12 Mart 2012

[Eulogy.]

bugün bambaşka bir insandan bahsetmek istiyorum. ama yazıya nasıl başlayacağımı bulmak bile saatlerimi aldı inanır mısınız? hala ilk kelimeyi bulamadığım için, onun ismiyle başlamanın en uygun olacağını düşündüm.

Whitney...

eski zamanlara dair şöyle bir görüntü oluşuyor gözlerimin önünde. yüzü boyalı bir yerli ateşin etrafında elinde içi kum dolu aletleri sallayarak ağıtlar yakıyor, şarkılar söylüyor ve ateş büyüyüp küçülerek onun bu eşsiz seremonisine selam duruyor. öyle bir şaman ki bu adam, müziğiyle büyüsünü yayıp, herkesin bakışlarını esir alıyor, ta ki gece bitinceye kadar. eğer eski zamanlardan günümüze kültürün, sihrin, ruhun miras kaldığına inanıyorsanız beni biraz olsun anlarsınız. o ruhani sesle gelen sihrin mirasçısıydı bence whitney. insanın ruhuna dokunan, esir alan, hem ağlatan, hemen ardından kahkahalar attıran o sesin en güzel örneğiydi kendisi. yıllar önce ilk albümüm vuelve albümüyle titanic soundtrack'iydi. ama ben eve gelir gelmez müzik dinlemeye başlayınca, ailem müziğe olan ilgimi anlayıp bana çok istediğim birkaç kasedi almaya başladı. celine dion, vh1 divas live filan derken, ben dayımdan mariah carey, kerim tekin, eric clapton alırken buluverdim kendimi. derken bir gün çok sevgili mariah'nın albümünde when you believe şarkısını keşfettim. itiraf ediyorum ki bu keşif malesef dinleyerek değil, izleyerek oldu. bu şarkı ünlü prince of egypt filminin soundtrack'i olmuştu. ve daha o klibi izler izlemez şarkıyı ezbere aldım. ve sonra olanlar oldu ve bodyguard ile tanıştım. o film yıllarca beni en çok etkileyen film oldu the ghost'la birlikte. kaç kere izledim hatırlamıyorum, ama kısa süre içerisinde tüm albümünü biliyordum. o zamanlar şu gerçeğe inanıyordum: mariah carey ve whitney houston, yaşayan en muhteşem iki şarkıcıdır. nitekim mariah'nın sesi hala tartışmasız en iyi ses bence. whitney de yorumuyla, o kadifemsi ama nat king cole olmayan, o deli ama tina turner'a dönüşmeyen haliyle gerçekten stardı benim için. işte anlayın ki whitney'in ölüm haberini aldığımda yaşayan güzel sesin uçup gittiğini öğrendim, ne kadar üzüldüm. çocukken etta james'i tanımıyordum, aretha franklin çok bilmezdim, ella fitzgerald dinlememiştim belki ama sanıyorum ki bu kadar çok konuşulan bir sanatçı da olmamışlardır. hiç bir sanatçı hayatımın bu kadar ortasında yer edinmemiştir whitney'in başardığı kadar. doğru, celine dion hala başkadır benim için ama, hiç bir zaman i have nothing dinlerkenki kadar sarsılmamışımdır uzaklara dalıp dalıp giderken. işte o muhteşem kadını kaybetti bu dünya. çocukluğumu, ilk gençliğimi, ilk aşklarımı kaybetti dünya. sihri eksildi. aşkından gözü kör olan whitney uyuşturucu bağımlılığından kurtulamazken dahi onu severken, takdir ederken, sesini özlerken,  o adamdan kurtulduğu yıllar içerisinde, grammy'den hemen önce küvetinde ölü bulunmak hiç kimseye yakışmazdı evet, ama whitney'e hiç olmadı. o, kendisini bulan birilerinin ambulans çağırmasıyla yaşanacak arbede esnasında öldüğü anlaşılacak bir kadın değildi. o, otopsiye girip, hakkında tox raporu yazılacak biri değildi. yaşlı, mutlu, huzurlu ölmeliydi yatağında. tüm dünya, cenazesini takip etmeliydi. eski şarkıları sevinçle çalmalıydı heryerde. herkes acılarını geride bırakıp yeniden doğan kadının yaşamını kutlamalıydı. intihar mı, overdose mu dememeliydi. en son söylediği şarkı jesus loves me oldu dememeliydi. ölümünün hemen ardından rihanna da filminde oynaycak diye haber çıkmamalıydı. jackson ailesinden biriyle berabermiş diye haber düşmemeliydi hürriyet magazine. 
ama oldu. o. böyle ayrıldı dünyadan. ama ne olursa olsun, gerçekten unutulmayacak biri benim için. çocuklarıma anlatacağım, gururla albümlerini dinleyeceğim türden. yıllar geçse de. çünkü o bir diva. hayatımda tanıdığım ilk diva. whitney. houston. umarım huzurlu olduğun bir yerdesindir.