Bugun erkenden yola koyulma gunu, onumuzde saatler suren bir yol var
resmen. Saat 8.30'da yola koyulan bunyeler tabii ki de dun gecenin
mutlulugu ve yorgunlugu uzerine bir guzel uyudu. Yolda mola verme
zorunlulugu (ki cidden zorunluymus ab kurallarina gore) ve grup teyze
amcalarinin surekli bir entrika cikarmasi cercevesinde gergin anlara
kulaklik takip uyumaya giristik biz. Ama arada tabii ki turistik
turlarimiza ara vermedik. Bugnku duragimiz cordoba'ydi. Cordoba
andaluci'nin baskentiymis. Pek birsey olmadigini gonul rahatligiyla
soyleyebilirim aslinda. Oglen bir tapas cafe'de durup karnimizi
doyurduk. Esas gidilmesi gereken -yok yok, tek gidilmesi gereken yere
girdik- cordoba camii'sine girdik. Boyle bir sey olamaz sayin
seyirciler! Cok cok guzel anlatmam mumkun degil. Icinde yuzlerce sutun
(1500 kusurdu galiba) ve bir o kadar sutunun tuttugu arc'larla
kendimizden gectik resmen. Sonrasinda otobuse yetisip gunun nihai
hedefine dogru yola koyulduk: Sevilla.
Bir yaz okulunda hocamiz soyle demisti paris'te: "bu dersten hic bir sey
ogrenmeyecekseniz sunu bilin, sevilla cok guzel!" Otele vardiktan sonra
oturduk haritanin basina, ince ince calistik ey dostlar! Otelden cikipp
panaromik tura bugunden baslamaya karar verdik, boylece ertesi gun
sabah dokuzda yollara dusmeyip uyku araligini dolduracaktik oooh.
Velhasil otobuse binip indikten sonra basladik yurumeyeeee.
Buraya cilgin yorumlarimi girdim biraz once ama mal gibi sildim. Ama
tekrar yazarim hic usenmem. Merkeze giden otobusteyken soyle ulvi birsey
oldu. Gercekten oldu evet. Bir tane ekran koymuslar otobuse, sehirden
haberler veriyor. Biz de baktik acaba hava kac derece olucak filan diye.
Ama o an, ekranda Titanic: The Exhibition yazisi belirdi, ciglik
attim!!! Daha birkac saat once amerika ve ingiltere'ye gitmeliyim cunku
tum muzeleri orada demistim. Allahim kalbim temizmis yarebbim. Tum mal
varligimi orada vermek istiyorum, herseyi almak istiyorum. Her. Seyi. O
ilani gorunce ne kadar mutlu oldugumu anlatamam, beni bilen bilir. Ama
su kadarini soyliyim tanimayanlar icin ve hatta for the record, sagrada
familia'ya gitmem, buraya giderim arkadas! Oyle bir sevgi besliyorum ki
ilan cikinca sakir sakir anlamaya basladim ispanyolcayi daha ne diyim!
Barcelona maritime muzesi, bekle beni geliyorum anacim. Oooh.
Plaza de espana'ya vardigimizda resmen buyulendim yahu. Cok cok cok
guzel bir yer anlatmakla bitmez bence. Rengarenk bina, etrafinda
kanallar ve icinde kayikla gezenler, arka fonda faytonlarin tikirtisi ve
gun isiginin vurdugu binada turuncu kizil bir parlaklik. Mekandan
ciktiginizda ( ziplayan fotograflardan sonra tabii ki!) Central park
vari bir parkin icinde alabildigine yuruyorsunuz, tevekkeli degil
sevilla'lilar huzuru bulmus anacim! Neyse basladik sehir merkezine
yurumeye, santa cruz'a vardiiik. Sokak sokak gezdik efendim. En son bi
cafeye oturduk, yerel baldir eti yemegini (valla adini bilemedim su an)
ve sangria'lari guplettik. Bulgaristan gocmeni turk asilli garsonumuzdan
tum gece haberlerini aldik, ogrendigimiz barlari teyit ettik. Velhasil
bizi yonlendirdigi bar on numaraydi! Ickisi mickisi uyduruk olmakla
birlikte (en populer ickisi cin kola breh breh breh, ellerde siseler
hosgeldin lise partisi stayla) ortam iyiydi. Yalniz ispanyollar
dedikoduyu seviyorlar buna kanaat getirdim cunku muhabbetten massallah
dansi bile unutuyorlar, except the cocuk at the top of the loca. Dios
mio. Ayri paragraf acayim the loca danscisini otele getirdigim
sanilmasin, o tanri gibi suzulmek icin yaratilmisti valla, not suitable
for us, the mortals.
Burdan da cikip keyifli geceyi taksiyle yollara dusup otelimize donerek
sonlandirdik. Temizligin suyun muthis huzuru ve kana karisan sangria
uykuya yatirdi beni. Sabah bambaska bir gune uyanip basladik gezmeye.
Arkasi yarin.