o yerin adi neydi laaaaaan! Cok sevmistim o asagidaki kemerleri sutunlari) burda defenestration diye bir olaydan bahsediyorlar, bildigin camdan atma. Eskiden boyle bi yontem kullanilirmis, entrikalara bak sen diyorum! Neyse efendim burda esas gorulmesi gereken yeri anlatayim, tabii ki de st vitus katedrali. Vatikani da gezdim ama burasi beni cok etkiledi yahu! Vatikanin karsisinda hicbir kilisenin sansi yok gibi gorunse de, cok buyuk bir alana yayilmis vatikandaki petersburg yerine, burada goge dogru uzanan bir yapi var. Icerisi soguk -ohom, bina cok yuksek abiiii!- ve vitraylar cidden muhtesem. Elbet altin gumus hava civa seyleri var ama, bence yeterli bir gosteris seviyesinde, sevdim baya. Insanin manevi inanci karsisinda kendini o buyuk guce karsi nasil teslim ettigini, o gucun karsisinda ne kadar ufak oldugunu anliyorsunuz burada. Muhtesem! Breathtaking! 

Sonrasinda ise -gunes acan gunde an gelip atesler basarak da olsa yuruyerek tramvay duragina vardim ve- petrin hill'e gittim. Burda bir kule var, pragli muhendisler eyfelin benzerini yapar miyiz yapmaz miyiz demisler, nispeten yapmislar. Iste bu tepenin ortasinda bir kule vaaar. Oraya tirmaniyorsunuz -asansor dahil olan bileti almayan aklima sicayim cok afedersiniz- ama tirmanis ki ne tirmanis! Ben eyfele de zamaninda tirmandim ama bur bildigim ruzgara karsi, notre dame'a tirmanir gibi done done. Bir an dusup bayilacaktim yeminlen. Neyse saymak gibi olmasin yaklasik 273 basamak ciktim, bi de indim. Ama degdi mi? Degdi. Manzara harika. Tum prag booooyle ayaklarinin altinda. Tipki sabah kaleye giderken dusundugum gibi, bu sehirde cidden yasanir. Parklar marklar dolup tasiyor, insanlar coluk cocuk pek huzurlu. Cok sukur benim basima bir olay gelmedi tramvayda filan ama, ortalik guvenli. Kislari olumune soguk olmasa valla yasanir burda! Aaa tabi dillerine de bir yorum yapayim: hic anlamiyorum. Latin kokenli olmayan diller kalbimi kiriyor, zira danger yazisini anlamadigim gibi, nasil telafuz ediliyor daha cozemedim. Inanilmaz. Ama insanlari cok iyi. Hem ingilizce biliyorlar -tabii bir dil biliyor olmak ya da bilmiyor olmak bir insani iyi veya kotu yapmaz ama- hem de bilmeseler dahi yardimci olmaya calisiyorlar. Bahsis meselelerinde birkac arkadasimdan pesimize dustuler tadinda yorumlar aldiydim, basima gelmedi, guleryuzluler valla. Simdi bunlari yazarken ise meydana karsi oturuyor, bira iciyorum. Birazdan kalkip kafka'nin dogdugu eve dogru ilerleyecegim, sonrasi kubist muze, sonrasi belki bir dali exhibition. Yarinki hedeflerim arasinda charles kulesi ve loreta var. Bakalim nereye dusecek yollar.

[...] Efendim dun yemegimi yedikten sonra yine yollara dustum. Aslinda hedefim kafka'nin evine dogru ilerlemekti ama icimden bir ses, tam ters yone gitmemi soyledi, tabii ki dinledim. Kubist muzesine dogru ilerlerken, iskence muzesi diye bir yerin onunden gectim. O korkunc seyleri gorup bir de hayal edersem -ki kesin aklima takilir benim- kafayi yerim deyip es gectim. Wax museum vardi bir de, ama tabii bir madame tussauds degil. Bilimum dusunurler yazarlar siyasetcilerin heykelleri vardi, hiic alakam yok diyerek ortami terk ettim. Sonra anam bir baktim, baska bir meydandayim. Oyle bir meydan ki sokakta piyanosuyla gelmis bir adam, mozart'in turk marsini caliyor. Yareppim kulturden olucez yemin ederim. Burda powder tower ve municipal house diye iki yer var, o kule resmen disi barut gibi, simsiyah, pek estetik gorundu gozume. Municipal gidi gidi da pek atraksiyonlu, insanlarin humble but elegant tarzina her gecen gun hayret ediyorum. Bir de sunu anlatayim: karsima kugu golu balesi cikti. Bildigin operanin onundeymisim meger ben! Alicaktim da baska bir yer ilgimi cekiyordu, oraya dogru suzuldum, belki bu aksama a dostlar. Carmen'le kugu golu balesi var. Boylesine ic ice bir kultur sanat hayati beni mesut etti. Ama EDITH diye bir muzikal gordum, daha dogrusu afiste bir siluet gordum 'nooluyo lan edith bu aaaa' derken basladim afisi okumaya. Evet, cekce afis okudum. Tipki ispanyolca titanic brosuru okudugum gibi! Ey merak, ey ilgi, ey heyecan, sen nelere kadirsin diyorum baska da birsey demiyorum! Kacirmisim muzikali, ona uzuldum ama en nihayetinde edith'in, paris'in tekrar karsima cikmasi buyuleyiciydi. Bu sehirden cok etkilendim ama paris, bir dostun deyisiyle c'est paris. Neyse efendim burdan ayrildim, bi tramvaya bindim ve kendimi zizkov tower'in yakininda buldum. Bu ne ola ki derseniz, bildigin tv anteni kulesi. Ama uzerine tirmanan birsuru bebek figuru var. Insani cok etkiliyor nedense. Ben sahsen kendi kendime bu bebislerin annesi nerde acep dedim, huzunlendim. Haunted, disturbed and happy. Ruh halim buydu evet. Sonra yuruye yuruye, where's the tram station when you need one, eh?, bisiyler bisiyler kilisesine -our holy mother mary tadinda birseyler- vardim. Kare seklindeydi. Which is very weird. Normalde kiliseler dikdortgen yapilir, girisi ve en ucu uzun cizgi, kanatlari kisa olur ki tepeden tam bir hac gorunumu olussun. Buna da sasirdiktan sonra, vardim bir metroya. Indigimde artik otele varan yolun basindaydim, yurudum yurudum. Babamin bahsettigi bir footgrafciya vardim, adi skoda photo, bakalim bi de oraya gidicem bugun (22 nisan). Gunu erken bitirip otelde mayistim daha sonrasinda, pisman da degilim galiba. Sehir gun boyu oyle mutlu ediyor ki, geceleri ertesi gunden tam faydalanmak icin tontik bir sekilde geri donuyorum. Simdilik bu kadar 21 Nisan'dan. Tramvayda loreta'ya varmak icin yaptigim yolculuk esnasinda tum havadisleri verdim, yepyeni bir gune selam etmek icin yollardayim. Turkiye semalarina selam olsun!

21 Nisan 2013

[20 Nisan 2013, Istanbul-Prag.]

Bir onceki gun saat 2.14 sularinda gozlerimi kapattiktan sonra saat 4.15te uyanip yola koyuldum Prag macerasi icin. Uyandigimda uzerimde muthis bir yorgunluk vardi, dogal tabii, ama miskinlik yerini ulen ucagi da bok yoluna kacirmayalim telasina birakti. Efendim evden ciktim, havaalanina vardim. Ucakta uyuyakalmisim, sonradan soyle bir gozlerimi acip kahvalti ettim. Yarab tansiyonum dusmus benim resmen, ancak bir isindim yemek yiyince. Neyse efendim uyumaya devam edip gozlerimi munihte actim. Oh how I hate this place! Yemin ederim beni almayacaklardi da direkten dondum! Otel, ucak, yok tren yok bilmemne her boku sordular. Evet efendim, Fransa'dan aldigim vizeyle basbasaydik, bundan sonra daha da Almanya'dan giris yapmam. Iyice gicik oldum! Neyse, gecen aktarma macerasinda da oldugu gibi guzzel bir kahvalti ettim, dergi okudum, prag'i kagit uzerinde kesfettim. Artik son ucaga bindigimde ne yapacagima dair aklimda bir plan, icimde ise heyecan vardi. 

Prag'a inis. Beni karsilayan sofor cok tatli bir adamdi, pakistan asilliymis. Bol bol sohbet ettik, dunya ne kadar kucuk ve we are indeed merely the actors. Havadisleri kendisinden alip ufak ufak bilgiler ogrendim, kendimi odama attim. Otelim cok guzel. Daha lobby'de insanlarin bilardo oynayip sohbet ettigini gorunce odaya cikmadan fethedildim efendim! Insanlar cok tatli, herkes ingilizce biliyor bu sehirde, cok mesudum. Odama ciktim ki odam da cok guzel yahu! Huzurlu, arkada bir sokagin kosesine baksa da muthis temiz, guvende hissettiren ve luks bir oda. Ogrendigime gore old town yuruyusleri varmis, ona katilirim kasaba kafasi ortamlarini bir cozerim diyorum. Neyse efendim, ufak bir yagmur ciselemesi halinde otelden ciktim. Yuruye yuruye national theatre'a vardim, ordan ver elini charles koprusu. Bu sehir icin tek bir kelime sec deseler, serenity derim. Sadece halki degil, turistleri de kendi icinde huzurlu gorunuyor bu sehrin. Nehir yatagina konulmus kocccaman kutukler kutukler ortacag havasini yansitmakla birlikte vizir vizir gelip gecen tramvaylar yirminci yuzyil esintisine sebep oluyor. Yilin 2013 oldugunu radyoda duydugum sarkilarda anladim da yine zorluk cektim inanmakta, oyle huzurlu ki. Baka baka, yuruye yuruye doyamadim bu sehire. En son bir change office'e ugradiktan sonra, evet buranin para birimi koruna, oyle diyorlar evet. 25 koruna 1 euroya denk geliyor hemen hemen. Ama bazi ofisler cok cirkef 18'e filan bozuyorlar, elimde kalacaklar, kendilerine selam olsun parami kaptirmadim lan size! Neyse, onume cikan ilk yer: shakespeare and sons. Muthis bir heyecan yaratmakla birlikte bir shakespeare and co degil tabii. Yine de cok sevindim o tanidik yuzu gormeye hihihihihi. Burasi bir mabed. Gezinirken zamani unutup baska bir dunyaya iniyorsun, gidilesi, gorulesi. Neyse efendim, sonrasinda ise kafka muzesine girdim. Valla acikcasi ben cok kafka okuyan, hayranligindan olen bir insan degilim ama muzede secilen quote'lar cok basarili. Hemmen magnetimi filan aldim, hic eksik kalmam boyle seylerden. Su an ise yagmur coktan durdu, terasinin iki direginin arasindan charles koprusunu goren bir yerde oturuyor, yemegimi bekliyorum. Nehir kipir kipir, icim kipir kipir. Yemegimi de yedikten sonra old town'a gecip, oralarda dolanacagim. Sonrasi otelspor. Bugun oyle erkenciydim ki saniyorum bir dus alip aksami otelimin altindaki barda gecirip binbir hikayesi olan binbir insanla konusarak gecirmeyi planliyorum. Aaa bu arada havadan haberler: hava cok guzel. Yani tamam, soguk ama, soguktan donmuyorum! Pariste yilbasinda cidden olmustuk soguktan, burasi serin ama sikinti yaratmayan bir hava sundu bana. Dedikodulara gore yarin hava yine pek guzel olup isinacakmis, hayirlisi bakalim diyorum evet. Simdilik bu kadar, yazmaya devam ediciim. 

[...] Yemek sonrasi su konuya yer vermeyi bir borc bilirim: buranin birasi hakkaten pek meshur! Herkes iciyor ve her turu cok ucuz, hadi bunu gectim bi de guzel yahu! Ben ki pek biraci degilimdir, o malt tat hosuma gitmez pek ama booyle gidiyor iste, zaten oldurucu soguk olmasa da yeterli derecede soguk oldugu icin fair enough, iciyoruz reyiz! 

[...] Old town square'deyim. Buraya da bakip oyle bi otele donup kendime geleyim diyordum ama, bir baktim hard rock cafe var, hemmen iceri daldim! En once sunu soyliyim, burasi gordugum tum hard rock cafe'leri dover! Duvarlardaki seyler o kadar hard core rockcilarin esyalari ki, bir noktada salyalarimin aktigini soylesem yalan olmaz dogrudur. Oyshh diyorum. Peki buradan once nerdeydim? Harika seyler aldim, en once onu soyliyim. Saatin icindeki parcalari bir cerceveye dagitmislar misal, ba-yil-dim! Onun disinda yeni yeni seyler alabilecegim seyler kesfettim ama, henuz ilk gunden cosup gitmiyeyim diyerek sakin sakin oturuyorum, her sey aklimda yeminlen. Tabii ki de lennon wall'I gordum! Soguk moguk hic aldirmadim ve grafitti ve john lennon -ne kadar guzel oldugunu daha nasil anlatayim a dostlar- dolu bu duvarin onunde tum turistligimle fotograf cektirdim! Ordan sonra su an bulundugum yere yurume, yazdigim yaziyi guncelleme ve hulyalara dalmak gibi gorevlerle su ana kadar geldim. Mutluyum. Mesudum. 

[...] Kelimenin tam anlamiyla uzun ugraslardan sonra otelime dondum! Yareppim heryer kilise heryer can heryer kule burda, dondum dolastim yine ayni meydanda buldum kendimi dun! Leylaligima doymiyim. Ama sonrasinda otele donup gunu kapattigimdir, oturur oturmaz yoruldugumu oyle bi hissettim ki, o an bi dus alip asagidaki bara bile inemeyecegimi anladim. Velhasil biraz otelimden bahsedeyim. Mosaic house diye bir yerde kaliyorum. Aslinda sehir merkezine biraz uzak ama 15 dakikada cot diye varabiliyorsun, o yuzden sikinti problem yok. Burasi eco bilmemneci otellerden, yani cevreyi acceyip dusunuyor tasiniyor. Misal klimayi 27 filan yapamiyorsun, ortalama sicaklikta 25te tutuyor. Ama zaten usumuyorsun da, anliyorsun ki senin abartman evet. Onun disinda herseysi pek temiz duzenli, cnbc var, bbc world var, sizincaya kadar yeterli zaten. Kahvalti fasli filan yeterli duzeyde, krepler omletler yapilmiyor ama basic seylerle gune guzel basliyorsun. Heeerkes accayip guleryuzlu ve yardimci. Dun misal, odamdaki ipod dock -evet, bu da var odamda, pek mesut etti beni- calismadi da masallah hemen geldi olaylari cozdu cocuk, yenisini getirdi. Odanin isigi misigi daha los, super uber cevreci, ama tek sikayetim var o da dus jeli. O da cevreye cok yararli filanmis ve limon kokuyor. Asla ve kata elimi surmedim, kendi dus jelimle mesudum, biyyyy igrenc ne o oyle limon limon bayilmisim gibi demeden edemiyciim. Eveeet ilk gunden yasananlar bu kadar, ikinci gunun havadislerinde gorusuruuuz!

20 Nisan 2013

[20 Nisan 2013.]

Bazi seyleri kendi kendime soyleyemedigim anlarda, sanki o can yakan dusunceler benim degilmis gibi onlari kendimden uzaklastirmaya calisa calisa harfleri yanyana getirmek kadar zoru var mi?

Eger o yanyana getirdigim harfler zihnimde donup dursaydi, delirecegimden korkmazdim elbet. Ama gozlerimden akan yasi durdurmak boylesine kolay olmazdi biliyorum. Gunun, haftanin, aylar ve yillarin tum ickileri, kelimelerimizi dinleyenlere gelsin diyorum oncelikle. Onlarsiz bir dunyayi asla tatmayalim.

Gecen yil bugun anneannemi kaybettik. 19 Nisan gecesi saat bir bucuk iki sularinda aramizdan gocup gitti kiymetlimiz. Sabah alti bucukta annemden gelen telefonla ogrendik. Gerisi, truly one of the darkest moments in my life, tekrar yazamayacagim. Son bir yildir, tipki hicbirsey olmamis gibi yeri geldiginde anneannemin kulagini cinlattim. Dedi, yapti diye kullandigim cumleleri demisti, yapmisti'ya cevirmek zorunda kalmak.. Cok cok kotu. Kabullenemiyorsun bazi seyleri yasin kac olursa olsun. Daha dogrusu kabulleniyorsun da, icin almiyor. O daha kotu. Iste onun senei devriyesinde, bugun, tam da cocuklugumu bitiren o kotu haberi aldigim saatlerde ulkeyi terk ettim. Yalniz olmak, o yoklugun tum izlerinden uzakta, yapayalniz kalmak istedim. Daha ne diyebilirim ki? Anliyor musunuz? Dilerim anlamazsiniz. Simdi onun kulagini cinlatiyorum. Gun boyu sokaklardaki tum jaz muzisyenleri parmaklarina yuksuk takip enteresan metal aletler caldilar, tanik oldum. Ince uzun narin parmaklarina gittigim her sehirden aldigim yuksukleri artik alamiyorum. Ispanya'da beni en zayif animda yikan o ufak alet, bugun bana keyif verdi oysa. Butun prag muzisyenleri, alkislayanlar, ben, icimdeki huzur ve dunyanin dort bir yanindan gelip yolu charles koprusune dusen herkes onu andi. Bilmiyorlar. Bilemezler. Insallah bilmezler. Yine de daha buyuk huzunleri tattirmasin allah diyorum. Gokyuzune selam olsun, bir sonraki icki anneannem icin.

[Spartacus War of the Damned - Series Finale]

Spartacus'un epik finali hakkinda yazi yazmamak mumkun degil a dostlar! Boylesine guzel bir destana ancak boyle bir son yarasirdi! 

Itiraf ediyorum, spartacus'un yaraticisi steven deknight'i uzun suredir takip etmeme ragmen spoiler olmasin diye en once kendisini takip etmeyi biraktim son bolume hazirlik olarak. Soluk soluga bekledim desem yalan olmaz, dogrudur. Bolum yorumlarina gelecek olursak:

Bir sure ekrana sicrayan kani zevkten gozum donmus bir sekilde izledim evet. Ucusan kafalar, akan kanlar, saplanan mizraklar yaklasik yarim saat boyunca kendimden gecirdi beni, o nasil sahnelerdi, o nasil bir destandi, o nasil birseydi hala aklim almiyor yeminlen. Sonrasinda ise baslanan taktik savasi sahnelerinde tekrar zevkten geberdik a dostlar. O cukur, o merdivenler filan, beheeey de beheeey! Vay anasini ya, biz burda dizi yapiyoruz sanarken herifler destan yazip diziye cekiyor, dizi dizi degil mubarek basucu eseri. Helal olsun baska da birsey demiyorum!

Gelelim bolumun geri kalan olaylarina. Yareppim crassus, ne olursa olsun cok onurlu bir adamsin ya. Zavalli kadincagizi carmiha gerdirmesen iyiydi ama yine de bir romalinin agzindan baska bir dunyada keske tanissaydik sozlerini duymak, ustelik egosus bir sekilde bunlari oylece spartacuse soylemen muhtesemdi, helal olsun! Ustelik en sonda pompei'ye zaferi teslim edip politik hamlelerin gozden kacmadi, keske tarih farkli bir sekilde olsaydi. Cunku boyle ortada kaldi. Tabi kalmadi da aslinda, yine de, it felt wrong. 

Gelelim spartacus'un son savasina. Valla o kadar lejyonu gorunce ben bile altima sictim yahu, yuh! O nasil collosal bir guctur, o nedir ya nedir?!?! Yenilecegini bilip, insanlara zaman kazandirmak icin olume gitmek nedir? Canakkale destani yaptiniz yemin ederim helal olsun! Gannicus gibi bir adam bile o ezik kiytirik sybl midir ne boktur onun icin olumleri goze aldi valla catladim ki ne catladim! Ay bir de agron ve sevgilisinden bahsetmeliyim. Daha dogrusu agronun sevgilisini kim takar, agrondan bahsetmeliyim! Canim benim kilic tutamiyordu ama savasa giricem de giricem dedi ya, valla icim acidi. Nassir miydi naseer miydi o ezik cocuk da valla umrumda degil. Cirkinler cirkini. Such a loss to woman kind diyorum agron icin baska bisiy demiyorum a dostlar! 

Sona dogru yaklasirken elbet buyuk olumlerden de bahsedecegim. Gannicus'un eski sevgilisi, kendini zeyna sanan kadin, yareppim sana cok uzuldum. Yazik en sonunda yine kendimi senin kollarinda buldum dedin, icim acidi valla agladim senin icin. O sahneden itibaren krizlere girdim filan. Valla keske mutlu olaydin kiz, icimde kaldigidir. Gelelim naevia'ya. Kendisi 2 sezonu once miymiyligi sonra hililiililili atarli ve tutarsiz zeyna hareketleriyle kitlemisti. Ama ne yalan soyliyim, o mizrakla oldugunu gormeyeydim ya! Uzuldum. Crixus'la kavustugunuz icin sevindim ama, it was so brutal be! Gannicus. Canim gannicus cigerim gannicus. Seni carmiha gerilirken gormek tarifsiz yemin ederim, tarifsiz! Ama en son sahnede oenemoeus'un o onaylayan bakislari yok mu, allah belani versin steven deknight aglamaktan geberdim be!!! 

Son sahne. Spartacus. Efsane geldin, efsane gittin. Vay be! All hail before Spartacus the Bringer of Rain!!! It was poetic, violent, brutal, sweet and pitiful all at the same time. O mizraklarla dizlerinin ustune cokup hala crassus'a saldirmaya calismanla you left me speechless. Vay be vay bee! Olmek uzereyken yeniden sura'yi dusunup gozlerinin aydinlanmasi, o gozlerinin rengi, o nasil birseydi? Andy'den sonra seni cok tutmamistim ama o halin, o bakislarin, ah liam, kalbime taht kurdun! Insanlarin bir kisminin daglara, out of the grasp of mighty republic, kacamadigini duyunca yuzunun o hali, ama yine de kurtulabilenler icin sevincin, umudun, gorulmeye degerdi, herkes bu diziyi izlesinne olur! 

Overall, Spartacus efsanesi biterken, huzunlu ama mutluyum. Ilk bolumunun degil baslamasi, cekilmesi haberlerine dahi tanik olan biri olarak resmen cocugum gibi bir diziyi daha tozlu raflara kaldirdik. Ama you'll be remembered my friend, you will be remembered by all and for centuries.
Tesekkurler Steven Deknight, bu harika destani yarattigin icin cok tesekkurler, bir tanesin!

16 Nisan 2013

[Once More With Feeling.]

Yaklasik 7 yil oldu saniyorum, ama hala once more with feeling izledigimde yuzumde salak bir gulumseme olusuyor. 

"They got the mustard out!" 

Ruper giles, anthony head, sana hastayim ya, senin sesine bayiliyorum! Adeta uther pendragon rolunle daha da cok unlendigin icin seni kiskaniyorum, sen kimse kesfetmesin istiyorum. Canimsin giles.

Sweet'in o harika sesi, spike'in o umursamaz hali ve bikkin hali, buffy'nin "Heaven. I think I was in heaven." minoruyle kalbimi kirmasi, tara ve willow'un mutlulugunun sonunun yavas yavas geldigini bilmek ve giles'in uzaklara dalip gidisi cok guzel, cok acikli. Bu bolume bayiliyorum. Ama bi "Tabula Rasa" degil tabi, sniff, dusununce huzunlendigim, sonunu dusundukce ise eriyip gittigim the bolum of bolums. Canim benim. Michelle Branch, iyi ki varsin.

Back to omwf, ya ne cektin be spike ne cektin. Bu buffy'den sen ne cektin? Kari ilk sezon ikinci sezon ucuncu sezon angel askindan cektigi tum cile uzuntu elem kederi sana yansitti be pes! Ne yapsan yaranamadin spike ne yapsan! Ama yok, o bolumu unutmadim. O bolumu exclude ederek konusuyorum, hangi bolum oldugunu biliyorsun. Cok ofkelendim su an. Sen de o bolumden sonra ruhunu almaya gittin cok sukur. Eger o bolumun uzerine yatsaydi yazarlar, cok ama cok uzulecektim. Smg, hersey bir yana, banyoda yakani toplayip gozlerin dolu dolu "ask me why I could never love you" deyisini unutamayacagim.

Dawn. Ulan diziye geldin ve icine sictin yemin ederim. Tamam, besinci sezonun sonunda hungur hungur aglayarak buffy'i kalbimin bambaska bir yerine yerlestirdim ama senin bu mizmiz kiz kardes havalarindan oyle sikildim ki! Neyse. Blood ties bolumu ile the gift'i bagladiklari an, artik bu ofkeyi geride birakmaya karar verdigimdir. Hadi bakalim.

Buffy'nin yalniz kaldigi dakikalarda oyle uzuluyorum ki. Dunyada kimse yalniz kalip "I will walk through the fire 'cause whereelse can I turn, I will walk through the fire and let it burn." diye sarki soylemesin insallah.

"I think this line's mostly filler." Ahahahahahahahahah :)

"Till they pulled me out of heaven." Willow'un yuzundeki aci... Buffy'nin give something to sing about ifadesi. Yareppim cok guzel. Dayanamayacagim kadar guzel bir sahne.

Spike ben sana kurban olurum:

"Life's not a song. Life isn't bliss. Life is just this. It's living. You'll get along. The pain that you feel you only can heal by living."

Sweet'in sesi muhtesem ya, adami dinlemek bir meditasyon bir disko gecesi hem de ayni anda. Vay anasini.

Buffy, su Spike'la mutlu olamadin ya, allah seni bildigi gibi yapsin. Sonra yok immortal yok bilmemne. Peh! Adam oldu, olurken bile onu sevmedigini biliyordu. Ya sabir! Adam geri dondu, ulen hic umut vermedin ki gelsin senin yanina. Varsa yoksa angel. Angel'la olan askinizin cilgin kafalarini imkansizligini filan bir kenara biraktigimda elimde birsey kalmiyor. Bu nedir?

"The day you suss out what you do want, there'll probably be a parade."

Daha ne desin bu adam, tum dizini ozeti?

Opusme sahnesiyle bitmeyen, uzerine perdeler dusmeyen muzikal bolum yasaklanmali. Cok net!

15 Nisan 2013

[It's been [101] years since the Titanic sank from under us.]

"Cok usuyorum. Cok. Usuyorum. Cok. Usu. Yor. Um. C. O. K."

[...]


"Bitiyor, cok az kaldi, bitiyor. Uzerimde bir isik var. Ne ayin mavisi, ne yildizlarin beyazi, sicak, sari bir isik var uzerimde. Usumek bitiyor. Soguk bitiyor. Nefes alislarim canimi yakmayacak artik. Canim hic yanmayacak."

-Jack... Jack... Jack... There's a boat. Jack... Jack... Jack... Jack! Jack! There's a boat, Jack. Jack...

"Gozlerimi acmasam, biner miyiz o bota seninle beraber? Tutup ceker misin binip gittigin gemiye yeniden beni?"

-Come back. Come back. Come back. Come back. Come back! Come back! Come back! Come back. Come back.

[...]

-I'll never let go Jack, I'll never let go.

"Usuyorum. Cok. Cok. Cok. Soguk. Sog. Uk. So. Guk. Cok. Cok."

+COME ABOUT!!!
______________________________________

[Oyle cok usumek ki, dislerinin takirtisindan ic sesinin bile kekelemesi. Oyle cok usumek ki, ic sesinin harflerinin genzini sogukla yakmasi. Hayal edebilir miyiz? Sanmam. Ama deneyebilirim oyle degil mi?]
__________________________________

Sev. Soz ver. Yasa.

Herseyin sona ermesiyle dahi devam eden bir aski anlatan Titanic... Hayatima girisinin 15. yilinda, 15 yildir oldugu gibi yeniden basbasayim seninle bir 14 Nisan gecesinde. Seninle sulara gomulmus tum asklar, tum mektuplar, tum aileler ve umutlarin her birini tek tek bilmiyorum. Ama her birini anliyorum. Tarihlerin onemli olup, saatlerin onemsiz kaldigi bir dunyada, gece boyu kulaginizi cinlattim. Ny saati, londra saati, istanbul saati dinlemeksizin, duzeltilen cogu hataya ragmen, insanoglunun o kendini begenmis halinin nelere mal olabilecegini tekrar tekrar okudum tarih kitaplarinda. Kayip giden son yolcunun hayatiyla birlikte living memory'den silinen bir hikaye oldunuz siz belki ama yasayan bir hikaye olmaktan asla cikmayacaksiniz biliyorum. Tesekkurler James Cameron. Tum kalbimle sonsuz tesekkurler. Su filmle bunlari bana dusunduren, tum dunyaya dusunduren, tum dunyanin anlamasini istedigim bu konuya emegi gecen herkese sonsuz tesekkurler. Tum dunyanin anlamasi-gormesi gerektigine inandigim bu muthis trajedinin dokundugu herkese ise ancak huzurlu uykular dileyebilirim artik. Her neredeyseniz, huzurlu uykular...

14 Nisan 2013

[18 Mart 2013.]

Ne yaparsan yap, bazi seylerin etrafindan dolanamiyorsun. Olmuyor. Gecen yil tam da bugun o yorgun sesini dinledigim anneannecigimin dogum gununu kutladim.

Bu yil bugun. Gozlerimin icinde gorus acimi bulandiran iki damla gozyasi, oturmus yazi yaziyorum.

Bir seftali. Bin seftali.

Artik yaz, cocuklugumdaki gibi gelmiyor bu dunyaya.

Seftalilerin tadi kalmadi.

[Silence?!]

Bugun besiktasta bir parkta yazi yazarken tukenmez kalemim tutukluk yapti. Yanimda kagit yoktu, koluma bir iki cizik attim yeniden calissin diye.

Aksam oldu, yazmak isi orada zaten hemen tamamlaniverdiydi. Bi baktim kolumda uc tane cizik var. Dedim silence burda miiiiii!

Doctor who-ed.

Silenced.

Dehsete kapildigimdir.

Valla bir alemim yahu, pek guldum sonrasinda kendi kendime. Bu da boyle bir anim olsun. Heh.

13 Nisan 2013

[Yippi dee yappi dee boom!]

Edith piaf ne guzel demis: gun batimi bizim safagimizdir.

Ya da belki de onun safak icin soyledigi gece yarisi hakkinda cumlesini ben bu sekilde cevirdim, ayirt edemiyorum. Ama sunu soylemek gerekir ki, benim safagim bu aksam saat on bucuk sularindaydi. Aman tanrim bu nasil bir gundu oyle! Is guc is guc. Dolayisiyla safak vaktinde sokaga ciktigimda once yemegimi yedim, dostlarla sohbet ettim ve en sonunda kendimi sokakta buldum. [Arada ruya goruyorum biliyor musunuz? Misal biraz once uykumda uyumama iznim olmadigini ama, bana ozel bir dilekceyle uyuma hakki verildigini gordum filan] Neyse, yeteri kadar icki -in rom I trust bundan sonra- ve az biraz danstan sonra haftanin yorgunlugu mu desem, icimin daralmasi mi yoksa uzerimdeki muthis uyusukluk mu, gectiii gitti. Eve dondugumde tek telasim 'ay cok yorgunum dusa nasil girecegim yea' hali oldu. Sonra fark ettim.

Kafalar guzel olunca, stresli olunca, heyecanli olunca insanin cenesi duser ya hani, bakin aklima ne geldi: bu bence cenenin dusmesi degil a dostlar, bu zihnin acilmasi. Babbling yapmiyoruz aslinda. Bubbling bu. Hani bir halkanin arasindan uflersiniz de on yuz bin milyon baloncuk olur da iciniz kipir kipir olur ya, oyle bir bubbling faaliyeti. Dusunduklerim balonlar halinde bir oraya bir buraya dagiliyor, ucusuyor, yerlerine konup sonuyorlar. Ah, ne guzel bir gorsellikti o oyle zihninizin size sundugu.

Iste efendim dun gece bunu dusundum, bir kisim yazmaya basladim baloncuklar sonmeden ama tamamlamak buguneymis. Yey.

10 Nisan 2013

[Kayıp Şehir.]

uzun süredir yazmak istediğim diziye geldi sıra. kayıp şehir.

Saniyorum ki en guzel dizilerime hep sonradan basladigimi soylesem yalan olmaz. Asmali konak'tan buffy'e, doctor who'dan shameless'a hep boyle bir silsileyle baslamistir guzel dizi seruvenlerim. Iste kayip sehire de sonradan basladim ben efendim. Televizyonda hicbirseyin olmadigi bir persembe gunu basladim bu diziye. Ayni apartmanda oturan karadenizli gocmen aile, dogu anadoludan gocmus bir aile ve aysel. Aysel'i gokce bahadir oynuyor. It's such a pleasure to see her. O yaprak dokumundeki surekli aglayan, mutsuz kizkardes, nevrotik bakislariyla 5 sezon boyunca hepimizi darlayan kiz gitmis, yerine bambaska bir kadin gelmis! hatrım için, sadece onun için izleyin. uğur polat ve irfanların annesi meryem'le kavrulun. çok çok üzülün, çok çok daralın, ama dizinin sonuna geldiğinizde içiniz parçalansın ben bu diziyi seviyordum yaaa diye!

dizi o kadar güzel ki kelimeler anlatmaya yetmez. ben birkaç ufak glimpse anlatacağım size.

hastane dışarısında konuşuyorlar kadir'le aysel. aysel başka bir yöne bakıp iç çekerek "hayat bilgisi" diyor.

ufaklığın annesi aysel'de saklanıyor. baba bir şekilde adresi buluyor, kadını öldürüyor. ufaklığa birşey söyleyemiyorlar. aysel'le ufaklık mutfakta kek yapıyor. ufaklık şarkı söylemeye başlıyor:

"Kaşların arasına dom dom kurşunu değdi, bir avcı beni vurdu bin avcı beni yedi, ah dedim ağladım yaremi bağladım, eğdi yar boynun eğdi allah kerimsin dedi, hançer yarası değil dom dom kurşunu değdi..."  aysel banyoya kaçıp ağlıyor, ben salonda. aysel gözyaşlarını silip geri döndü ufaklığın yanına da, benim kalbimin dönüşü olmadı o gece. alacağınız olsun.

aysel kaldırımda otururken uğur polat'ı arıyor. "çok kötüyüm gel." uğur polat ona aşık, aysel kadire aşık. kadir zehrayla evleniyor. aysel ağlıyor uğurun omzunda. ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi işinde gücünde. jaws gibi. göstermeden korkuttular ya hepimizi. aysel'in acısını da göstermeden canımı yaktılar. elim yüreğimde kaldı kaç hafta.

daha nicesi. 26 bölüm. yakalayın. pişman olmayacaksınız.

[Shameless Sezon 3 Finale.]

Gelelim shameless sezon finalineeeee! Efendim dizinin bir onceki bolumunden toplayip geliyorum.
En son mickey cidden bir orospuyla evlendi. Cidden. Ian delirdi tabi ne yapsin cocuk? Icip icip dugune geldi, mickey'i bu yoldan dondurmeye calisti. Konusma muhabbet kar etmedi, dugun oncesi damatla asik oldugu adamin seksi de durumu kurtarmadi a dostlar. Mutsuz bir andi ian icin. Ha bi de mandy ayagi var bu isin. Mandy ian'in kankasi. Mandy mickey'nin kardesi. Ian lip'in kardesi. Mandy lip'in ayrilmaya calistigi sevgilisi. Efendim herkes herseyi ogrendi. Ian-mandy-mickey ucgeninde hele sukur mandy de cakti durumu kavga donus esnasinda. Gelelim diger ucgene.

Lip-mandy-karen ucgeninden bahsediyorum a dostlar. Efendim lip oldum olasi karen'a asikti ama karen kadar cirkef bi kiz yok. Cidden. Karen frankla isi pisirdikten sonra -frank lip'in babasi oluyor- bi noktada birilerinden hamile kaldi. Yazik, lip cocuga babalik etmeye razi ama bi dogdu ki capon! Bi de down sendromlu. Karen basti gitti ben bu cocugu istemiyorum laylaylom diye. lip mutsuz tabi ne yapsin cocuk, hala arasira ariyor mesaj birakiyor karen'in telefonuna. Ay yareppim ne cileler ne uzuntuler. Velhasili kelam mandy, lip'in telefonundan karen'a bulusalim mesaji atti. Artik Karen döndü tabi bi noktada parasi filan bitince. Karen'in yola cikmasiyla birlikte baaaaaam arabayla carpti kiza mandy! OMG! Hatta oh my stars! Karen cok kotu hale geldi yahu. Valla uzuldum. Ameliyat oldu, komaya girdi, komadan cikti -aman tanrim demeden edemeyecegim o sahneye. Cidden yazarlarin aklina shameless shameless olaylar fikirler geliyor, cok eglendim ama soklara da girdigimdir. Jody'nin I found the cure to the coma patients diye ortada donmesine yarildim yemin ederim! Zhhehehe- ve karen cocuk gibi kaldi. Akli, zihni, cok kotu oldu yahu, pek uzuldugumdur. Zavalli joan cusack'cigim da cilelerde pes. Hele o buyumus de kuculmus debs yok mu, canimsin debs, kala kala sana kaldi sheila'ya bakmak di mi? Iste bu bolum cok sukur karen, jody ve hymie diziden ayrıldılar. o defter kapandı. sheila yemek yapıyor filan lip'in mezuniyetini kutlamak için filan. o da öyle avunsun ne yapalım artıkın.


geliyorum esas meseleye. frank bebeyim sana ne oldu? gamsız insanların hasta olmadığını düşünürdüm! ama ondan önce iki çift lafım var lip'e. utan lan utan, iki kadeh viskiye sarhoş oldun buz pateni pistine kustun hayvan. vöh yani vöh! neyse back to frank. frank kan kusuyorsun ve hala içicem diyorsun. pes. fiona'yı artık üzme. kızın en büyük kabuslarını gerçekleştirme, biraz çocuklarını umursa gözünü seveyim yoksa mutsuzluktan öleceğim. debs ve carl size kurban olurum. hele carl... carl kalbimi göğsümden söktüm. üstünde zıpladın kırdın parçaladın. frank'in sana sen kansersin deyip make wish foundation'dan para koparmaya çalışması, ama para alamayıp seni kampa yollamaları, senin kendini kanser sanman, güneş iyi geliyor diye saçlarını kazıyan frank... frank hastanede yatarken güneş seni iyileştirir diye frank'in saçlarını usulca kazıman o kadar güzeldi ki...ağlattın beni alacağın olsun, ağlattın beni, sen çok yaşa!

fiona ve jimmy. fiona. ve. jimmy. fiona sen mutlu olduğun bölüm resmen şaşkınlıktan öleceğim! bir cemile bir sen. pes. pes yani pes! pes pes pes! o patron çocuk çok tatlıydı ama rebound koridoruna girmen seni vicdanen çatlatacaktı, iyi oldu böylesi. jimmy'nin öldüğünü düşünüyoruz bu aşamada. of ki of. artık vicdandan ölürdün. o işin ucunu da bağlamadılar ya du bakalım karşımıza ne zaman çıkacak jimmy. lütfen bok bir yerde fiona'nın karşısına çıksın, fiona şak diye düşüp bayılsın, biz de ekran başında geberelim olur mu? lütfen yani, bunu yapmazsanız hakkım kalır.

v ve kev'den de bahsedip son noktayı koyuciim a dostlar. valla bu üçlü ilişki -v'nin annesi kevin'dan hamile evet. çocukları olmadığı için kendi dna'larına yöneldiler. ay yareppim kev ve v'nin annesi, bunu bu gözler görmez olaydı yahu!- bakalım nasıl sonuçlanacak? kadın bir de bebeği vermek istemezse yine çatlarım heralde! üstelik kadın zaten 2 aydır hamileymiş ya pes diyorum pes! resmen kev'e göz koydun sen iki tane çarpıcam şimdi sana v'nin anası! haydi hayırlara yazsın, bir bebek gelsin de iyice gülelim bu dizide.

selam olsun herkeslere. öteki sezonu heyecanla bekleyeceğim, zira bu diziden accayip keyif alıyorum! yüzüm kızarıyor, yerin dibine geçiriyorum, sinirden tansiyonum çıkıyor, şaşkınlıktan başıma ağrılar giriyor, kahkahalardan nefeim tıkanıyor filan. çok iyi. çok mesudum. aynen devam çocuklar!

[Walking Dead: Season 3 Finale.]

Walking dead sezon finali muhtesem bir olaylar silsilesi ile dun aksam ekrana veda etti sonbahara kadar. Yareppim o ne guzel sezon finaliydi oyle.

First things first:

En basta savas sahneleriyle bodoslama girdik olaya. Governer cirkefi top tufek saldirdi bizimkilere. Bizimkilere de bir baktim ki anam hepsi toplanmasin mi? Noluyor derken derken hayde vre pehlivan efektiyle daldilar efendim hapishaneye. Sonra derinlere diplere bucaklara indiler. Yareppim orda yine bikac bolum once yasanan sirenler alarmlar costu. Yareppim o kadar walker'a nasil ulastilar bilmiyorum ama herkesin cil yavrusu gibi dagilmasi yih yih yih yih, bu da size kapak olsun nidalariyla cok guzel hisler yaratti bende. Zaten esas bomba da burda basladi. Governor korkup kacan so called askerlerini cekip vurdu! Teker teker herkesi oldurdu amk! O neydi oyle one flew over the coocoo's nest degil masallah yerlesik hayat! Obsesif herif! Sapik! Manyak! Essoglessek hatta! Sen bi geberemedin gitti var ya, seni ellerimle bogucam!

[yarıda kalan bu yazıyı tamamlamak farz oldu artık.] 

efendim sezon finalini yazmaya iki hafta sonrasında yazmaya devam edersek böyle olur. yemin ederim unuttuğumdur! neyse, geri dönelim. governor'ın kafayı yiyip herkesi öldürüp defolup gitti. bizim ekip de bu seferlik götü kurtardı çok afedersiniz. neyse efenim, gelelim sonuna. yareppim andrea bir türlü mutlu olamadı bu nedir? kimse ölmesin ölmesin diye kıçını yırtarsan birileri elbet ölür andrea. sen bunu bunca szondur nasıl anlamazsın hiç anlayamıyorum doğrusu? pes yani pes! ne oldu diye soranlar mı var? efendim doctor'u OHA YALNIZ! DOCTOR YAZDIM! hayır efendim burda bir doktor var, a doctor. neyse bu zombileri yaktıydı kavurduydu. governor bu adamı bıçaklayıp andreayla aynı odaya bıraktı. zombileşip öldürcek andreayı olayı o yani. nitekim dönüştü. nitekim andrea bir şekilde elini kolunu kurtardı ve herifi öldürdü ama nooldu sorarım size nooldu?!!? adam ısırmış andrea'yı. zavallı andrea, 'hala yapabiliyorken' kendini öldürdü. yareppim sen benim başıma böyle şeyler getirme amin. michone'cuğum çok üzüldü tabiy. nasıl üzülmesin yahu nasıl üzülmesin. gözünün içine baka baka gitti kadın! çok mutsuz olduk çook, pof.

peki sonu nasıl bitti bu sezonun? rick mal gibi tüm needy, infant, old, helpless tipleri hapishaneye getirdi, artık burda bir komün hayatı filan yaşayacaklar. carl ne demişti genç bir çocuğu öldürünce? öldürmen gerekenleri öldürmedin, gelip bizi avladılar. ben de teslim olsa da öldürdüm onu. gelip bizi öldürmesin diye. şuncacık çocuğun öğrendiği ve anladığı olayı bir sen çakamadın rick. tüm kasabayı doldurdun hapishaneye! du bakalım, artık öteki sezonun açılışında tarla bağ bahçe üzümler şarap evleri bebekler filanla yaşayıp giderken buluruz sizi. hapishaneye boya badana yaparsınız neyin. ya sabır.

neyse efendim. bir sezonun daha sonuna gelirken heyecanlıyız esasen. tüm hikaye kapandı bu sezondaki. ama gelecek sezonu merak ediyoruz, etmiyoruz değil. bring it on! vahşet ceset zombi istiyoruz! herkes güvende olunca çok bayık oluyor çünkü. görüşürüz rick, dilerim biraz aklını başına devşirirsin öteki sezona kadar.

[Doctor Who: S7E8 The Rings of Akhaten.]

bilgisayarın başına oturdum önce diğer yazılarımı tamamlamak istedim ama heyecandan, gözyaşından, hüzünden ve sevinçten hareket edemiyorum. parmaklarım kilitlendi. hafızam durdu. tüm anılarım dize geldi. doctor'u düşünüyorum. bu bölüm o kadar güzeldi ki benim için, kendi kendime gülümsemekten alıkoyamıyorum kendimi. muhteşem bir his. allahım bu kadar güzel bir bölüm verdiğin için çok şükür diyorum öncelikle. uzun süredir izlediğim en güzel, en etkileyici doctor who bölümü olmakla kalmayıp, bir insan olarak beni en derinden yaralayan sahneler yaşandı bu bölümde. oh what a joy, what a heartbreak!

bir önceki bölümde kaldığımız yerden başladık aslında. clara'yı almaya giden bir doctor çıktı karşımıza. clara'yı bütün hayatı boyunca izlemiş bir doctor. clara'nın anne ve babasının tanışma hikayeleri çok güzeldi. bu kadar sevilen bir çocuğun onu izleyen milyonlar tarafından bu kadar çok sevilmesi normal değil de nedir yareppim?

bu arada kayıtlara geçsin, bundan sonra "oh my stars!" diyeceğim. çok hoşuma gitti. dünyalı bir insanın bunu söylemesi kadar hayalperest, umut dolu, heyecanlı birşey olamaz. canlarım benim. bir quote daha kazandırdınız çok teşekkürler.

efendim bölümün konusu zaten malumunuz, güzeldi bence. bir tanrıya uyuması için sürekli şarkı söylenilmesi, birilerinin ömürlerini ona şarkı söyleyerek geçirmesi, en korkulan yaratığın aslında "alarm" çıkması kadar güzel birşey olamazdı bence. üstelik doctor'daki bir müzikal bölümlere -tamam, bölüm tamamiyle müzikal değildi, yani bir grey's anatomy musical event, bir once more with feeling olması için yazılmamış- ne kadar hayran olduğumu söylememe gerek yok heralde. en son christmas carol'da mutluluktan hüzünden zevkten acıdan ölmüştüm abigail'i dinlerken. neyse efendim back to bu bölüm. bölümde şarkılara tanık olmaya bayıldım. ancak kayıtlara geçsin, biraz önce çok sevdiğim whovian arkadaşım b ile de konuştuğumuz üzere bu kadar çok şarkı,bu kadar çok memory yok efendim mind trick filan hiç hayra alamet değil. korkuyorum. silence muhabbetini geride bırakamadan başlayan great intelligence muhabbeti acayip canımı sıkıyor. bizi neyin beklediğini kestirememek, bu kadar çok bekledikten sonra tatmin etmeyecek bir sezon finalinin yapılacak olması korkusu beni öldürüyor, uykularımı kaçırıyor. hatta bugün sevgili b'nin bana gönderdiği linkteki teorileri okuduktan sonra adeta kafayı yedim. ya asylum of the daleks'te doctor dalek olduysa ve tıpkı oswin gibi bir loop'un içerisinde dönüp duruyorsa ve aslında bizim tüm bu izlediklerimiz onun hayallerinin, onun suflesinin parçasıysa????? aklımı gerçekten kaçırmak üzere hale geldiğim noktadır. bir de bu kadar şarkı varken river song'u düşünmeden yapamıyorum! what the fuck! allah rızası için şu kadını bir bölüm getirin ya? bir önceki cümledeki teoriden yola çıkarak doctor kendini hiç dönüşmek istemediği şeye dönüşmüş olarak bulduğunda eğer sezon finalinde doctor who diye kendisi sorarsa kafayı yerim. ölürüm abi. o noktada cidden ölürüm. yok, bünyem kaldırmaz.


şimdi ellerimden tutun, sizi doctor'la tanıştıracağım. arka fonda 10 yaşında bir kız çocuğu hep bu şarkıyı söylesin olur mu? unutmayın, o çocuk, halk ve siz hep bu şarkıyı mırıldanın. hep. hep...
rest now my warrior.

live. wake up. wake up.
and if the cloak of life cling to the bones.
live wake up.

Geliyorum doctor'un sahnesine. Daha dogrusu doctor belki de yillardir icinde tuttugu butun huzunlerini, hincini, acisini, ofkesini ortaya dokerken arkada calan sarkiya. Wake up. Live. O kizin sesi ne kadar guzeldir oyle yarab? Beni oldurdunuz be oldurdunuz. O herseyi yutan, o hersey muhtesemmis gibi ordan oraya wizzling about gezinen o adam, inzivaya cekilen, ama heyecanini ekran karsisinda hic kaybetmedigini gordugumuz adam, time lord, iki kalpli doctor, genius, mad man bu bolumun sonunda dagildi. Dunyanin en guzel, en acikli ve bir kere daha yaziyorum en guzel sahnesiydi. Evrenin sonunu gordu, yapayalniz kaldi, zamanin basina, sonuna tanik oldu. Tanrim! Bu adam ne kadar yalniz kalmisti boyle! Kendi turunun sonuna sebep oldu, evreni kaostan kurtarmak icin gezegenini terk etti ve tum bu iyilige ragmen yapayalniz, mavi kulubesinde yillarca gezdi bu mad man. Daha aci bir sey olabilir mi? 1000 yillik anilariyla besledi tanriyi. Gozlerinden yaslar akarak, umarim istahin yerindedir diye ciglik cigliga, diz cokup, ilk kez korkarak:

"Take mine. Take my memories. I hope you've got a big appetite. Beacuse I've lived a long life and I've seen few things. I walked away from the last great time war. I marked the passing of the Time Lords. I saw the birth of the universe and I watched as time ran out, moment by moment, until nothing remained. no time. no space. just me. I walked in universes where the laws of physics were devised by the mind of a mad man. and I watched universes freeze and creations burn. I have seen things you wouldn't believe. I have lost things you will never understand. And I know things, secrets that must never be told. Knowledge that must never be spoken. Knowledge that will make parasite gods blaze. so come on then, take it, take it all baby! have it, you have it all!" 

Oh doctor, you broke my heart into bits and pieces. You scattered them around with the angry blow of a god. You left me standing in a place that wasn't. Dark, alone and silent. I stood there, a woman in a spacesuit, unable to breath on her own, unwilling to travel, disabled to fly. Oh doctor, that one tear sizzling down your cheek devoured me in flames and I'll never forget that moment. Never. Ever. Please rest now great warrior. You just need some rest. For a while. Only for a little while I promise.

And then came Clara. Clara'nin hayatina iliskin minikminikminik detaylari ogrendikce bu kizi daha cok sevmeye basladim. Beraber yolculugumuza devam ettigimiz bu dorduncu bolumde beni doctor'la elele verip aglattin ya, alacagin olsun. Annenle babanin tanismasina vesile olan o yapraga first page dedigin ilk andan su ana kadar, korkusuzca annenin yuzugunu vermen, motorla maceralara atilman -kikikkikiikikik bana bambaska seyler hatirlattin, canimsin clara- queen of years seni o cama 'yapistirdiginda' korkusuzca beklemen muhtesemdi. Alternatif bir yolun gectigi sarkiyi da hatirlattin beni fethettin dogrusu bravo. Ustelik en basinda ufak ve kayip bir kiz cocuguna yardim etmen cok guzeldi. Insan en nihayetinde hep annesine donusuyor galiba. Bunu dusunmek oyle guzel ki. En sonunda o yapragi feda etmen oyle guzeldi ki. Sozu daha fazla uzatmadan o sahneye getirmek istiyorum dogrusu. Bolumun en basinda 'will you walk away?!' deyisinden, bu sahnenin gelisi belliydi diyecegim ama turuncu bir gunesin arka fona gectigi guzellikte bir sey hayal edememistim, itirafimdir. Doctor we don't walk away, but we run when we have someone we care for deyisi harikaydi. Exact quote degil ama bu temadaydi iste, anlayin siz artikin. En sonunda clara doctor'un yanina geldi. Arkasini donmedi. Kacmadi. Yanina geldi. Yok olmak mi demeli, korkusunu paylasmak mi bilemiyorum, ama yanina gelip orada oylece durdugunda tum zaman durdu. Oyle guzeldi ki... 

"Still hungry? I brought something for you. this. the most important leaf in human history. the most important leaf in human history. it's full of stories, full of history, and full of a future that never got lived, days that should have been that never were, passed on to me. this leaf isn't just  the past, it's a whole future that never happened. there are billions and millions unlived days for every day we live and infinity. all the days that never came and there are all my mom's."

"well, come on then, eat up. you full? I expect so. because there's quite a difference isnt't there between what was and what should have been? there's awful lot of one, but there's an infinity of the other. and infinity is too much. even for your appetite."

O yaprak, yaprak bir semboldu. Diziyi izleyen, sadece bu bolumu dahi izlemis olan ve bir kez olsun hayatinda herhangi bir kayip -either olum, ask, dost, fark etmez- yasamis olan herkes o yapragin nasil tel tel cozuldugunu gozleri dolarak izledi. 1000 years is much, but memories yet to be lived are forever. Bullet. To. The. Heart. Oldum ve cennete gittim saniyorum. Yapayalniz time lord, sonsuzlugun anlamini bilen bir kizla yanyana. Oyle mutluyum ki, bir sonraki bolumu hayal edip beklemek bir yana, defalarca ve defalarca eskileri izleyip kendi kendime mirildanmaktan alikoyamiyorum kendimi. Rest now'dan girip live'e dogru giden bir sarkida, o sahnede gozlerimden akan yaslar nota oldu ya, ah doctor, we are back to our glorious days. Heyecanla bekliyorum.

selam olsun yildizlara, oh!

My stars!