05 Ağustos 2013

[Nonsensical Talking.]

Bir yazinin sonunda aklimin bir kosesine dusen bu jibber jabber'i tamamen silip atmak, zihnime dusmemis olmasini dilemek ve bisikletten dusen cocuk misali cozur cozur tenturdiyotlamak arasinda bir yerdeyim su an. Yara izlerine tenturdiyot surmek pek bir degisiklik yaratmiyor biliyorum. O yuzden kayda gecmemde ne bir sakinca var, ne de kendimi sakinacak bir his. Ama sunu soylemek lazim, ne yazik ki i let the jibber jabber talk begin. Both in past and present tense. 

Bes bucuk saat icinde gun dogumunun yon degistirdigi bu sehirde kulagimda orhan veli cinliyor. Bambaska bir yer ve bambaska bir zamanda, siir yazip eskiler alan, eskileriyle muzik alan, eskileriyle yildizlari degistiren bu adami ozluyorum. Soyleyin bana, hep tanidigimiz adamlari mi ozlemek lazim? 

Havada altin tozu, belle, triste, seule... Boguluyorum. Oyle bir an ki bu an, gunes dogmus, evlerin isiklari hala acik. Oyle bir kifayetsizlik. Farkindalik ama aslinda tenezzul etmemek. Isiklari kapatmak icin ayaga dahi kalkmamak, oylece yanip durmalarina izin vermek. Ustelik de elektrik olmadan, kaynak jeneratorden yediklerini bile bile. [icten ice daraliyorum, acaba bu yazdiklarim baska birinin gozlerinde bir meal bulmaya kalkar mi diye. Bulmasin. Bulamasin asla. Cunku yara izleri kaybolmadikca insan onlar yokmus gibi yapamiyor. Peki ya kaybolsa? Kayboldugu gun, yok gibi yapsa yeniden insan, ben? Yok olmus gibi yapinca unutmus sayilir mi? Hayir. Hayir. Unutmak, hic bana gore degil. Biliyorsunuz. Sefiller'de jean valjean'in 24601 mahkum numarasini bile bilirken, kendi kalp mahkumiyetimi ve dahi malubiyetimi nasil unuturum?

Iste, simdi bes bucuk saate aldirmaksizin kuslar da basladi otmeye. Tek diyecegim var artik su saatte, onu da edith piaf coktan soylemisti benim yerime. 

Arrêtez! Arrêtez la musique!