29 Temmuz 2011

[beğenme olgusu nasıl işliyor? quasimodo et al.]

bir filmi, bir kitabı neden beğenir insan? daha doğrusu nasıl beğenir? acaba aklınındakli hangi anıya işler de, o konu bizi sarıp sarmalar. acaba romantik olmayan biri, kendi anılarında yer eden iki satır gördüğünde romantizmin öncüsü bir kitabı beğenir mi? beğenebilir mi? bence film dediğin kitap dediğin insanın uykusunu kaçırmalı. ama öyle bir kaçırmalı ki, kendine sormalısın, kendine anlatır halde bulmalısın o filmi. şimdi o zaman komedi filmleri nasıl yer ediyor bizde? evet, hiç sevmem komedi filmi. bana hep çok basit gelir. sanki dramatik, gerçek hikayeler ilahi bir kurguyla sarıp sarmalanmış, komedi ise tuvalette otururken aklına gelen şeyleri yazmışsın gibi. biliyorum, böyle değil. aşağılamıyorum. ama aklımda hep böyle bir sahne var. komedi olacaksa ya gerçekten durum komedisi olacak-meet the fockers'ın kulakları çınlasın- ya da kara mizah. işte ordaki iki cümle, bir sahne, kulagına kadar kızardıgın sahneyi düşünmek seni uyutmaz o gece. saçma salak bir gülümseme yerleşir dudağına. o zaman o film iyidir. peki diğer filmlerde nasıl bir kıstas var? o sahne yer etmeli aklında. gulp diye yutkunmalısın aklına gelince. tanrım, ya ben ne yapardım? hangi çocuğumu seçerdim? ya kocamı babam ihbar etseydi? ya boşu boşuna asılsaydım, nasıl karşılardım? ya aşkımı ipte bulsaydım? ya onu elimdeki silahla öldürmüş olsaydım? ya kızım kaybolsaydı? ya o enkazda ben olsaydım? ya hayatımın aşkını sulara kaptırsaydım? içini kemirmeli. bir yandan da sinirlerini oynatmalı. hani sinema çıkışında kitapçıya girdiğinde yanına biri gelip kitaplara bakarken sıçramalısın. öyle bir delilik, öyle bir tik gelmeli üstüne. yoksa darren kim ki? işte o, bunu yapabilen. dahası müziklerini duymak seni ağlatmalı. güldürmeli. işte filmin kitabın konusuna bağlı olarak. kitabın müziği mi olur? siz hep sessiz mi okursunuz kitabınızı? hiç müzik dinlemez misiniz? yeni aldığınız bir albüm kitabınızla birleşmedi mi hiç? ya da tam o sahnede kulağınızdan en sevdiginiz şarkı geçmedi mi? geçemedi mi? hayırsa eksiksiniz. edebiyatı anlamıyorsunuz bence. hayatta kolay gelsin. hissetmeden okuyorsanız, size siz bile yardım edemezsiniz bence. işte o duydugunuz sarkı, açıp dinlemek istediğiniz şarkı, kıyıp da aldığınız soundtrack, ya da internetten kaçak indirdiğiniz o sahne gözlerinizi bulutlandırmalı. hep acıklı film izlemiyorum hayır. ama güzel bir sahne gözlerinizi yaşartmıyor mu ki sizin? hani en sevdiginiz grubun konserindesiniz, en sevdiginiz şarkıyı çalıyorlar, solisti gitaristi görüyorsunuz belki o bile sizi görüyor. mutluluktan gözlerinizden yaş akmadı mı? insan öyle etkilenmeli ki, titanic izleyince kaptanlara gıcık olmalı. notre dame izleyince erkeklerin hepsine. dancer in the dark olunca hayata kızmalı. monster'ı görünce christina ricci'yi parçalamak istemeli.
bundan daha da bir vahim durum ne? tabiki kitaptan yapılan filmler, müzikaller. eğer benim gibi müzikal seven, onları el üstünde tutan, aman kötü olsa bile müzikaldir candır diyen, zaten bir müzikalse iyidir diyen biriyseniz şarkılara, sözlere aşık olursunuz. phantom of the opera okurken yalnızlığını hissedersiniz de, music of the night duyunca kendinizden geçersiniz. ya daha da kötüsü benim son birkaç gün yaptığım gibi notre dame de paris'in müzikalini izlersiniz. filmini izlemiştim, ya penelope ya salma oynuyordu, hatırlayamıyorum. güzeldi. aslında en başından alayım ben hikayeyi. yıllaaaaaar önce çizgi filmini izledim onun. son sahne hala gözlerimin önündedir. quasimodo phoebus ve esmeraldanın ellerini birleştirir, başını mağrur bir şekilde eğer ve gülümseyerek biter film. sonra yıllaaaar sonra kitabını aldım. okuyamadım, çeviriden mi, baskıdan mı bilemiyorum. sonra bir kere daha aldım kitabı, yeni baskı, düzgün yazı puntosu, akıcı bir dil. bir solukta okudum. tanrım neden kötüler bu kadar? bir rahip, bir asker, bir kambur. hepsini çarpsan bir adam eder mi? hepsi bir erkeğin bölünmüş kısımları mı? yoksa üç erkeğin libidosu mudur? quasimodo'yu biraz ayrı tutmakla birlikte -malum yardım eder karşılıksız- hep bir göz süzmeler neyin. daralıyorum okudukça. hele o phoebus yok mu, adı batsın! müzikale de güzel yansıtmışlar ama çok çok çok gıcık oluyorum şu duruma: o kadar hoş, o kadar karizmatik ki phoebus, kızların dibi düşüyor. oysa o, esmeralda'nın kendisini ilk kez sunacağı şövalyesi. üstelik bunu yapması annesine mal olacağını biliyor esmeralda. tılsım bozulur diyor, onu asla göremem. keşke buraya biraz daha önem verseler. keşke o beni öldürüyordu ölsün kaltaktan öteye geçse de bir erkeğin kolayı, asaleti seçtiğini, mutsuzluğumuzu biraz daha yazabilselerdi. esmeralda anlatsaydı hikayeyi. olmadı. ama yine de seviyorum, çünkü sözler kitaptan, hele de en sonunda bulunan o iki iskelet. takdir ediyorum, keşke görebilseydim o yapımı. işte birkaç gündür dinledikçe içleniyorum, müzikali tek kelimeyle özetlesem: minör derdim heralde. minörün hikayesi başka bir bloga. ama çok çok güzel bir minör bu. pederin acı çekmesini görmek isterken, o beklentiyi en büyük açıyla destekleyen bir roman düşünün. onun arkasındaki deha, victor...keşke senin gözlerinden değil, senin yanında olarak görebilseydim paris'i. ya da daha da iyisi, keşke sen benim gözlerimden görseydin paris'i. ne zaman notre dame'ın önünden geçsem bir gölge gördüm. ne zaman o meydanda yürüsem ürperdim, esmeralda burada bir yerde mi asıldı diye. bahse girerim sen notre dame'ın arkasına dolaşıp o ağaçların arasından bir de sırtını izliyordun kilisenin. sadece önü değil, karanlık tarafı mı itti acaba bunları yazmaya? ağaçların yeşili mi yumuşattı quasimodo'yu? bilemiyorum. ama bence öyle. hayallerimde öyle.
bak yine esmeraldayı suçlama başladı kulağımda. biraz sonra assasins! assasin! diye bağıracak, şimdiden mutsuzum. bir yarım saate kırmızı ışıklar dolacak sahneye. ah quasimodo, sen var mısın acaba?
işte böyle önünü arkasını düşünüyorsanız bir filmi bir öyküyü, tamam, siz de bir hayran olmayı başardınız demektir. tebrik edemeyeceğim. sadece, kolay gelsin!