11 Mayıs 2012

[The Borgias s2e6; Game of Thrones s2e7; The Killing Season 2.]

bu üç diziyi bir heyecanla izledim efendim çarşamba günü. borgias her zamanki formundaydı tabii ki, hile desiseyle bir bölümü daha kapattık. bölümün olayı sforza ile cesare oldu. şaşırmadık ama yani sforzanın bu şey salak halleri beni benden aldı. aaa bu arada lucretia için esas çirkef sforzayı öldürmesi çok karizmatikti, üstelik de kanlı bıçağı alıp kızımıa götürücekmiş, hey maşallah darısı juan'ın başına diyorum sevgili izleyiciler. bölümün sonunda yıldırım düşme sahnesiyle hiç ilgilenemeyeceğim bu arada. acıklıydı tamam. ders aldıııık, yooooow tamam. whatever, heyecanlanmadım. gelelim the esas olaya. ah micheletto'cuğum ben seni elin adamlarıyla mı görecektim bebeğim ya? valla yıktın geçtin beni. böööyle aşık aşık bakmalar filan, mahvoluğumdur. resmen karşı takıma birini daha kaptırmışız benim haberim yok. neyse efendim. yorumlar bu kadar.

gelelim game of thrones'a. senaristleri bir kazığa oturtmak istiyorum çok net. ilk sezonun soluksuz bölümleri gitti, greyjoy'un başrolde olduğu bölümlere kaldık hey allahım! yok fethetmiş de yok bilmem ne. gerizekalı adam defol git gözümün önünden. bu arada şey salaklığın neyse ki stark çocuklarının kurtulmasına yardımcı oldu, aferim yabani kız, adını bilmesem de kafan çalışıyor beğendik seni. peki ya jon snow'a ne demeli? gerçekten malsın jon snow. öl de kurtulayim istoyurm bu derece. kesin seni ghost kurtarıcak ben sana diyim. hele bir de mal gibi o kıza aşık olmaya filan kalkarsan şak diye düşüp bayılmam, beklerim senden bu tip mal hareketleri. aaa bir de şu var, kız yollu valla, haydi hayırlısı, seni de bi everelim jon snow, içimi baydın. tyrion'cuğum, şu dizide en sevdiğim adamsın gerçekten. herkes bir gerizekalılıkla hareket ederken senin şu ileri görüşlülüğün beni mutlu ediyor cidden. çocuğu saraya götürün demeler filan şıktı örneğin. aaa bir de birkaç bölüm önce sansa'ya yaptığın beyefendice hareket acayip takdirimi kazandı aferim. hatta dün izlediğim bölümde gerizekalı mal ve çirkin krala bir tokat attığın için ayrıca seni ayağa kalkıp alkışladım, büyüksün reis. ya bir de o dog beni benden aldı. adam çöt diye bağırsakları filan döktü ne dehşetti öyle inanamadım. bu arada o da bir centilmendi sansa'ya karşı aferim. tabi sansa demişken kendi haline üzüldüm bir an için de olsa. yazık kızcaaz hiç anlayamıyor insanların neden böyle davrandığını. en sonunda sanıyorum sibel atlarınız bile çocuklarından daha iyi besleniyor diyince jetonu düştü sankim. sansa akıl fikir diliyorum sana. hırslarının kurbanı oldum sürüm sürüm sürünüyorsun oh. gelelim esas olayaaaaa. tabii ki de targaryen cephesindeyiz efendim. ejderhaların kaçırılmasını filan saymıyorum, çünkü onların başına bunun geleceği belliydi. ama daenerys'i üzgün gördüğüme üzüldüm valla. bir de sümsük sümsük tipler buna yavşadıkça baygınlıklar geçirdim. khal drogo'cuğum olaydı da hepinizi parçalayaydı. peh! neyse efendim, görünen o ki o zengin adamla evlenicek. ama istemiyorum da bir yandan. dilerim bir çözüm bulur da yardırır. zaten tahta çıkması konusunda benim desteğim tam. 

efendim mevzu sırası geldi the killing'e. bu dizi çok iyi. harika. muhteşem. ilk yorumlarımı bu şekilde yapmam gerek. sanki gerçek hayattan kayır yapılıyormuşçasına karakterler, konuşmalar ve mutsuzuklar var bu dizide. izleyin izlettirin o yüzden. ilk sezonu 3 günde izlemiş ve çok keyif almıştım. ama ne yalan söyleyeyim, çok endişeliydim ikinci sezona dair. çünkü uzadıkça yavanlaşacağına dair endişelerim vardı. yok efendim. bana kapak oldu. çünkü bu sezon ilk sezondan da güzel gidiyor. hem merakla bekliyoruz, hem de larsen ailesinin dramına, geçmişine tanık oluyoruz ki rosie'nin annesinin bu kaltak halleri beni benden alıyor. bu noktada gerçekten de neler olacağını merak etmekle birlikte, Kaley Cuoco'nun harika şekilde dile getirdiği gibi "who in the hell killed rosie larsen?" ya bir de bu rosie'nin sırları var bahsedilmesi gereken. tabii bilemiyorum ne olduğunu o yüzden bahsedemiyorum. sen ne yaptın rosie? kimlere takıldın yahu? olayın nedir? her ergen gibi kapanaydın odana, depresif müzikler çalaydın ya! bakalım efendim başımıza daha neler gelicek. meanwhile tekrardan söylüyorum: the killing: izleyin izlettirin.

[Once Upon a Time: s1e21.]

*bunları 2 gün önce yazdım. bugün öğrendiğim bir bilgiyi de girmeyi bir borç bilirim. ABC, once upon a time'ı bir sezon daha yeniledi. cümlemize gözümüz aydın. dilerim uzadıkça aptallaşan bir dizi olmaz. 

dün once upon a time izledim ve bunları yazmassam çatlayacağım evet. emma senin bu cibiliyetsiz ve sorumsuz davranışların beni öldürüyor. storybrooke'u terk edip ne bok yiyeceksin? sanki ortada bi düzenin var da oraya bok yetiştirir gibi ne bu defolup gitme heyecanı?! çocuğun orda, kendi kendine niye sorun yaratıyosun, yaşa kal orada, zaten görüşüyorsunuz işte. ne yani ille regina'yla anlaşma yapmalar filan. sen desene baydım ben burdan alemlere akmak istiyorum diye! peh! gıcık oldum sana. snow (her iki dünyada da sana snow diyeceğim kusura bakma, mary margaret çok uzun bi isim) aferim bebişim. kırk yılın başında çöt çöt ilk kez birşeyleri söylediğini duydum ya daha ölsem de gam yemem. kapak olsun emma'ya. senin gibi minnoş birini bile kızdırdı resmen. geliyorum regina'ya. kızım sen keşke masal dünyasında kalsaymışsın. o makyajına bayıldım yahu. çok çok çok yakışmıştı. buralarda belediye başkanı maşkanı derken çirkin çirkin harcanıyorsun ben sana diyim. mad hatter sana sözüm yok, sen zaten yeterince sıyırmışsın. bu arada snow'un elmayı ısırdığı an da çok güzel yapılmıştı, üzüldüm ve içim parçalandı. neyse whatever devam ediyorum gecenin bomba olayına. yorumum şu: o elma da size girsin emma ve regina! çirkeflik planları yaparsan böyle kalırsın işte terbiyesiz kadın. al! henry böööyle kalakaldı işte çocukcağız. emma, sana anlatıyorlar inanmıyorsun, bana böyle şeyler deseler yeminlen 40 takla atarım sevinçten sen mıymışık mıymışık takılıyorsun ya bu da sana iyi bi ders olsun! bi de diyor ki dondurma getireyim mi! al! çocuk düşüp kaldı öyle. dilerim artık masal ülkesini kurtarmak için kıçını kaldırırsın. gerçi sezon finali yaklaşırken nasıl bir atraksiyon yapıcaklar çok merak ediyorum. ikinci sezona uzatıldı mı dizi misal?* bence uzatılmamalıydı ve once and for all happily ever after sona bağlanmalıydı. neyse efendim. izlenimlerim bu kadar şimdilik. 

[Desperate Housewives: Finalden bir önce.]

dün akşam bir sürü dizim düştü internete, ama herşeyi bırakıp öncelikle desperate housewives izledim. ilk yorumum: öfkeliyim. yani o kadar yıl oldu, birsürü şey gördük, ama DH yazarlarına yanlış anlaşılmalar üzerine bir olay kurmak yakışmamış. lee ve lynette, tom lee'nin yüzünü görmüyor ay bak yazarken bile gıcık oldum. hadi ama lütfen artık bir araya gelin dayanamiyciim bu kadar dört koldan çileye. bu arada renee'yi hiç göremedik, hayırdı onu unuttunuz mu? yoksa düğününde bi pislik yapıp benim yüreğime indirmek tarzında fikirleriniz mi var sevgili yazarlar, heyecanla bekliyorum. gelelim susan'a. bu kadın ben gıcığım arkadaş, ömrüm boyunca sevemeyeceğim. ama kendisi esaslı bir hamle yapıp julie'ye güzel bir kıyak geçti. tamam annesi ve benim kıyak dememem lazım ama güzel bir andı, aferim. üstelik kendisine de iyi geleceğini düşünüyorum. onu öylece kapatıcaklar heralde. neyse pek de umrumda değil kendisi. şimdi gelelim gabriel'e. bu kadını çok seviyorum zorla değil ya? ne zamandan beri olduğunu daha önce yazdım mı bilmyiorum ama şuraya kısacık notunu düşeyim. lynette'in kanser sürecinde gaby'le lynette hastane odasındalar. gaby bir türlü odanın içinde kalmak istemiyor, şunu getireyim bunu getireyim diye koşturuyor. en sonunda lynette durumu fark edip, orada kalmak zorunda olmadığını, gerçekten isterse gidebileceğini, alınmayacağını söylüyor. bunun üzerine gaby şu hikayeyi anlatıyor. çocukken babası hastanede yatarken, annesi ve ablası eve gitmek zorunda kalmışlar. gaby'i geride bırakıp, babanın yanında kal ve sakın ağlama, sen gülümsersen ona iyi gelir demişler. ve minik gaby, babasının ölüm döşeğinde gülümseyerek beklemiş annesi ve ablasının gelmesini. babasının kalbi durmuş o gece. ama yine de ağlamamış. ağlayamamış. öünkü annesi ve ablası gitmeden ona hep babanın yanında gülümse demişler. işte gabriel tüm bunları anlattıktan sonra lynette'e döndü ve şöyle dedi. Ben o zaman gülümsemeyi başarmıştım. ama söz konusu senken, gülümsemeye devam edemiyorum lynette. sarıldılar, ağladılar, ağladım. o günden beridir ki gabriel ne yaparsa yapsın çok seviyorum ben kendisini. sağlam biri. neyse efendim gelelim gaby cephesine. kendisi vıyvıy hiç umursamaz hallerde takıldı bütün bölüm. bahse girerim kendisin sevmeyen iyice nefret etmiştir. ama en sonuna doğru juanita'ya kızarken o yüzünün ifadesi...mutsuzluğu beni benden aldı yine. sanıyorum ki öteki bölümde ifade veren bir gabriel göreceğiz. üstelik cinayet ifadesi değil, taciz edildiğinin ifadesini veren bir gabriel olacak karşımızda. düşünmesi bile beni geriyor, mideme ağrılar giriyor, hani bana ne oluyorsa artık. nasıl bir sahne olacak kim bilir. ancak o işi nasıl toparlayacaklar sezemiyorum malesef. o kadar dizi izleyip şu şöyle bu böyle diye çat çat söyleyen ben DH'nin içinden çıkamadım. çünkü bree'nin intihar mektubunda bu sırla yaşayamayacağım diyordu. yani bree neden gabriel'in sırrıyla yaşayamasın? nasıl çevirecekler o olayı düşün düşün deliriciim. yalnız şunu da buraya yazmak istiyorum. eğer en sonunda bree tutuklanırsa ve hapishanede mary alice'in yazdığı mektuptan yazıp intihar ederse gerçekten ölürüm! bütün öykünün tüm yükünü o kaldıramaz kimse kusura bakmasın. buffy finalinde buffy ölseydi, kaldırırdı mesela. çünkü o buffy, onun progress'i o şekilde olabilir. ama bree 4 kadından biri sonuçta nooluyoruz öyle değil mi? haydi bakalım burada kesiyorum. devamı -ki devamı derken muhtemelen geçireceğim krizin yansımalarından bahsediyorum- haftaya series finale'yi izledikten sonra efendim. 

[Ringer: 21. Desperate Housewives: s8e19. The Borgias s2e2.]

uzun süredir kenara not ettiğim bir kaç dizi bölümü var, onlarla ilgili yorumumu yazmassam çatlayacağım evet.

ringer: bu diziye başladığım için çok mutluyum resmen. hep şaşırtıyor beni hep şaşırtıyor. bir an durağanlaştı diyorsun, sonra yine bir şaşkınlık silsilesidir gidiyor. yani ennnn sonunda olan zehirleme meselesi beni benden aldı. resmen buffy'ciğimin başı dönünce yüreğim zıpladı. tabi catherine'in çay iç çay iç ısrarlarından bir bokluk çıakacağı çok belliydi. ama yani buffy, bu kdar faka basmana ianamıyorum. aa bir de tamam seni bridget olarak benimsedik de yine de bazı anlar öyle bir buffy rolüne bürünüyorsun ki, gözümden kaçmıyor. hatta elimde değil. tam hatırlayamadım şimdi, hastanedeyken o bakışında da hissettim bunu. yerde yatarken de. sanki hep yalnızmışsın hep yalnız olmaya mahkumsun gibi. üzüldüm yahu. neyse ki sevgili ioan'cığım dünyanın en mükemmel erkeği olduğundan bir an önce kendi ailesini güvene aldı. sonrasında bridget'in amannın beni al herkes iyi olsun temalı konuşmasında da etkilenmemek mümkün değildi. üstelik machado'nun artistik hareketleri, telefonu dinlemeleri filan renk üstüne renk kattı. ve şok şok şok şok şok şok şok. benim gıcık olduğum kadınla catherine'in sevgili çıkması nedir?! ya kadın heryerde bi dikkat çekicek illa hey allahım. dexter'da gıcık oldum ya, spartacus'te karşıma çıktı, orada uyuz oldum ve üstüne öldürüldü ya, bana rahat yok yine karşıma çıktı. ay kadın bi de güzel valla hakkını yemiyim. ama kaş göz o hareketleri beni öyle rahatsız ediyor ki, bi fettan kadın rolüne girse de bi kurtulsam yarebbim.böyle ara rollerde sinir olduğumla kalıyorum çünkü. bi de parantez açayim, bu kadın benim julie benz'ciğimle bff! dexter'da tanışmış bunlar belli, vıdıvıdı konuşup birbirlerini tag'leyip duruyorlar. ama tekrar hak vermek lazım, kendisini twitter'da takipteyim, gerçekten komik bir kadın. hani tanışıp konuşsak muhabbeti çok iyidir eminim, ama bu rolleri beni deli ediyor. yes efendim, artık bu noktada ringer'ın sezon finalini beklemeye geçiyoruz. kendisi bu akşammış. artık yarın düşer internete de mevzu biter. üstelik resmini gördüm, buffy'ciğim giymiş gelinlikleri. bakalım söyleyecek mi andrew'a? andrew ne yapıcak? malcolm ne cehennemde? bodoway macawi bu olayları nümeroları yuttu mu? arkası yarın efendim.

desperate housewives: bree, senin bu çektiklerini pişmiş tavuk çekmedi anacım! ilk yorumum kesinlikle bu. yani olay resmen kadının üstüne kaldı. tamam, hissediyorum bu işten yırtıcak ama yani böyle de kendi kendinize heyecan yaratmayın kuzum, yakışmıyor. aa bi de o avukat tam senin tipin diyecektim, valla okuduğuma göre zaten aşık maşık olucakmışsın, haydi hayırlısı. lynette için de yorumum şu: bastır bebeğim! o jacqueline bisset çakması kadını geldiği yere gönder, bıraksın tom'cuğumuzun peşini göt! tebliğ vermeler filan ne ya, sen kimsin be kadın! sen kim oluyorsun da böyle yapıyorsun! tom artık bu konuda birşeyler yapma vaktin geldi, kırılıyorum ama olmaz ki. zaten mike öldü, tek sağlam kaya sen kalakaldın başımıza. susan, ilk kez senle ilgili bir sahneyi beğendim, şaşkınım. normalde fikirsizliklerin, gerizekalılıklarınla beni benden alıyorsun, ama bu sefer mike'ın sırrını merak etmen doğal gelişen bir refleksti. neler olduğunu öğrenince yüzündeki o anaç ifade görülmeye değerdi, aferim diyor omzuna pıt pıt vuruyorum. ve julie'nin ifadesi harikaydı. o bebeği bırakmayacağını biliyorduk, hatta bence adını mike bile koyar bunlar şimdi, çok güzel şekilde bağladın en sonunu duygulandık. bu hafta gabriel pek şaşırtmadı doğrusu. normalde beni benden alan sahnelere sahip olup genelde beni ağlatan bir role bürünmene alışmıştım ama bu sefer baya baya gevşek gördüm. bree'nin olayını bu kadar kolay üstünden atman garipti gerçekten. haydi hayırlısı, haftaya toparlanır herşey inşallah. 

borgias: bu noktada dayanamayıp borgias izlerken içimde kalanları da yazacağım. öncelikle juan, sen nasıl bir öküz, nasıl bir hayvansın anlayamadım. sana ne oluyor? şey kadar aklınla böyle işlere kalkışmak senin ne haddine? cesare gibi organizatör bir ruh dururken, elalemi asmalara kalkman nedir? aklın başka bir yerindeyken bu kızdan ne istedin? lucretia senin malın mı, hayır, yatacaksa cesareyle yatacak bi siktir git defol karşımdan. öfkeliyim sana juan. zaten salak bir suratın vardı, iyice düştün gözümden. bok ye. of. cesare'ciğim, bebeğim, seni çok seviyorum. öfkelerin sevinçlerin pek güzel pek güzel. o sümsük rahibe kadından vazgeç ben sana diyim. artist bozuntusu -hadi böyle demiyim, kız vatikanı kurtardı çünkü- kızla ol. gerçi baban duptıs duptıs havada uçak dişi sineğe bile kaydığı için onu seçmesen daha sağlıklı olabilir tabi. o en sonunda attığın tripler, indirdiğin flamalar filan, karizmadan öldün bebeğim sen. çok güzeldi. o sümsük kardeşin juan'dan ziyade senin ön plana çıkmana, hele de aklınla ön plana çıkmana bayıldım. hele de en sonunda topu yere atıp, gerçeklerini yaptıralım demen epic güzellikteydi. rodrigo, sen papasın, kıçını kır otur dua et. ne oğlum 2 kadınla yatağa girmeler filan? bu ne ateş, bu ne şehvet, bu ne istek, bu ne kuvvet? bin yaşına geliyorsun filan, valla bak hoşuma gitmedi böyle görüntüler olmuyor. aaaa bi de farnese'yi yetkili kılmalar filan kısmın var. o konuda aferim, valla kadını en başa getirdin, fakirlerin halini gördün, bir ilerleme kat edersiniz inşallah. bu noktada bir de şunu söylemek gerek: paolo. yavrum sen borgia'lara kurban gidecek çocuk muydun yahu? ne iyi biriydin, ne minnoştun, kızımıza yaban ellerde sahip çıkıp onu azaplardan kurtardıydın. aaaah ah üzüldüm. valla üzüldüm. seni juan ve cesare, lucretia'ya çaktırmadan öldürüp, cesare'nin senin ağzından okumayı öğrendim bıdı bıdı diye lucretia'ya mektup yazacağını hayal etmiştim. gerizekalı şey akıllı kardeşini sallamayıp çılgın işlere kalkıştı. vah yavrum paolo. asıldı kaldı oracıkta.şimdi geliyorum lucretia'ya. ben dün onu izlerken çok üzüldüm yahu. böyle bir hüzün yok yani. sevdiği adamı boynunda iple görmesine mi yanayim, yoksa elindeki nota mı yanayim? kucağına alıp ağlaması filan, gözlerim doldu resmen mahvoldum. cesare'ciğim o sahnelerde kalabalığı da dağıttı ki orada kendisine de hayran oldum. kız notu bulunca ne yazıyor diye merak ederken jetonum geç düştü: paolo okuma bilmiyor kiiiii! biri öldürdü onu. aşık olduğu adamın ölümüne sebep oldu. mutsuzum şu an yazarken. hele de o notu bulduğunda, bu jeton düşüşünü yaşadığında yüzündeki ifade, lucretia bayıldı, ben öldüm resmen. sonra da bebişini falan unutup bööyle boşluğa bakarak yatması filan...içlendim yahu. kolay değil tabii. ama dizinin geri kalanındaki modu harikaydı. mezarlık başındayken başındaki eşarbın rengine de bayıldım. derken o mumu öylece koyup, abisinin ölümünü beklemesi, üstelik yüzünde harika bir gülümsemeyle beklemesi esnasında sanıyorum entrikanın boyutlarının verdiği heyecana dayanamayıp bayıldım. diledim ki o şamdan juan'ın bi yerine saplansın. ama gel gör ki şanslı eziğin fahişenin üstüne düştü, o yine yırttı. son sahnelerde şunu hissettim ki lucretia'nın intikamı daha bitmeyecek, sonuna kadar uğraşacak itiraf ettirmek için. tut ki ettirdi, artık ne yapar bilinmez. bastır lucretia. heyecanla diğer bölümü bekliyoruz efendim. tabi burada dip not düşmek zorundayım: micheletto sen neymişsin yahu? bi insan bu kadar akıllı, bu kadar öngörülü olur mu yarebbim? adam tüm tehlikeleri sezip en baştan önlem alıyor. öldürüyor, ajanlık yapıyor, cesetlerden kurtuluyor (nehre ceset atılmasını sevmedim, hastalık filan olur). bayıldım sana micheletto. hele aşk nasıl birşey derken yüzünün aldığı ifade filan ölümcül güzeldi. seni daha çok görmek istiyorum. haydi hayırlısı.