11 Ekim 2016

[Penny Dreadful Post Season 3.]

aylar sonra yazacağım ilk yazının özellikle penny dreadful hakkında olmasını istiyorum. hala üstesinden gelemediğim, bitişini sindiremediğim, zirve bölümlerini unutamadığım ve öyküsünü hayranlıkla andığım bu harika dizi hakkında ne yazsam boş  gibi gelse de, bazı güzelliklerin yazıya dökülmesi şart.

bu dizi hakkında eski yazılarıma baktığımda her zaman post season 1, post season 2 diye yazdığımı gördüm. demek ki ben bu diziyi soluksuz izlemişim, mecalim kalmamış ve ancak bittikten sonra geriye dönüp olayı irdelemeye çalışarak yazmışım. nasıl böyle olmasın ki?

üçüncü sezon başladığında biz kendimizi bambaşka bir vanessa ives ile bulduk. evlerden çıkmıyor, yemek yemiyor, perdeleri açmıyor, tabiri caizse yaşamıyordu. malcolm'un ethan peşindeki amerika macerası hiç ama hiç ilgimi çekmemekle birlikte, ms. ives için içimin parçalandığını söylememe gerek yok herhalde. neyse ki mr. lyle bu konuya bir el attı ve vanessa'yı bir doktora gitmeye ikna etti. üstelik doctor'umuz geçen sezonun cut wife'ı muhteşem patti lupone'du!

uzun lafın kısası vanessa ve sewing konuştular, anlaştılar ve vanessa hayata başka bir yönden bakmaya karar verdi. yani bütün belalar büyüler canavarlar şeytanlar illa bu kadını bulmak zorunda mıydı? önce herşey hiç yapmadığın bir şey yap önerisi üzerine müzeye gitmekle başladı, devamı da çorap söküğü gibi geldi sezonda. bu sezonun kötüsünün dracula olduğunu anladığım an düşüp bayılacaktım. tabii kim dracula kim değil diye dev bir spoiler vermek istemiyorum ama yani pes. gerçekten vanessa'nın mutlu olması bu kadar mı zordu diye sormadan yapamıyorum. şimdi vanessa'yı tam bu noktada bırakıp diğerlerinden bahsedeyim.

victor bu sezon lily'nin ardından depresyonda bir aşık rolündeydi. ama yine de yeni hikayemiz ve hatta temamızın sahibi dr. jekyll kankasıyla kafayı lily'i "iyileştirmeye" taktı. onun o umut dolu bakışları ve korku/şefkat karışık heyecanı ardında seyirci olarak öldük bittik a dostlar.

lily'nin ise ölümsüz bir savaşçı olup tüm kadınları organize ederek erkeklerden intikam alma oyunu dorian'ı biraz baymış olsa da, bu karakterin geçmişine dair bilgiler elde ettiğimiz, dev monologlu efsane anlara tanık olmadık desem yalan olur. yanlarına aldığı ilk kız da damla sönmez'e ikizi kadar benziyordu bu arada, söylemeden edemeyeceğim.

dorian hayranlık ve kıskançlık içinde lily'i izledi izledi ve en sonunda bombayı patlattı: "yıllardır aynı şey olup biterken herkes sıradışı bir şey yaptığını sanıyor, hiç farkınız yok." işte o an ölümsüz olmak ne demek diye düşündüm. ölmemek değil sadece, alışmak, sıkılmak, kaybetmek ama kazanmaktan da yorulmak belki de. ne zor bir hediye...

the creature... bu sezon beni bitirdi. kutuplardaki gemi ambarından fabrika çıkışında ailesini aramasına, yaptığı tahta oyuncaklardan karanlıklarda yüzünü saklamasına beni bitirdi bu adam. sen ne harika birisin, sen ne güzel yazılmış bir karaktersin, kelimelerim yetmiyor.

derken o bölüme geldik: season 3, episode 4: "a blade of grass"

hayatımda izlediğim en çarpıcı dizi bölümü. sinematki bir deneyim. olağanüstü oyuncular. olağanüstü bir metin. yalnızlığın ortasında günün kim bilir hangi saatinde... bu nasıl bir bölümdü, hala düşündüğümde aklım almıyor. her öğrenciye izletilsin, herkes görsün, öğrensin, işini böyle yapsın istiyorum. ödül vermek bir yana, sımsıkı kucaklamak istiyorum her iki karakteri de. silahlar çıkarıp saldırmak, ağlaya ağlaya sarılmak ve herşeyin geçeceğini söylemek istiyorum. bu diziye başlamayı düşünen yok mu orada? başlasın. bu bölüme gelsin ve onunla da kucaklaşalım, hayal kırıklığı, yalnızlık ve dahi terk edilmişlik, zor zaman dostluğu ve bambaşka bir safi aşk karşısında saygıyla eğilelim.

john logan. dizinin yazarı yaratıcısı herşeyi. sondan bir önceki bölüme geldiğimde (evet neler olduğunu söylemeyeceğim) neler olduğunu anlamak için sezonun uzatılıp uzatılmadığı ile ilgili bir ipucu aradım. bu hususa dair haberi aldığımda neler olacağını öyle iyi biliyordum ki...

buradan sonra spoiler var, lütfen izleyecekseniz devam etmeyin, daha ufak bir yazıyla yazıp spoiler bittiğinde normal boyutlara döneceğim ve sizi haberdar edeceğim. aşağı doğru inebilirsiniz.

.
.
.
.
.
.
.
sanıyorum ikinci veya üçüncü bölümün sonunda sweet'in dracula olduğunu öğrendiğimde kaçınılmaz sonu anlamıştım. vanessa ona aşık olacaktı ve yine kalbi kırılacaktı. seward'ın dediği gibi yanlış insanlara kapılan bu huzursuz ve lanetli kadın yine karanlık bir evin odasında açlıktan öleyazıp, çilesini dolduramadan acı çekerek hayatını sürdürecekti. ama dizi öyle bir ters köşe yaptı ki, son haftayı beklerken meraktan çatlayacağımı hissettim. son bölümden bir önceki bölüm sweet'in yanına onu öldürmeye giden vanessa artık sevilmek, olduğu gibi kabul edilmek ve mücadele etmemek istedi. dracula'ya kendini sunduğunda iki ihtimal var dedim: ya ethan vanessa'yı çilesinden kurtarmak için öldürecek ya da biz dördüncü sezonda vampir vanessa'yla kapışan Catriona Hartdegen (havalı bir karakter ama maalesef hikayesinin öncesi ve sonrasını öğrenemedik) ve diğerlerini göreceğiz. ama her iki ihtimal için de wolverine vs. phoenix tadında bir bölüm vardı aklımda. vanessa vampir kraliçe olmuş da dracula'nın yanında yardırıyor. yarı yarıya yanıldım ama yine de daha fazla yanılamazdım. son bölüm başladığında vanessa'yı büyük bir pişmanlık içerisinde solgun yüzü ve mutsuz bakışlarıyla bulduk. ne all mighty vampire queen olmuştu, ne de vanessa ives'ın metanet ve gücü kalmıştı. bölüm sonunda ethan'dan kendisini öldürmesini istediğinde içimde bu harika karakterin ölümünün acısı yerini bu harika yazılan yaratılan dizinin (selam olsun sana john logan!) zamansız bitişinin kederine bıraktı. yerli yersiz dizilerin sezonlarca uzatıldığı, sündürüldüğü bir dünyada john logan hikayesini kısa kesmeye karar vermişti. -çünkü o bir john logan'dı- bir daha böyle güzel yazılan ve karakterlerinin başlangıç ve sonuna dair muhteşem bir yol izleyen, seyirciye istediği her cevabı sunan bir dizi ne zaman gelir diye düşündüm, zihnimin vanessa ives mezarlığına bir demet mis kokulu sümbül bıraktım.
.
.
.
.
.
.
.
spoiler sonu, devam edebiliriz.

ekim ayının başındayız, hala da sindiremedim bu dizinin bitişini. bunun yerine eva green'in tüm filmlerini takibe alıp bitirmeye çalışıyorum. bayan peregrine'in tuhaf çocuklar için evi romanını okuyorum mesela, filmde alma'nın ağzında vanessa'nın cümlelerinin çıkmasını kolluyorum. atarlı ifadelerde vanessa'nın azmini yakalıyorum. hayatta duyduğum en ayıp betimlemenin "bond kızı" olduğunun ayırdına varıyorum bu süreç içerisinde.

artık tek dileğim var: bir gram dizi piyasasına gönül vermiş biri varsa allah aşkına şu kadına bir ödül versin, yoksa gerçekten çatlayacağım.

izleyin, izlettirin dostlar!