30 Temmuz 2012

[22 Temmuz 2012, Cordoba - Sevilla.]

Bugun erkenden yola koyulma gunu, onumuzde saatler suren bir yol var resmen. Saat 8.30'da yola koyulan bunyeler tabii ki de dun gecenin mutlulugu ve yorgunlugu uzerine bir guzel uyudu. Yolda mola verme zorunlulugu (ki cidden zorunluymus ab kurallarina gore) ve grup teyze amcalarinin surekli bir entrika cikarmasi cercevesinde gergin anlara kulaklik takip uyumaya giristik biz. Ama arada tabii ki turistik turlarimiza ara vermedik. Bugnku duragimiz cordoba'ydi. Cordoba andaluci'nin baskentiymis. Pek birsey olmadigini gonul rahatligiyla soyleyebilirim aslinda. Oglen bir tapas cafe'de durup karnimizi doyurduk. Esas gidilmesi gereken -yok yok, tek gidilmesi gereken yere girdik- cordoba camii'sine girdik. Boyle bir sey olamaz sayin seyirciler! Cok cok guzel anlatmam mumkun degil. Icinde yuzlerce sutun (1500 kusurdu galiba) ve bir o kadar sutunun tuttugu arc'larla kendimizden gectik resmen. Sonrasinda otobuse yetisip gunun nihai hedefine dogru yola koyulduk: Sevilla.

Bir yaz okulunda hocamiz soyle demisti paris'te: "bu dersten hic bir sey ogrenmeyecekseniz sunu bilin, sevilla cok guzel!" Otele vardiktan sonra oturduk haritanin basina, ince ince calistik ey dostlar! Otelden cikipp panaromik tura bugunden baslamaya karar verdik, boylece ertesi gun sabah dokuzda yollara dusmeyip uyku araligini dolduracaktik oooh. Velhasil otobuse binip indikten sonra basladik yurumeyeeee.

Buraya cilgin yorumlarimi girdim biraz once ama mal gibi sildim. Ama tekrar yazarim hic usenmem. Merkeze giden otobusteyken soyle ulvi birsey oldu. Gercekten oldu evet. Bir tane ekran koymuslar otobuse, sehirden haberler veriyor. Biz de baktik acaba hava kac derece olucak filan diye. Ama o an, ekranda Titanic: The Exhibition yazisi belirdi, ciglik attim!!! Daha birkac saat once amerika ve ingiltere'ye gitmeliyim cunku tum muzeleri orada demistim. Allahim kalbim temizmis yarebbim. Tum mal varligimi orada vermek istiyorum, herseyi almak istiyorum. Her. Seyi. O ilani gorunce ne kadar mutlu oldugumu anlatamam, beni bilen bilir. Ama su kadarini soyliyim tanimayanlar icin ve hatta for the record, sagrada familia'ya gitmem, buraya giderim arkadas! Oyle bir sevgi besliyorum ki ilan cikinca sakir sakir anlamaya basladim ispanyolcayi daha ne diyim! Barcelona maritime muzesi, bekle beni geliyorum anacim. Oooh.


Plaza de espana'ya vardigimizda resmen buyulendim yahu. Cok cok cok guzel bir yer anlatmakla bitmez bence. Rengarenk bina, etrafinda kanallar ve icinde kayikla gezenler, arka fonda faytonlarin tikirtisi ve gun isiginin vurdugu binada turuncu kizil bir parlaklik. Mekandan ciktiginizda ( ziplayan fotograflardan sonra tabii ki!) Central park vari bir parkin icinde alabildigine yuruyorsunuz, tevekkeli degil sevilla'lilar huzuru bulmus anacim! Neyse basladik sehir merkezine yurumeye, santa cruz'a vardiiik. Sokak sokak gezdik efendim. En son bi cafeye oturduk, yerel baldir eti yemegini (valla adini bilemedim su an) ve sangria'lari guplettik. Bulgaristan gocmeni turk asilli garsonumuzdan tum gece haberlerini aldik, ogrendigimiz barlari teyit ettik. Velhasil bizi yonlendirdigi bar on numaraydi! Ickisi mickisi uyduruk olmakla birlikte (en populer ickisi cin kola breh breh breh, ellerde siseler hosgeldin lise partisi stayla) ortam iyiydi. Yalniz ispanyollar dedikoduyu seviyorlar buna kanaat getirdim cunku muhabbetten massallah dansi bile unutuyorlar, except the cocuk at the top of the loca. Dios mio. Ayri paragraf acayim the loca danscisini otele getirdigim sanilmasin, o tanri gibi suzulmek icin yaratilmisti valla, not suitable for us, the mortals.


Burdan da cikip keyifli geceyi taksiyle yollara dusup otelimize donerek sonlandirdik. Temizligin suyun muthis huzuru ve kana karisan sangria uykuya yatirdi beni. Sabah bambaska bir gune uyanip basladik gezmeye. Arkasi yarin.