16 Nisan 2012

[Iris Murdoch: Self-reflection on memories.]

herşeyden önce bir oyuna özellikle yer vermek istiyorum burada. geçen haftasonu gittim, çok ama çok etkilendim. adı sonbahar'ı beklerken. hani bazı oyunlar vardır, oyuncular için gidersiniz, bazıları vardır, o kadar meşhurdur ki bin kere de okumuş olsanız, sadece o oyun için gidersiniz. işte bu oyun benim için iki kategoriye bile en üst sıradan girdi. şöyle ki oyun iris murdoch'ı anlatıyordu. iris çok meşhur bir yazar, alzheimer oluyor. yavaş yavaş kelimeler siliniyor hafızasından. bir deha, eriyip gidiyor. daha da acısı deha erirken vücut öyle sağlıklı ki...işte ben bu hikayeyi film olarak izlemiştim. genç iris'i kate winslet oynuyordu. tabi benim en ilgimi çeken şey bu olmuştu, çünkü kate winslet'ın her filmine bayılırım. ama şimdi baktım da, yaşlı halini judi dench oynuyormuş! john'u da jim broadbent oynuyormuş, ben size zidler diyim siz anlayın, ah satine, kulakların çınlasın. hiç unutamamıştım postacı gelince "elinde mektuplar ve omzunda çantası olan bir adam geldi, sanıyorum ki...postacı bu john" deyişini iris'in. işte efendim bu filmin oyunu çıkınca, daha doğrusu bu hayatın bir de tiyatroda sergilendiğini duyunca sevinçten delirdim. üstelik iris'i çolpan ilhanın oynadığını okuduğumda tavan yaptı o heyecan. annemin dediğine göre aman çolpan zaten hep bir deli kadınları oynardı sinemada. ama ben kendisini pek tanımadığımdan bir gazla gittim oyuna. çok ama çok iyiydi. o boşluğa bakıp çay demesi beni benden aldı. hele de oyunun sonlarına doğru unutmayacağım demesi yıktı geçti. tıpkı bir zamanlar çemberimde gül oya izlerken, sema'nın feriha'yı kucağına alıp "herşyi unutsam da seni unutmayacağım yavrum" demesi gibi. tüketti o sahne beni. öyle bir ürperti geçti ki üstümden, tarifi mümkün değil. görsel hafızam güçlüdür mesela benim, oyuncuları unutmam, bazı replikleri unutmam, afişleri unutmam, gözüm nereden ısırıyorsa bulurum, minik ayrıntıları öğrenip hatırlayarak mutlu olurum. bunlardan birini unutunca ise çok ama çok sinir olurum. kimdi o, neydi o, nerden hatırlıyorum diye. ama bunları unutmayı bir kenara bırakalım, insanın kendi hayatını unutmaya başlaması, temel kelimelerini unutması, aşık olduğu adamı unutması...beni öyle korkuttu ki, tahytaya bile vurdum. öyle zor geldi ki. kabullenemedim. çok zor çok diyerek iç çektim. unutmayacağım sözlerine ağladım ağladım.
oyunun kurgusuna gelince, bence şık bir şekilde oturtmuşlar düzeni. yağmur ve gökgürültüsü sesleriyle birlikte geçmişle günümüz (günümüz dediğime bakmayın, o günü kastediyorum, 96 yılını yani) arasında gidip gelmeler keyifliydi. hele de aynı repliklerin geçmesi, geçmişteki sandıkların içinden dökülen bir çeyiz gibiydi, hem duygulandırdı, hem de garip bir mutluluk verdi açıkçası. bir de şunu söylemek gerekli. genç iris'i begüm birgören oynuyordu. kendisini çeşitli dizilrde çok büyük bir keyifle izlemişliğim vardır açıkçası. güçlü olup, naif duruşuyla gizlemiş karakterleri hep bende şu merakı uyandırmıştı açıkçası: bu kız acaba nasıl bir oyuncu sahnede? en sonunda öğrendim efendim. izlemesi gayet keyifliydi. dönem kıyafetleri kendisine yakışmıi, su gibi sahnede akıp giden bir presence hissedildi. hele de iki iris yanyana oturduğunda, boşluğa bakıp konuşurlarken neredeyse aynı kişiler olup aralarında 40 yıl olduklarına inandım. onun da oyunculuğuna sağlık.
izleyin, izlettirin efendim.