11 Temmuz 2012

[Antonius ve Kleopatra: Unattainable Love Story. a.k.a Love. At Any Cost.]

Bunu daha önce yazmamış olduğuma inanamıyorum. oysa yazdığıma emindim! demek ki aklımdan geçirmiş, içime sindirmiş, hata sindirememiş, o kadar düşünmüşüm ki neredeyse üzerine yazdığıma inanacak kadar etkilenmişim. geç kalan yorumlarım geliyor, buyrun efendim Antonius ve Cleopatra.

öncelikle şöyle bir giriş yapayim. bu oyunu en önce gazetede okudum. bir etkinlik çerçevesidne shakespeare globe theatre'da sergileneceğini öğrenince önce büyük bir gururla kavruldum dostlar. ne güzel ne güzel yarebbim. haluk bilginer, zerrin tekindor ve daha bilimum oyuncunun orada -ORADA! GLOBE'DA!- böyle bir fırsat elde etmeleri çok mutluluk verici. sonrasında hemen bilet aramaya başladım. biletleri sanıyorum ki bir ay öncesinden almıştım ama o zaman bile çok zor yer buldum. işte aklımda binbir soruyla içimde binbir heyecan telaşla gittim oyuna.

şimdi burada kısa bir ara veriyorum. oyuna gitmeden neler yaptığımı anlatmayı bir borç bilirim. tabii ki de the en sevdiğim yazar shakespeare'in yazdığı oyunun kitabını aldım. ilk iki act'i okuyabildim malesef, çünkü pek zamanım yoktu çok yoğun bir haftaydı ama en azından konuya ilişkin bir bilgi edindim. neyse efendim, back to oyun günü.

ışıklar kapandı, sahne açıldı. bir baktık ki bir alemdeyiz. [bu noktada antonius ve kleopatra'nın isimlerini kısaltmaya karar verdim. anton ve kleo diyeceğim.] anton kleonun peşinde koşuyor, etrafta hizmetkarlar, aman bir zevkü sefa bir zevkü sefa ki sormayın gitsin. aaa bir yandan da arkadaki hizmetçiler müzik yapıyorlar. yaylılar tefler üflemeliler minik bir oda orkestrası. o kadar başarılı ki sadece kayıttan çaldığını düşünmüştüm ama değilmiş, canlı canlı takılıyorlar. sonra haluk bilginer sahneyi devralıyor. zaten onun sahneye nasıl hükmettiği, hükmedeceği ile ilgili kimsenin şüphesi yok! adama hayran hayran bakıyoruz. ama sonra benim beklediğim an geliyor ve kleopatra sahneyi devralıyor. --zerrin tekindoru sadece aşkı memnuda veya kuzey güneyde izleyen bir insan değilim çok şükür. çünkü öyle olsaydı muhtemelen şoklardan şoklara girerdim. çünkü iki halinden de başka bir kadın gördük sahnede. ben kendisini sanıyorum iki yıl önce şiddet tanrısı (isimde yanılıyor olabilirim ama buna çok yakın birşeydi) isimli oyunda izledim. iki aileden birinin çocuğu diğerini dövüyor. 'suçlu' aile diğer aileye özür dilemeye gidiyor. ama öyle bir tartışma muhabbet sürtüşme çıkıyor ki insanların içindeki şiddet dışa vurup ortalıkta kavga ederek yardırmaya başlıyorlar. işte o oyunda minnoş matmazeli izlerken girdiğim şokun haddi hesabı yoktu. yani o mürebbiye, usturuplu, nazik, minnoş kadın gitmiş de adeta bir çirkef, panik atak, eli maşalı bir kadın girmişti ruhuna! işte efendim bu sebeple zerrin tekindor'u histerik kleo olarak gördüğümde şaşırmadım, hayran kaldım, kalakaldım öylece-- saçları, gözleri, göz makyajı (evet gözleri ve göz makyajını ayrı tutuyorum zira ikisi de ayrı güzeldi yahu), o kraliçe edası öyle güzeldi ki, insan önünde eğilmek istiyor. oyun tabi trajedi teknik olarak, sonuçta herkes ölüyor çünkü. ama comic relief sahneleri o kadar eğlenceli ki, hem shakespeare'i takdir ediyor, hem dizlerinize vurarak gülüyor, hem de oyunculara alkış tutuyorsunuz! misal elçi çocuk. elçi de değil aslında, anton'un yaveri, mesaj taşıyanı, artık her ne denirse, habercisi yani. ay o kleo'ya anton'un evlendiğini anlatırken, daha doğrusu anlatamayıp fenalıklar geçirirken, dayak yerken, üstünden aşağı altınlar dökülürken gözlerimizden yaşlar geldi ne kadar tatlıydın sen haberci çocuk! aynı sahne içerisinde kleo mutluluktan delirirken, hüznün pençesinde kıvranırken, şıkır şıkır oynarken, başına ağrılar girip yığılırken ben sanıyorum ki kendimden geçtim çünkü böyle güzel sahnelere 10 dakika içerisinde ardarda tanık olmak beni benden aldı. haberci'nin anton evlenmiş lafında derin bir iç çekmeyle son soluğumu aldım. resmen kalbim çatırdadı. o an kleo'nun yüzüne baktım. ruhu, gözlerinden akıp gitti.

efendim uzun uzun savaş sahnelerini anlatmayacağım. olay örgüsüne de girmeyeceğim şimdi. anton'la kleo'nun sürtüşmeleri, anton'un utancı, kleo'nun mutsuzluğu filan bunları cidden anlatamayacağım. isteyen okusun diyorum. ama bir sahne var ki, orayı anlatmazsam sanıyorum sonsuza dek hafızamda kazılı olmakla birlikte, zihnimi de kurcalamaya devam edecek. son act'ten bahsediyorum evet. öncelikle anton'la habercisinin sahnesinen bahsedeyim. kleo'nun öldüğünü duyan anton kendini öldürmeye karar verir. ancak bunu yapacak gücü kendisinde bulamaz. o sadece mağlup olmuş bir komutan değil, aşkını kaybetmiş bir adamdır artık. haberisine istediğimde beni öldürmeye söz vermiştin der. haberci çocuk baba gibi gördüğü bu adamı nasıl öldüreceğini düşünür. cevabı kendisine veremez. sonrasında ise... kılıcı kendisine sapladı haberci. sizi öldürme borcundan ancak bu şekilde kurtulabilirdim dedi. anton genç habercinin gözlerine bakıp, benden daha cesursun diye kucağına aldı onu. sonrasında kendisi de hayattan ayrıldı. geliyorum ikinci sahneye. anton'un öldüğünü duyan kleo kelimenin tam anlamıyla kahroldu. hele de öldü deyin bakalım ne yapacak diye haber yolladıktan sonra gerçekleşen bu ölüm, onu dağıttı. kraliçe, o an basit bir kadına dönüştü. içi acıyan, aşık bir kadına. bakın neler dedi:



This case of that huge spirit now is cold: 
Ah, women, women! come; we have no friend 
But resolution, and the briefest end.

sonrasında Kleopatra ölmeye karar verdi şu cümlelerle:


My desolation does begin to make
A better life. 'Tis paltry to be Caesar;
Not being Fortune, he's but Fortune's knave,
A minister of her will: and it is great
To do that thing that ends all other deeds;
Which shackles accidents and bolts up change;
Which sleeps, and never palates more the dug,
The beggar's nurse and Caesar's.

arayışa geçti. dünyanın en zehirli yılanını buldurdu kendisi için. tek ısırığın yeterli olması için arattı arattı. en sonunda bulduğunda sepette yılanı çıkardı. eline alıp göğsünün üstüne yerleştirdi ve...


Peace, peace!
Dost thou not see my baby at my breast,
That sucks the nurse asleep?

[...]

As sweet as balm, as soft as air, as gentle,--
O Antony!--Nay, I will take thee too.

[...]

What should I stay--

Kleopatra, hayata böyle veda etti. Kitap bu sahneden sonra bir süre daha devam eder. Sezar, Kleopatra'nın Antonius'un yanına gömülmesini, ayrılmamaları gerektiğini söyler. Ancak oyundaki muhteşem şey şuydu, bu oyun o konuşmayla değil şu şekilde bitti. Kleopatra gözlerini kapatırken sonsuzluğa, Antonius yanına geldi ve şu sözler tüm tiyatroda çınladı, perde kapandı:


CLEOPATRA
If it be love indeed, tell me how much.

ANTONIUS
There's beggary in the love that can be reckon'd.

CLEOPATRA
I'll set a bourn how far to be beloved.

ANTONIUS
Then must thou needs find out new heaven, new earth.

tüm salonla beraber ayağa kalkıp alkışladığımı ışıklar açılıncaya kadar fark etmedim. Kardeşim söyleyinceye kadar ağladığımı da fark etmemiştim. öyle acı, öyle güzeldi ki, bir kere daha gitmek istedim ama, olmadı. sanıyorum gitseydim, bile bile oyunun sonunu beklemek beni kederden öldürürdü, kısmet değilmiş.

Öteki sezon da oynayacağını söylüyorlar, rica ederim izleyin, izlettirin.