Bad Wolf Sense etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bad Wolf Sense etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

03 Haziran 2022

[Post (?) Pandemi.]

aranağmede kısaca bahsetmişken, elbette ki bir başka yazıda pandemiye yer vermemem pek mümkün değildi. geriye dönüp baktığımda, 2 yılın göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğini düşünsem de, aslında o 2 yılı, özellikle de başındaki o umutsuz/belirsiz/amaçsız günleri yaşarken zaman hiç de geçecek gibi gelmemişti bana.

aslında kasım ayından beri ekşisözlük üzerinden wuhan'daki virüsü endişeyle takip ediyor, ailemle ve çevremdekilerle de paylaşıyordum bakın böyle birşey söyleniyor diye. derken mart 2020 gelip çattı ve ilk vakanın ilanıyla birlikte kapandık evlere. bilinmezlik, ne yapacağını bilememezlik, teknoloji çağında ilk kez bilgiye erişememe olgusu.

herkesin ekmek yapmaya sardığı, mutfaktaki hünerlerini sergilediği, ekşi mayaların marketlerde kalmadığı dönem. houseparty'lerde eve kapanmışlığın havasını dağıtmak telaşesi. sosyal medyada tüm ülkelerden yayılan korkunç haberler, üzücü görüntüler, terk edilen yaşlılar, hastane kapılarındaki gençler.  elmaların sirkeli sulara batırıldığı, yumurtaların yıkanmadan dolaba konmadığı o karanlık dönem.

oldum olası ev kuşu olarak adlandırırdım kendimi, evde olmaktan sıkılmadım sıkılmasına ama, hayatın yarım kalmışlığı hissi beni pençesine aldı.

düşündüm:

bu kadarmış. artık pariste bir kaldırımda oturup, şarap kadehimi yudumlarken seine nehri kıyılarında gezenleri izlemek yok. foz'daki deniz fenerine yürüme imkanı yok porto'da. meydanın ortasındaki havuzun yanından geçerken havuzun içindeki bozuk paralara bakıp, tutulan dilekleri hayal etmek bitti floransa'da. beyaz örtüler serilmiş masalardan birine oturup tapas keyfi kalmadı sevilla'da. 

gittiğim oyunlar kadarmış tiyatro. izleyebildiğim filmler kadarmış sinema.

kiraz çiçeklerini fotoğraflardan görebilecekmişim ancak, fiyordların yakınında tekneler kartpostallarda kalacakmış, afrika'daki o aslan kral ağaçlarının gölgesinde zürafa silüetleri ancak belgesel kanallarında görülecekmiş. hayat buraya kadar yaşanabilmiş sayılacakmış.

o günleri aydınlatan en güzel gelişmeyi ise herhalde bir ömür unutamayacağım:

andrea bocelli, duomo'nun önce içerisinde söylemeye başladı o şarkılarını. televizyonumuza bilgisayarı bağlayıncaya kadar ilk şarkıyı kaçırdık ama sonra ağzım açık şekilde tüm konseri dinledim. dünyanın en kalabalık noktalarından birinde, tek başına, aryaları söylerken ürperdim. acaba yeniden o sokaklarda keyif süreceğimiz günler gelecek mi diye... derken kapının dışarısına çıktı ve amazing grace söylemeye başladı. tüm dünyada canlı yayını izleyen 42 milyon kişi kimbilir nasıl hissetti ama o anda ben huzurla, umutla doldum bile.

boş sokakların üzerinde gezen kameranın getirdiği görüntülere hem içlendim, hem de büyülenmiş bir şekilde hiç bir zaman boş olmayan o sokakları izledim. insanlığın kenetlendiği, aynı şeyi büyük bir arzuyla istediği, kate winslet'ın da, RDIM'ın da derdinin aynı olduğu günler yaşanırken, bunun altından insanlığın hep birlikte kalkacağını ilk o an hissettim.

aşı geldi, umut geldi. evet, benim şahsi korkularım henüz geride kalmadı ve kalabalığa, eski alışkanlıklarıma olan tavrım halen biraz soğukta kaldı ama en azından dünyanın bu kadar olmadığını, gezilecek, görülecek yerlerin bitmediğini, ayvalık'taki gün batımının ve norveç'teki gün doğumunun beni halen beklediğini yeniden derinden hissettim. 

müziğin gücü mü diyelim, bir bir biraraya gelindiğinde, toplamın birlerin toplamından çok daha fazla olmasından mütevellit ortaya çıkan o müthiş kolektif ruh mu diyelim, bilemiyorum. ama işte o zamandır benim ilk umutla doluşum. ne mutlu ki o umut, bilimle taçlandı ve yeniden -evet, belki ben henüz manen dönmeye hazır olmasam da- normale geçtik.

bu arada yazıya öyle dark bir yerden başlayıp daha dark yerlere taşıdım ki, yakaladığım umut kırıntısı ve nihayetinde tünelin ucundaki ışıkla dahi kapatırken zorlandım. bir daha hiç böyle belirsizliklerle denenmemek dileğiyle diyelim, bu da son cümle olsun madem.

15 Aralık 2014

[Küflü Börek Kokusu.]

Ruyalar vardir hani, onlari gormek istediginiz, onlara uyanmak istediginiz gunlerin ruyalari...

Bir zamanlarinizin ruyalari, kabusa donusuverirler bir gun. Kalp kirilmaya en once ruyalardan baslar. Ruyalarin tersinin kabus olmadigi gunlere uyaniverirsiniz bir sabah.

Ruyaniz, kabusunuz olmustur artik.

Uyanali tam 12 saat oldu ama dun gece gordugum o ruya/ruyanin tersi/kabus hala kanimi donduruyor.

Kalp kirikligi en once ruyalardan basliyor da, en son nasil insani kendine birakiyor?

Kendini bos aniniza denk geldiginde firinin icinde unutulmus borek gibi kirk yilda bir animsatan kuflu borek kokusu. Gelme artik, ruyalarimda bile duymak istemiyorum seni.

25 Mart 2014

[Bad wolf of some sort.]

Bazen yataga uzanip gozlerimi kapattigimda basim donuyor, kulaklarim ugulduyor. Gozlerimi acmasam sanki uyurken bayilacakmisim gibi bir his, midem bulanmiyor ama sanki bir yandan da kalbim midemde gibi. Cok cok seyrek oluyor, belki birkac ayda bir. Sanki cok yemek yemisim de, uyku tutmayacak gibi. Sanki cok guzel bir film izlemisim de, acikli bitmis gibi. Durduramadigim, beni korkutan birkac dakika. Iste o anlarda nedense kendimi cenin pozisyonunda buluyorum. Sanki kollarimi kavusturup yana cevirdigimde, bir omzum yataktayken guc alabilecekmisim. Sanki uzerimdeki o kotu enerjiyi odaklayip tek bir yanimdan atmak daha kolaymis.

Birkac gundur surekli boyle hissediyorum. Ama bu sefer kalp, mide, omuz ve bas dortgeninde degil de, zihnimin arka bahceleri, kalp ve goz cevremde kendini hissettiriyor. Zihnim mesgul kaldikca, kalbime bir agirlik cokuyor. O agirligi da gozlerim tasimaya calisiyor. Neredeyse bir bucuk aydir son derece duzenli olan uyku duzenim biraz sarsilmis gibi, gec saatlere kaliyorum. Dizi film izliyor, kitap makale okuyorum ama ne fayda. Zihnimde bir yerde takilip kalan o his twit atarken, gundemi okurken bile arka fonda.

Korkmuyorum degil.

Hayirlara yazsin.

06 Haziran 2013

[Dunya Duzeni v. Hayat Akisi: Ultimate Vicdan.]

Hersey ayni anda oluyor cok ilginc bir kafa bu. tipki james cameron'un dedigi gibi. Titanic'in neden bu kadar sevildigini soyle acikliyor cameron: dunya, kocaman bir titanic'ten ibaret. Her ne kadar kaldigimiz katlar arasinda arada kilitli kapilar olmasa da maalesef bu dunyada birinci siniflarin dunyanin felaketlerinden en az zararla kurtulduunu, en buyuk zarari ucuncu sinif yolcularin aldigini biliyoruz. Ustelik tum buzdagi uyarilari birinci sinif yolcularin hakim oldugu gruba gelip, onlar unursamadan yerlerinde otururken buyuk kiyimda en cok gidisattan haberdar dahi olmayan ucuncu siniflar etkileniyor. Iste dunya duzeni boyle olmaya devam ettikce, insanlar titanic'i sevecek, cunku hayatin ta kendisini onda bulacaklar.

Daha ne kadar guzel anlatilabilir ki?

Doctor'un dedigi, dun de yazdigim gibi there's something wrong about time. Her zaman olmasini bekledigimiz seylerin ne kadar ufak oldugunu fark etmek apayri. Elbet ki takip ettigim dizilerin yayindan kaldirilmasi beni oldurmez. Ama bekledigin seylerin onem teskil etmedigi, bir konu haric herseyin vicdan azabi yarattigi su gunlerde, hayat devam ediyor. Nasil insanlar islerinden cikip parka gidiyorsa, diziler yuklenmeye, sevdigim oyuncular yerini baskalarkna birakmaya, beni aglatan o meshur film televizyonda oynamaya devam ediyor. Bense izlemekle izlememem arasinda, merakla vicdanin yolumu kestigi bir kavsakta, bagira cagira evin icinde humeyra sarkilari soyleyip kendi kendime doctor'un gittigine inanamiyorum diye fisildiyorum. Vicdanim diken ustu, yazacagim kelimeler bloga yonlendirilmis, twitter'dan uzak.

Zamanin sorunu ne peki? Doctor'un aciklamasina gore there are fixed points in time. They must happen. They must. They. Must. And if you prevent those points from happening at all, then all the time starts to happen at the same time. The time stops at a certain point but moves forward to a future. A future with dinasours, roman soldiers, flying cars and winston churchill where the clock shows the exact moment that a fixed point should've occurred. Bu halde bizim fixed point'imiz ne? Gezi olaylari -evet hukumet boyle tanimladi- nereye kadar gidecek? Hukumet geri adim atacak mi? Yoksa hukumet dusecek mi? Ya da kisin karinda yine gaz haberleri mi alacagiz? Ne olacagi bilinmez, ama bence geri adim atmadikca, o yesil alan rant sahipleri tarafindan rahat birakilmadikca, so called gezi olaylarina devam.

Peki ayni anda hayat yasanirken vicdanimizla nasil yasamaya devam edecegiz? Kendimizden gizli hurrem izleyerek mi? Edip akbayram'i bir sureligine degistirerek mi? Nedir?

Bilmem. Hic dusunmedim. Aklimda cimenlere yayilip kitap okumak var bu hafta sonu. Insallah ve bu geceki huzurlu duruma masallah.

05 Haziran 2013

[Wish.]

There's something wrong with time. Uzun uzun gezi parki hakkinda yazacagim, ama once olaylari takip etmekten vakit bulmam gerekiyor. Bugun kisaca sunu yazmak istedim. There's something wrong with time.

Uyuyamiyordum. Simdi ise yeni olayim surekli uykumun gelmesi. Hayir, sadece bir suredir tiroid ilacimi aksattigim icin olamaz bu. Aksam dokuzda sizmam normal degil. Hele de dun gece beni bogan oksuruk ve enteresan ruyalar... Basima agrilar girdi tum gun. Deli olacagim. Ulkemde ortalik karisik evet, saniyorum ki tum bu karisiklik zihnimi de vurdu beni deli etmeye calisiyor. Tanrim sen beni benzer bir geceden koru. Hayatimda marketten aldigim plastik bardak kiymetinde olan insanlar -evet boyle bir kategorim var. bu insanlar ki kalbimi kirip nefretimi kazananlar, bu insanlar ki zamanla nefretimi de kaybedip siradan bir esyayla ayni konuma dusenler- ruyalarima girmesin lutfen. Onlarin yonlendirmesinden tut da duasina bile ihtiyacim yok. En nihayetinde plastik bir bardak onlar. Ne eksik ne fazla. 

Bir de lutfen bu basagrisi bitsin. Deli olacagim. Gecmiyor. Ince ince sizliyor yokluyor ve kati surette gecmiyor. Ya sabir. Ofisin arkasindaki insaat gurultusunden kaynaklaniyor sanmistim ama degil, hep orada sessizligin icinde dahi cinliyor bu agri. Lutfen git artik... 

Bu arada buffy'nin kulagi cinlasin. Yazisinin basligi ayni zamanda bir buffy bolumudur. 

Bunlar disinda iyilik saglik kismet. I'll be back with more. Insallah. 

02 Mart 2013

[Uykuya Mecal.]

Cok uykum var. Oyle ki gozlerim aciyor karanliga acinca bile. Oyle ki konusmak icimden gelmiyor, mecalim yok.

Gozlerimi kapatiyorum. Uyuyamiyorum. Ruhum elvermiyor. Canim istemiyor. Icimde bir ofke hali, ruhumda uykular aleminin savunmasizliginin korkusu, zihnimde yapilacak seyler. Gozlerim yanarak yaziyorum ancak.

Neden?

Bilmek istemiyorum.

Ama soylemek lazim:

Bu havalarda bir gariplik var.

26 Aralık 2012

[Post-19 Aralık haftası.]

Gozlerimi acabiliyorum ve ellerim titremiyor. Bu iki eylemi gerceklestirmek oyle imkansizdi ki, gercekten olmek istedim. Olmek ve dinlenmek.
Hayatimda hic boyle hasta olmamistim. Hersey sali aksami basladi. Atesim yukseldi ama kolonya el yuz yikama derken dustu. 


Sonra carsamba sabahi atesli uyandim. Hani atesten cok sicak geldigi bir noktayla, dislerin takirdamaya basladigi bir nokta vardir. Asagisinda yukarisinda o noktanin, ekseniniz sarsilir. Uyandigimda sicakti iste. Sut biskuvi. Oglene dogru yine dustu, ise bile gittim. Corba. Oyle iyiydim ki. Is guc derken, aksam yedi bucuk gibi ciktim yanlis hatirlamiyorsam. Sonra bir sure taksi bekledim. Noolur noolmaz birkac belge hazirlarken, carsamba gecesinin oyle gececegini hic beklemiyordum. Pirinc corbasi. Dusa girdim isinmak icin, isinamadim. Ve muthis titreme basladi. Ilac aldim almasina ama, dusmuyordu iste. Kardesim bizimkilerle telefonla konustu, en azindan bacaklarima, kollarima su tutmaya karar verdiler. Daha once bayildigim olmustu, ama hic boyle hissetmemistim dogrusu. Dizlerim benden ayri titredi. Bir sure o banyodan cikamadim titremekten. Salona vardik. Yine dusmedi. Hayaller aleminde kardesimin elinde beyaz tulbent ve makas. Yazarken urperiyorum. Salonda o soguk ve islak tulbentlerle ne kadar yattim bilmiyorum. Ama, bir sure sadece usumek istedim. Titremekten oyle yorgundum ki, usumeyi kabul ettim adeta. Pirinc corbasi. 

Persembe sabahi annemin telefonuyla uyandim. O sabah sesim gitti once. Pirinc corbasi. Ilac. Savdigimizi sandigim ates yine hapsoldu bana. Dusmedikce usumeye alistigimi hissettim. Basim bir kazan. Oglene dogru dustu, ogleden sonra yine baskin. Titremekten dudagimi kanatmisim, ertesi gun oylesine sismis ki, kapatamiyorum. Persembe gecesi. Ufak carsamba. Yukselen ates. Beyaz tulbentler, kesif limon kolonyasi, gargara, ilaclar, vitamin haplari. Ruhum sikiliyor artik. Bedenen degil, ruhen yoruldum. Duzelmiyor, duzelemiyorum. Neden? Neden? Neden? Ilac almadikca bas gosteren hastalik. Yirmilik disim, bogazim. Yemek yiyemiyorum. Ilac icin yemek yemem lazim. Yemem icin agzimin acimamasi. Acimamasi icin ilac almam. 6 potibor biskuvi, hem de tam yarim saatte. Oglene dogru yine atesli uyanmak. Geceler boyu her saat basi yutkunarak gozlerini acmak. Acim. Ama yiyemiyorum. Delirecegim. Cuma gunu babam geldi. Bir tane suboregi. Yutkunurken agliyorum. Artik ac degilim. Yemek yemek canimi yakiyor. Sadece ilac alip uyumak istiyorum. Atesim geri cekildi. Ama bogazim, agzim, disim, dudaklarim beni olduruyor. Iyi hissediyorum hissetmesine ama, ilac almayinca degil yutkunmak, su icemiyorum. Gozlerimden yaslar akiyor. 4 patates parcasi, 4-5 tavuk ile bir kasik yogurt. Tokum. Ama yutkunmak aci veriyor. 

Cumartesi. Evde temizlik var, babam kadini karsiladi. Kendimi uykumdan acmayi basardim, malzemenin yerini gosterdim. Ama uyku uyku degil ki zaten. Boluk porcuk, oraya buraya donerek, artik iyi uyanmak istiyorum diye bir feryat. Kadin elektrik supurgesinin yerini sordu. Bakin orada dedim, babamla konustular bir iki cumle, ayakta duramadim, yatagima oturdum. Kadincagiz neredeydi supurge dedi, odamin icindeki ayakucumdaki o minik balkonun onune gidemedim. Yatakta bos bos baktim, isaret edemeden babam yataga yatirdi beni. Ilac ve bol su. Midemi delmedigim bir gun daha. Ogleden sonra gozlerimi acabildim. Uyanmisken hemen sut biskuvi. Salona gectim, orada uyumusum biraz daha. Gecmeden yeniden ust bas degisikligi, atesim yuksekce, ama sabit. Inmiyor cikmiyor. Sadece ellerimi usutuyor. Dudagimsa yara oldu. Aksam et yapti babam, bense ayaklanip pilav bile yaptim. Eti cignemeyi gectim, agzima atarken dahi canim yandi. Bir tek bonfile etten iki catal aldim, yarim kibrit kutusu. Yemeye calisirken, yiyemedigim icin agliyorum. Pilav. Annemden kargo geldi. Kek, pogaca yollamis. Gozum gormuyor. Keki yemeye calissam yine canim yanacak, yine olmayacak, dokunamiyorum. 

Pazar. Sut biskuvi. Atesle uyandim, ama hemen dustu terle birlikte. Biskuviyi bitiremedim cunku yutkunamiyorum. Ilac alip agrim gecsin oyle dedim. Sonuc: 4 kasik daha. Cay dudaklarimi yakiyor. Iliklasinca da yirmiligime dokunmadan hicbirseye gecit vermiyor sanki bedenim. Aksamustu, yumusak olur diye kofte patates. Bir tane kofte yemem 8 parca keserek oldu. Agliyorum. Ikinciyi yarida biraktim. Bir tane patates dilimi, sonra bir de yarim patates dilimi. Bu boyle olmaz dediler. Sekerli yogurt. Bir kasenin ancak yarisi. Gozlerim acildi biraz olsun saniyorum. Mandalina geldi bir tabak. Daha once bir tane yiyebilmistim cumartesi. Iki tane koymuslar caktirmadan. Agzima bir tane dilim attim. Eksi degil, ama suyu genzimden gecerken dagladi adeta. Sabah portakal suyu icerkenki gibi, agliyorum. Iki mandalinayi tam bitiremesem de yemem 1,5 saat surdu. Vitamin diye bir de muz getirdi babam. Onu da yine aglayarak, 45 dakikada yedim. Ilac icerken hap canimi yakiyor. Dudagimin yarasi gecmedi. Dudagim sis, kapatamiyorum. Ne zaman sonlanacak bilmiyorum. Ama delirmek uzereyim. Gece ile ilgili sevdigim hersey beni boguyor. Uyuyamiyorum. Yatakta huzuru bulamiyorum. Film izleyecek kadar enerjim olmadigi gibi, yazi yazmak icin hafizam yerinde degil. Gecenin sessizligi gargara fisfislariyla dolu, yutkunmaya calistikca ah diye mirildanan sesim yirtiyor sessizligi... 

Pazartesi sabahi. Berbat bir sabah. Ilac alip hastaneye gidecegiz. Bogazimdan ses cikmiyor, oylesine sis. Kbb'ciye gidiyoruz, belki sesim nefesim gelir diye. Ama sanmiyorum, gelecek gibi degil. Babam kolumda, yigilip kalacaksin bisiyler yemelisin kizim diyor. Yiyemiyorum ki. Ses ve nefes cikmazken, yemek nasil gecer o bogazdan ki? Gecmeyecegine karar veriyorlar. Yari bayginim, yavas yavas hissediyorum tansiyonumun ciktigini. Umit basliyor icimde sanki. Derken igneler, derken daha cok ilac vitamin ve gargara. Biraz atesim cikiyor aksamustu ama, iyi gibiyim. Iki kase corba ictim bugun. Ustelik aglamadan. Bogazim oldurmuyor. Can yakma seviyesinde. Bir tane muz. Yarim mandalina. Duzeliyorum galiba. Ama dudaklarim sis ve yarali. Ates, beni titretirken, vucudumu kavurup gecmis. Agrilarim dindikce fark ediyorum ancak. Dilerim yarin guzel bir gune uyanacagim. Daha da guzel bir gune. Ne olur.

[Salı günü yorgun ama güzel bir güne uyandım. yataktan kalkmak acı vermedi. ateşim öğlene doğru çıkmadı. yemek yemek, canımı yakmadı iyileşiyorum, biliyorum. ve çarşamba, işe geri dönebildim dostlar.]

11 Aralık 2012

[Dream-like State.]

dün akşam rüyamda neler gördüm bilmiyorum. ama sabah uyandığımda sol elimin içinde tırnak izleri vardı. üstelik parmaklarım uyuşmuştu. korktum mu rüyamda, yoksa öfkelendim mi, üzüldüm mü bilemiyorum. hatırlamıyorum. ama fiziksel olarak beni böyle etkileyen bir şeyi hatırlayamamak beni hayrete düşürdü doğrusu. tabii bir yandan da hoşuma gitti. yok, hatırlayamamak hoşuma gitmedi, zihnimde olan birşeyin fiziksel olarak beni etkilemesi hoşuma gitti. tabi aslında hoşuma da gitmedi de, izlediğim birkaç diziyi hatırlattı, karakterlerin kulağını çınlattım sempatik oldu. yoksa 'that vision thing' bölümündeki cordelia'nın yaşadığı ile benim uyuşmuş elim arasında en ufak bir benzerlik olmadığı gibi (zavallı cordelia'yı bilimum demon'lar yaralıyordu hatırlatmak gerekirse) kabusundaki alevin yaktığı henry ile de bir bağlantım yok çok şükür. düşündüğümde sadece bir grin yüzüme yayılıyor hepsi bu.

dream-like state'i fascinating bulmakla birlikte, insan beyninin işleyişini herhalde tüm bilimadamlarından daha çok merak ediyorum.

08 Kasım 2012

[İç ses v. Hafıza: Huzursuzluğun Anatomisi. Gibi.]

Hemen hemen bir aydir -yoksa bir bucuk mu desem- icimi kaplayan huzursuzluk en sonunda terk etti. Aklimin kosesinde sessiz sessiz beni kemiren o sacma his, kendisine alismaya calistigim, susup gitmesini bekledigim veya derdini anlatip huzur bulsun artik dedigim o cilgin his bir suredir icimde yok. Bi 10 gundur filan galiba. Yok, kalmamis. Ustelik yeni fark ettim. Belki de bir suredir fis fis uyumam ondan, huzura erdim kim bilir? Ama yine de daha ilginci, bu hisse alismis olmak, gittigini bile dusunmeden fark edememek oldu. Hani insan surekli kafasinda kurar ya ne oluyor, ne oluyor, ne oluyor simdiiii diye, demek ki kafamizin icindeki sese de alisiyor, onu duymaz oluyoruz bir sure sonra. hem cok aci, insanin kendi sesine alisip onu duymamaya baslamasi, hem de it's good for the soul. if only we could hear and remember everything our guts told us... It would be unbearable. Neyse efendim, boyleyken boyle, kayitlara gecsin istedim. O muthis doctor who tarzindaki cilgin huzursuzluktan kurtuldum. oh be. artık tek huzursuzlugum doctor who'nun christmas special bolumu olsun insallah.

16 Eylül 2012

[Benim neyim var anlayan beri gelsin!]

perşembeden beri kendimi kötü hissediyorum. neden olduğuna dair bir fikrim de yok üstelik. ama neyseki hep kötü değil, bazen kötü şeklinde ilerliyor bu halim. üşüyorum mesela. çok üşüyorum. ellerimin titremesinden kitapçıda elimdeki kitabı düşürdüm. oturunca gayet iyi oluyorum. ama kalkma anı geldiğinde gözlerimde öyle büyüyor ki, bir sonsuzluk boyunca oturmak geliyor içimden. uyanıyorum mesela, saat öğleden sonra üç. tamam, geç yatmışım ama yine de dingin kalkmış olmam lazım normalde, yok, olmuyor. halsiz kalkıyorum yataktan. öyle yorgun hissediyorum ki kahvaltı için demlediğim çayı almak için kalkmıyorum mesela. takside elimi alnıma koyup uyumak geliyor içimden. sonra eve geliyorum, uykum gelmiyor, yazı yazıyorum. yatıyorum yatağa, bir iki saat sonra uyanıyorum. uyuyorum, tekrar uyanıyorum. uykumun gelmemesi gibi bir insomnia değil bu seferki, yatıp uyanmakla geçen bir huzursuzluk. sabah uyanıyorum, sevdiklerimi arama ihtiyacı duyuyorum. sanki bilmediğim birşeyler oluyor da bana yansıyor gibi. midem ağrıyor. 2 gece öncenin alkolünden,  bol limonlu midyesinden de değil üstelik. dizlerim titriyor evin içinde dolaşıp ortalığı toplarken. kulaklarım uğulduyor. düşünüyorum, heralde tansiyonum yükseliyor diye. kendimi dinliyorum oturup. ama yok, tansiyonum çıkmadığına da eminim. hiç yükselmez ki oldum olası. acıkıyorum mesela. yemek söylüyorum, ama şu an yemeğin gelmesini beklerken yemeği düşündüğümde, içimden yemek gelmiyor. ama kendime zorla yedireceğim biliyorum. çok garip. bu aralar birşeyler mi oluyor? yoksa ben hasta mı olacağım? hasta mıyım yoksa mesela? çözemediğim bir silsile. hayırlara yazsın.

bak yemek geldi şimdi. dizilerim titreyerek kalktım yerimden. düşündüm bir an, bayılsam şamataya bak şimdi diye. neyse, yemeğim ve doctor who yeni bölüme dönüyorum. dediğim gibi, hayırlara yazsın.

08 Ağustos 2011

[Comet IKHBH.]

var. biliyorum. sadece bazen emin olamıyorum. öyle acı birşey ki aslında. orada bir yerde ama dokunamıyorum. sadece değiyorum, çarpıyorum onun parçalarına. ona varmaya çalışırken. oturup dinleniyorum. tıpkı bir kuyruklu yıldız misali. ana yıldıza varıncaya kadar toz bulutunda kalıp nefes almaya çalışıyorum. önceleri cezbediyordu o toz bulutu beni. ışığına kapılmak, soluk soluğa uçmak ordan oraya. ta ki anlayıncaya kadar hiç bir taşın, yıldız olmadığını, yıldızdan bir parça bile olmadığını. anlayıncaya kadar onun etrafında dolaşan, ona kapılmış, onun yolunda taşlar olduğunu. bak bunu da biliyorum. ama o içimdeki isteğe engel olamıyorum. sanki öyle bir yıldız bulacağım ki ben, önce minik çakıl taşlarına dokunacağım, sonra o taşlar birleşip tıpkı bir platform gibi beni ona taşıyacak. ya da tıpkı bir gezegenin doğuşu gibi, o minik taş etrafında oluşacak bütün kuyruklu yıldız. her seferinde avcumun içine alıyorum o minik taşı. her seferinde sevgi dolu gözlerle bakıyorum, hadi, götür beni ona. hadi onun bir parçası çık. çıkmadılar henüz. çıksa herşey ne kadar güzel olacak, herşey yeni bir solukla, yeni bir atmosferle biçimlenecek. ama çıkmadı. çıkmayınca kirli bir atmosferde, nefes almak için boşluk yaratmaya çalışıyorum. düşün düşün düşün. o deliği açıyorum. uzayın boşluğuna süzülüveriyorum. ama ben delip geçmek istemiyorum artık. bir üç beş on, istemiyorum.kafa kafaya çarpmak istiyorum galiba ona. dağılalım istiyorum. sonra bütün parçalarımız havada savrulup tek parça olsun. başka yıldızlar bize baksın. dünya bizi izlesin. --bakmasın, izlemesin tamam, ama yeter ki onunla çarpışayım. çünkü gezerken koca uzayda, enerjim tükenmeye başladı. bitmez o enerjim, inanıyorum çünkü. ama daha fazla eksilmesin. yoksa hiç emin olamam. oysa var. biliyorum. sadece emin olamıyorum.
haydi, inandır artık beni.