14 Mart 2012

[Based on a True Story: Angelina Jolie Filmography.]

ben bu yazıyı yazarken dünyanın dört bir tarafında öyle trajediler oluyor, öyle acılar yaşanıyor ki, eğer gerçekten doğaüstü bir yeteneğimiz olup onların sesini duyabilseydik delirirdik diye düşünüyorum. ama bazen zamanda yankılanan o çığlık sesleri sağır etmeyen, yakan, soluğunu kesen bir üslüpla ulaşabiliyor bize. çok çeşitli yollar var bu yolculuk için ama bugün ben birine odaklanmak istiyorum.
bahsettiğim bu acı hikayeler bana en kolay yoldan sinema yoluyla ulaşıyorlar. hafızama kazınıp kalbimi kavuruyor hepsi. soluğumu kesiyor, hıçkırıklarımla boğuyor beni. ama daha önce de dediğim gibi, uykumu kaçırdıkça daha çok seviyorum bu filmleri. çok daha büyük bir düzenin parçası olduğumu, kendi yaşadığım sıkıntıların üzüntülerin bu büyük düzende ufacık olduğunu hatırlatıyorlar bana. ufak sevinçler yaratıp nefes aldırıyorlar hüzünlü anlarımda. aklıma geldikçe bir kaç filmden bahsetmek istiyorum size. belki daha sonraki bir yazımda, çok daha özel bir filmden bahsederim...
medya insanları ikiye bölüp, bir taraf tutmaya zorlasa da ben bu çabaların hepsini gözardı edip sinema açısından yaklaşmaya çalışmışımdır hep. ünlü jennifercı angelinacı ikilemine düşmek gibi birşey söz konusu olmadı o yüzden benim açımdan. vay  evliymiş, ayartmış, ayırmış. inanmadım. zaten bir süredir evliliği çatırdayan çiftin haberlerini okuduğumu hatırlıyorum. bittikten sonra  ne olduğu beni pek alakadar etmiyor. bazısı da burun kıvırıp ne yaptı ki o sinemada der genelde. lara croft, wanted, salt, mrs.smith'ten başka film görmemiş insanların bu deyişi bende her zaman büyük bir acıma duygusu uyandırmıştır. bilmiyorsan sus erdemine ulaşamamış insanların hep uyandırdığı gibi. neyse lafı dolandırmadan geliyorum film konusuna. ilk bahsetmek istediğim film gia. too beautiful to die, to wild to live. aids'ten ölen bir süpermodelin gerçek hikayesi bu film. başka başka kesimler tarafından aman angelina bir kadınla beraber bıdı bıdı diye magazini yapılmış olsa da, gia karakterinin çöküşünü muhteşem bir şekilde gözler önüne serer angelina. üzüntüler, ayrılıklar, terkedişler, çıkarcı insanlarla dolu hayatında uyuşturucuyla birlikte dağılır gider gia. filmde kardeşinin ifadesiyle gia öldüğü zaman onu yataktan kaldırdıklarında vücudunun bir kısmı yatakta kalmış.bitmiş bir kadının hikayesi bu. mutlaka izleyi görün derim. arada girl interrupted'dan bahsetmek istiyorum bir de. angelina'nın osacrlı performansıdır bu. bu filmle ilgili de şu şekil yorumlarla karşılaşırsınız: aman bıçak koleksiyonu yapan manyak bir kadın o, tabi ki de o rolü oynar. bu yoruma yorum yapamayacağım, ama o filmden de çok etkilenmiştim. ama meşhur olduğu için ekstra bir kere daha anlatmayacağım. (gerçek hikaye olup olmaması konusunda da emin değilim pek) çok çok çok özel bir diğer filmi de "a mighty heart" filmidir. film gazeteci daniel pearl kaçırıldıktan sonra, öldüğü öğrenilinceye kadar karısı mariane'ın neler yaşadığını gösteren yarı belgesel tarzında bir film. mariane'ın hala yaşıyor olduğunu, bütün bu hikayenin çok yakın bir zamanda geçtiğini de vurgulamadan edemeyeceğim. filmde hamile olan mariane, tüm gücüyle ayakta durup bebeği, kendisi ve kocası için hayata tutunur. daniel'ın ölüm haberi gelse de aslında sahte bir haber olduğu, gerçek olmadığı anlaşılır. ama filmin sonunda gelen haber gerçektir. önce inanmaz. gerçek değil diğer haber gibi der. ama malesef bu haberi getirenlerin elinde bir de video vardır. mariane hala ol videoyu izlemediğini, asla izlemeyeceğini söylüyor. daniel'ın başını kesiyorlarmış hatırladığım kadarıyla. işte mariane videonun varlığından ve ölümün kesinleştiğinden emin olunca odasına kapanır ve bağırmaya başlar. öyle bir çığlıktı ki o çığlık. gerçekten hala kulaklarımda. dakikalarca bağırır. hayır hayır diye. sanki bağırsa, sesini yükseltse, boğaını yırtsa acısı azalacakmış gibi bağırır. filmin sonunda mariane'i oğluyla sokaklarda yürürken görürüz. gerçek mariane, angelina'ya filmi beğendiğini söylemiş izledikten sonra. beğenmemek ne mümkün. angelina jolie o sahneyi çektikten sonra baygınlık geçirmiş, kendine gelememiş. televizyonda veriyorlar bazen bu filmi, izleyin kaçırmayın derim. acı, evinç, aşk nasıl bir insanda can bulur bakın da görün. sonlara doğru yaklaştıkça bir filminden daha bahsetmek isterim. ama arada şu meşhuuuur antonio banderas'lı filmine değineyim. bu gerçek bir hikaye mi bilmiyorum. ama o filmde hapishane gibi bir hücrede yüzünde kalan yaşamın son renkleriyle o pişman, bitkin, mutsuz halini unutamayacağım. şimdi bir diğer güzel filme geliyorum. changeling. changing değil, yanlış yazmadım yani. changeling özel bir kelime. çocuk değiştirme anlamına geliyor. bu da gerçek bir hikaye. çocuğunu kaybeden bir kadının hikayesi bu. çocuğu ölen bir kadın değil, kaybolan bir kadın. bir gün eve geldiğinde çocuğunu bulamayan christine'in hikayesi. tüm gücüyle oğlunu arayan bir kadın o. zorla akıl hastanesine kapatılan bir kadın. akıl hastanesinde deliliğini itiraf ederse onu çıkaracaklarını söylediğinde, oğlunun isminden başka birşey söylememiş biri. daha sonra reverand rolündeki john malkovich onu oradan çıkarmaya geliyor. ama christine'i çoktan oradan çıkmış buluyor. aynı anda sokakta walter collins'in ölü bulunduğu haberini alıyor christine gazete satan çocuğu bağırışlarından. hani bir an gelir hayatınızda, dizlerinizin bağı çözülür. dilerim kimse bu duyguyu yaşamaz. hayır bayılmak değildir o his, ama bayılmaya benzer elbet. bayılmaya yakın önce başınız döner delice, gözlerini kapatıp, ellerinizi başınıza koyarsınız. sanki orada dönen görüntüyü kapatınca, başınızı tutunca geçicekmiş gibi o müthiş dönüş. sonra dizleriniz titrer. yalpalarsınız muhtemelen. hatta eğer ilk kez bayılıyorsanız bir yere tutunmaya çalışırsınız. ama sonradan anlarsınız ki yakın sandığınız yerler uzak, uzakta gördükleriniz hemen yanınızdadır. işe yaramaz. dizleriniz sizi kaldırmaz. son bir nefes verirsiniz. o korkunç duygu bitmiştir. artık geriye kalan tek şey önce seslerin, sonra görüntülerin geri geldiği dünyaya geri dönmektir. işte sanıyorum ki christine'in o yaşadıkları bu hisse benzer bir histi. ama 1 saniye içerisinde olan bütün bu değişimlerden sonra bayılmadı o. sıfırlayamadı. oğlunun ölüm haberinde takıldı. kaldı. daha sonra bir başka yerde çıkan cesetler arasında oğlunu bulmayı bekledi. bulamadı. onları tutan caninin elinden kaçan birkaç çocuk olduğunu öğrendi, o çocuklardan birinin ailesiyle kavuşmasını sevinç gözyaşlarıyla izledi. umudunu hiç kaybetmeden. yaşadı christine. işte bu kadına, bu olağanüstü kadına, anneye vücut oldu angelina. o yüzden ona duyduğum saygıyı kimse çatırdatamaz. her filminde beni darmadağın etmiş bu kadının ne yaptığı umrumda dahi olmaz, söyledikleri şeyi yaptığına dahi inanmam. 
gerçek hayat hikayelerine gelince, insanoğlunun dayanma sınırlarının bu kadar geniş olduğunu görmek beni her zaman hem heyecanlandırıyor, hem de dehşete düşürüyor. çünkü öldüm bittim ben noktasını bulamıyor, korkuyorum. her şeye karşı ayakta durabileceksek, her acıyı bir şekilde bir süre sonra kaldırabileceksek acıdan korkmaz mı insan? hep normale dönüp, tekrar dibe vurmak. insan doğası. çok garip. diyorum ya, düşündükçe korkuyorum. o yüzden düşünmeyip izlemeyi tercih ediyorum.