09 Temmuz 2012

[Üç Maymun: Aşk Acısının Anatomisi.]

o sabah erkenden uyanıp annemin alarmlı saatini kapattığımı hatırlıyorum. hani erkenden uyandım, bir kere daha uykuya dalmam ya, alarma gerek yok demiştim. ama olan oldu ve uyandığımda yaklaşık yarım saat geç kalmıştım. fakat bulvarda oturuyorduk ve servis karşıdan geçerken servise yetişecek şekilde evden çıktım, o telaşla kahvaltı edemedim. sonra tam kaldırıma doğru çıkarken ayağım takıldı paaat diye düştüm yere. hani insan düştüğü zamanları hatırladığında abartarak anlatır ama yok, ben cidden çok kötü düştüm. serviste otururken düşmüş olmama, o alarmı kapatmış olmama kızdığımı hatırlıyorum. meğersem farkında olmadan ağlıyormuşum ellerimi yumruk yapmış halde. birisi mendil verdi sanıyorum, dizlerimin kanını sildim biraz olsun. yok dedim, canım yanıyor yanmasına ama esas sinirimden ağlıyorum. okula vardığımızda sinirim dinmemişti ama ağlamam çoktaaan geçip keyfim yerine gelmişti. tek sıkıntım revire gittiğimde o batikonlu pamukla yaşadığım çileli dakikalardı o derece. sonra sabah zili çaldı, tören için toplandık, günaydınlaştık ve müdire hanım kürsüye çıkıp kısacık bir konuşma yapmaya başladı. ne hakkında konuştu hatırlamıyorum, hatırlayamıyorum. zaten hatırlamam da biraz sonra anlatacağım olaydan dolayı pek mümkün değil. müdire hanımın kürsüye geçtiği dakika birşey oldu bana. hani ekşisözlükte ve bilimum filmde geçer ya, zamanda bir kayma oldu sanki. birisi görünmez bir çekiçle başıma vuruş gibi bir ağrı girdi başıma. kendi kendime neden başım ağrıyor, benim hiç başım ağrımaz ki dedim. sonrasında kürsüye bakıp daha ne kadar sürecek bu konuşma dediğimi hatırlıyorum. sonra kürsüyü görememeye başladım, 1 kürsü, 2 kürsü, 3, 4, 5 -korkunç bir baş dönmesi beni sarsıyordu ama ağzımı açamıyor, birşey oluyor yardım edin diyemiyordum. zaten söyleyebilsem de kimsenin beni duyacağına inanmıyordum. çünkü son kez sendeledikten sonra artık sesler bana ulaşmaz oldu. dudakların hareket ettiğini görüyor, arkadaşlarımın güldüğünü görüyor, müdire hanımın inatla konuşmasını sürdürdüğünü görüyor ama hiç birşey duyamıyordum. uzaktan homurtular şeklinde gelen sesler, yerini bir parodiye bıraktı önce. dudak okumak isterdim dediğimi hatırlıyorum bir saniye için, ama sonra gördüğüm birkaç kürsü kayboldu, önümdeki kişinin omzunu dahi göremez oldum, heryer minik beyaz noktacıklarla kaplandı. ağzımdan sadece "başım.." kelimesi çıkabildi, heryer karardı.
önce görüntüler geri gelmeye başladı. başımda tanıdığım tanımadığım bir sürü insan toplanmış endişeyle yüzüme bakıyordu tabii. odaklamaya çalıştım, gözlerimi ışıktan kaçırdım olmadı, sonra kırparak netledim herşeyi. neler olduğunu düşünüp kavramaya çalıştım. sonra sesler geldi geriye. sınıf öğretmeni anneme haber vermek istedi, doğruldum, "iyiyim gerek yok ki" dedim ama gerisin geri yatırıldım, itiraz etmedim. sonra sesleri ayırt etmeye başladım. sesler ve görüntüler yerine oturdu. türk usülü tuzlu ayranlar geldi filan. ayy kötü düşmüş tabii belki de ondan dedikodusu döndü. velhasıl tansiyonum düştüğü için bayıldığım ortaya çıktı, endişeler ve yüzlerdeki bulutlar ortadan kalktı, annemi aramadık bile filan o derece. (gerçi pencereden servise yolcu ederken düştüğümü görünce atlayıp gelmişti, bir de neler olduğunu öğrenince yüreğine inmişti ama olsun)

bugün sesler ve ruhlar üzerine sohbet ederken aklıma bu anım geldi işte. çünkü dün gece masumiyet müzesinin kataloğu bir kenarda kitabı tekrar gözden geçirirken aşk acısının tanımını okudum ve benim yapacağım tanımı düşünürken buldum kendimi. midede başlayan, kalbi zorlayan, tüm vücudu boğan, ağrılarla saran bir illet olarak anlatılan aşk acısı tanımı güzeldi elbet. ama sanıyorum ben bir tanım yapsaydım vücuttaki rahatsızlıkları aşk acısından ayırırdım. yatağın içinde kıvrılıp yatarken tüm vücudum uyuştu evet, gözlerim acıdı ağlamaktan, gözaltlarım çöktü ağlamadan duramamaktan, zayıfladım ve uyuyamadım kavuşamamaktan ama bunlar apayrı şeyler, yansımalar...

buffy'de dark willow buffy acil serviste ölmek üzereyken gelip, çılgın mojo'suyla tüm elektronik aletleri bozmuş ve elinin tek hareketiyle buffy'i öldürmek üzere olan kurşunu çıkarıvermişti. sonra bu kurşunu eline alıp, bu kurşun gibi minicik bir metal parçasının hayatının aşkını kendisinden aldığını düşündü, gözleri bulutlandı bir an için. şöyle dedi warren'a: " One tiny piece of metal destroys everything. It ripped her insides out ... took her light away"  

işte kalbimin kırıldığı, tıpkı o küçük metal parçası gibi içimi parçalayan günü/günleri unutmuyorum. baştan sonra, herşeyiyle hatırlıyorum. üstelik yazmama gerek yok, her zaman hatırlayacağım biliyorum. işte tam da kurşun namludan çıkıp bana saplandığı vakit yukarıda anlattığım gibi hissettim. yukarıda anlattığım başıma bir ağrı girmesinden yığılıp kalmama kadar geçen belki de beş dakikalık süre dalga dalga, uzun uzun, bitmek bilmeyen bir yangın gibi sardı beni. keskin bir ağrı düştü önce içime, başım ağrıyor diyemedim, vücudumun neresinin acıdığını anlayamadım bir türlü. sonra inandığım, sevdiğim dünyanın kendi etrafımda döndüğünü hissettim. 1, 2, 3, 4, 5 tane dünyam karıştı birbirine. ayırt etmeye çalıştım ama anılar kokular mektuplar fotoğraflar kitaplar mesajlar birbirine karıştı. sağır oldum. "sende birşey var" diye yanıma gelenleri duymadım, duymak istemedim çünkü bende neler olduğunu anlatsam tekrar dünyalar karışacaktı, tekrar ağrılar girecekti içime. birkaç gün sağır olduktan sonra, daha sonrasında da sağır olmayı seçtim bir süre. ama ben de insanım, en yakınlarımda konuştum sadece, sağır oldum dediysem de lal olmadım ki... sonra görüntüler bulanıklaştı, gözüm hiçbir şeyi görmedi etrafta. daha da kötüsü gözüm heryerde o minik beyaz noktacıklar yerine onu gördü. okula gittim, ders çalıştım, sınavlara bile girdim. kafam çalışmaya devam etti etmesine. o zaman da düşündüm, hani melankoliyi seven ve kabul etmeye meyilli yapım var ya, dedim neler oluyor bana, sorguladım, daha doğrusu bu her neyse ne zaman bitecek diye sorar oldum. fiziken gayet iyiydim. hafızam beni üzüyor, duyularım bana gölge oyunları yapıyordu sadece. peki yanma hissi nereden geliyordu? düşündüm... düşündüm... ruhumun acıdığına karar verdim. dizlerim kanasa batikonu basıcaktım da ruhuma ne iyi geleceği meçhulken ne yapmak lazım bilmiyordum.  

işte böyle birşeyler anlatırdım o acıyı anlatmak istesem. böyle bir yerden başlardım anlatmaya. ruhum acırken sağır oluyorum demem ondan. çünkü hem etrafımı duymak istemedim, cenaze sonrası tekrar tekrar ölümden bahsetmek istemeyen biri gibi, hem de ruhum acırken onun acısına sağır olup çare bulamadım uzun süre. o yüzden bir dilekle bitireyim bu yazıyı--kaç zamandır yazacağım arada kaynıyor-- allahım sen herkese closure nasip et yarrebim. dinimiz amin.