10 Temmuz 2017

[13 Reasons Why.]

bu diziyi hiç duymamıştım, sadece takip ettiğim dizi sitelerine bölümlerinin parça parça düştüğünü gözlemlemiştim. sonra bir gün birisi bu diziden bahsedince, konusu ilgimi çekti. bir sezon geride kaldığım bir dizimi internette bulamayınca, aklıma geldi, başladım. o gün 3 bölüm izledim. ne diziymiş arkadaş, insan kendini durduramıyor!

şimdi yazdıklarım spoiler değil, zira dizinin özetinde yazıyor, bu sebeple genel bir bilgi olması açısından konusunu yazacağım şimdi.

efendim, bir çocuk, kapısında bir kutu ve kutunun içinde de 7 tane kaset buluyor. meğersem aşık olduğu kız, intihar etmeden önce bu kasetleri doldurmuş ve ölümüne sebep olan 13 sebebi anlatmış bu kasetlerde. her bölüm kasedin bir yüzü ve dolayısıyla bir kişi ve yaptıklarıyla geçiyor.

görsel anlamda, kırılma noktası olarak ölümü ele almışlar. flashback'ler daha doğal bir gün ışığıyla çekilmişken, sonrası daha soluk / mavi tonlarında bir filtreyle çekilmiş, belli. zamanlar arasındaki geçişleri ancak bu ışıklar ve başrol çocuğun yüzündeki yara bandı sayesinde anlayabiliyorsunuz. bir başka deyişle, geçişler çok akıcı, görüntü yönetmeni harika bir iş çıkarmış.

tanık olduğunu hikayeler dost kazığı diyebileceğiniz bir yelpazeden başlayıp suç oluşturan unsurlara, arkadaşların zamanla uzaklaşmasından öküzvari hareketlere kadar uzanıyor. her birini tek tek ele aldığınızda hannah'nın tercihini anlayamıyorsunuz. ama özellikle de benim gibi tüm bölümleri ardarda izlediyseniz, bu yaşananların hannah üzerinde nasıl biriktiğini, izleyiciyken bile ama bu kadar da olmaz kimse yok muuuuu diye öfkelenmenize sebep olduğunu capcanlı görüyorsunuz.

dizi boyunca hannah'nın başına gelenleri sırlarıyla gizemleriyle ve akılda bıraktığı soru işaretleriyle çözmeye çalışıyorsunuz. çözdüm dediğiniz anda bir an için bir huzur buluyorsunuz. ama o huzur, yerini geç kalınmışlığın çaresizliğine bırakıyor. her sözde zafer, tekrar tekrar yenilgileri yankılatıyor içinizde.

kadro oldukça genç bir kadro, doğrusu bu insanların hiç birini daha önceden tanımıyordum. ama diziye başlarken oyuncular arasında tek bir kişinin adını gördüm ve bu da diziye başlamam için gerekli itici gücü verdi: kate walsh.

hey gidi grey's anatomy'nin addison montgomery'si, ne kadar da severim kendisini! private practice'te devam eden maceralarını takip etmemiştim ama adını asla telafuz edemeyeceğim ve bebişleri çatır çatır kurtardığı milyarlarca ameliyatı ve şahsi hayatından dramlara rağmen efso mesleki işlerini yürüten bir kadın figürü olarak nasıl da takdirimi kazanmıştı!

tabii burada işin rengi biraz daha farklı. kate burada hannah'nın annesini oynuyor. duru bir acı. graceful grief. böylesine çaba sarfeden ve doğal ortaya çıkan bir hüznü uzun süredir ekranda görmemiştim. gerçekten hayran oldum. üstelik kendisinin bu kadar havalı bir insan olduğunu bilmesem, sanki hannah'nın annesiymişcesine bu bitkinlik ve mutsuzluğun verdiği çirkinliği -asla kötü anlamda söylemiyorum ama hani insan mutsuz olunca çirkin olur da etrafındakiler sorar ya neyi olduğunu- acısından taşıdığını düşüneceğim.

şimdi efendim ben bölüm bölüm kimden ve nelerden bahsediliyor açıklayabilirim. ama bu dizinin tadı soluk soluğa takip edip, kasetleri sindirerek dinleyen başrolün eline vurup sabaha kadar kasetlerini dinlemek istemekten geçiyor. şu kadarını söyleyebilirim ki dizi, netflix'te yayınlandığında baya bir olay oldu. intihar meyili sebebiyle neden bir disclaimer girilmedi diye kıyametler koptu. dizi çiğ desem kendini anlatmayacak, ama raw desem daha bir açıklayıcı olabilecek türde bir dizi. drama dokunulmamış, sadece olduğu gibi kameraya alınmış. o yüzden bazı sahneler gerçekten çok sert. durdurup ekran başından kalkıyor ve yeter artık diyorsunuz, o derece. hele de son iki bölümde ben bittim. intihar sahnesi var, evet. ama o sahnenin sonrasında kate walsh'ın içeriye girdiği sahnede kulaklıklar fırlatıp hıçkıra hıçkıra ağladım evet. clay'in hissettiği o geç kalmışlık hissi, o sahnede yakaladı duvara çarptı adeta.

insanoğlunun hayatı nasıl da pamuk ipliklerine bağlı, şaşırmamak elde değil. din ve inancın ötesinde, iyi insan olmaya çalışmanın nasıl önemli olduğunu gösteren bir dizi. bilerek ve isteyerek kırmamak ne kadar da önemli. karşındakinin neler yaşadığını bildiğini farz etmenin tehlikesi bir yana, karşındakinin de birşeyler yaşayabiliyor oluşunu unutmanın trajedisi 13 bölüme sıkıştırılmış vaziyette.

ikinci sezonu uzatıldı ve ilk sezondaki soluk soluğa merak hissini verebileceğinden emin değilim. belki açıkta kalan (ki bence hannah'nın hikayesi bağlandı) diğer karakter iplerini bağlayacaklar ve yeni bir öyküye girecekler ama, böylece bıraksalar daha mutlu olurdum desem, yalan olmaz.

izleyin, izlettirin. pişman olur musunuz, hiç bilemiyorum.