06 Nisan 2014

[31 Mart 2014, Cenevre - Porto.]

Yepyeni bir sehir gunlugunde daha beraberiz a dostlar. Uzun suredir hep hayal ettigim yerde, porto'dayim. Simdi gelelim tam da su ana kadar yolculuk anlarina.

Efendim saat 8'de gozlerimi actim alarmlarim sagolsun. Bir sure twitter'da gunun haberlerini aldim ama almasam daha iyi olurmus, uzuldugumdur. Neyse efenim, saat 9.26 trenine kendimi atip, saat 11'de cenevre havaalanina ulastim. Accayip bir guvenlik sirasindan sonra, ki yarim saat aslinda cok sayilmaz belki ama yine de, uzun suredir boyle beklememistim bir yerde, alanda yayilmaya basladim. Soylemeliyim ki ilk kez bu havaalanina geldim. Pek guzel bir havaalani degil, en azindan zurih kadar havali degil. Yani bilemiyorum, boyle demek istemezdim ama fransiz duzeni alani bozmus, swiss duzenini istiyoruz. Neyse efenim iki saatlik ucak yolculugundan sonra -diren 29a- alana indik. Yolculuk boyunca tabii bulutlarin uzerinde gunesli sicakli bir surec gecirdim hani rahatsiz eden birsey degil de, dev botlarimi giydim diye pisman oldum. Ama indigimiz an yeniden yahoo weather application'ina sevgilerimi yolladim. Burasi serince. Hani dondurucu bir soguk yok ama acayip bir yagmur var inanamazsiniz. Durmaksizin, gokyuzunu gostermeksizin yagiyor. Ama asap bozmak ne kelime, sehir deniz koktukca daha da cok mest oluyorum. Efenim 3 gunluk bilet aldiktan sonra kendimi metroya attim. Yarim saat icinde ciceklerle suslu bir merdiven alanindan ana caddeye indim, 10 dakika icerisinde oteldeydim.

Otelim harika! Internetten odami ayirtirken ne olur sac kururtma makinasi koyun dediydim, o bile var, unutmamislar! Heryer tertemiz. Oda minik ama hic sikinti yok. Kendi halinde, banyosu filan accayip aydinlik, yastik yumusacik. Resepsiyondaki kadin cok tatli. Isvicre'den geliyorum deyince aa harika fransizca konusursunuz kanadlai misafirlerle dedi, kahvalti meger tanisma ortamiymis filan. Canim ya, beni fethettiler valla.

Efenim lafi uzatmayayim, otelden cikip dogruca resepsiyondaki sempatik kadinin tarif ettigi rotayi izledim. Pont luiz I'den karsiya yuruyup kendimi sehir merkezine attim.

Tanrim burada bir clerigos tower var, biraz cikmasi macerali -yorucu degil de basamaklar cok kalin ve dar- ama manzarasi pek guzel. Orayi aradan cikardiktan sonra yururken yururken kendimi fotograf muzesinin onunde buldum. Dedim ki rdim, sansini dene ve rota degistirdim.

Dostlar su hayatta nereye ait oldugumu buldum desem yeridir. Livraria Lello. Lello bookshop. Tanrim burasi 130 yillik bir kitapci. Istanbul'daki kitapcilari kapatan zihniyete inat, burasi o kadar guzel korunmus, icerisi oyle guzel ki anlatamam. O ahsap merdiven, o tavanin ahsap oymalari ve dahasi kitaplarin guzelligi -her konuda dev kitaplar fotografcilik, mimari, resim, heykel, tarih, koleksiyonculuk, akliniza ne gelirse- insanin icinin yaglarini eritiyor. Keske portekizce bileydim, hemen her gun gelir burada okuma yapardim. Cok begendim coook. Sansima bir de cok sakindi, normalde cok kalabalikmis. Ay huzura erdim burada. Ayrilamadim bir saat kadar. Canim benim ya.

Simdi efenim devam ettim oradan cikinca ribiera'ya dogru. Burasi unesco'nun dunya mirasi alanlarindan biri. Buraya dogru yokus asagi bir yoldan kendimi kaptirdim. Etrafta sayamadigim kadar kilise, binbir kule, cip karistiran arsiz mertilar ve yagmur kokusu ile nehir kiyisina kadar vardim. Burasi oyle bir yer ki suyla ilgili en guzel seyler burada birlesmis. Arnavutkoy, cunda, paris, prag. Insan gozlerini alamiyor. Nehir boyu yururken, istanbuldan bile cok marti goruyorsunuz. Kazikli bir yolu takip ederken, evlerin gun batimina goz kirpisina tanik oluyorsunuz. Ufacik, daracik sokaklardaki cicek sarkan yosunlu balkonlar taniklik ediyor yalniz yuruyusunuze. Kocaman koprulerin uzerinde yagmurun sesiyle yururken, dunya etrafinizda akiyor, sanki yurumuyor ucuyorsunuz adimlarinizin farkinda olmadan. Oyle inanilmaz ki. Ustelik martilari duydugum anda onlari ne kadar ozledigimi tekrar animsadim ki, ooooo ilac gibi geldiler vallahi. Kurban oldugum deniz kokusunu cekebildigim kadar icime cekiyorum burada. Istanbul bile degil, bana cocuklugumun kucuk kasabasinin kokusunu animsatiyor.

Nehir boyunca boylar tur atiyor. Kimi turlar tum nehru gecerken, bir tur cok kisa, okyanusa kadar ilerliyor. Dusundukce buyulenmis vaziyetteyim, kendimi yazmaktan ve durup durup etrafi izlemekten alikoyamiyorum.

An itibariyle chez lapin diye bir yerde oturuyorum. Sag tarafimda nehir var, etrafi isik isik. Enteresan bir balik yiyorum, codfish diye, allah affetsin ne oldugunu bilmiyorum amma yumusak, kurutulduktan sonra pisirilen bir balikmis kendisi. [sonradan gelen edit: morina balığıymış.] Bir yandan da house wine olarak yesil sarap geldi. Saka gibin. Normal meyve saraplari gibi degil, cok ferah bir tadi var. Kafasi nasil yakin zamanda gorecegiz. Tabii buralarin sarabi meshur oldugu icin sarap cok ucuz. Yarim sise geldi, keyfine variyorum. Bir yandan 4 masayiz burada. Iki masa brezilyadan gelmis. Onlar kaynasti muhabbet ediyor. Sol masam istanbul ve kapadokyaya gitmis, arasira oralardan bahsediyorlar. Ben portekizce bilmiyorum, onlar fransizca ingilizce bilmiyor. Gormeniz lazim, bir sekilde anlasiyoruz. Insanoglu gercekten cok garip yahu. Son masa fransiz, daha yeni giris yaptilar mekana. An itibariyle benim sempatik sarabimdan soylemeleri goz doldurmakla birlikte, iki kisi yarim sise soylemeleri endise yaratmadi degil. Saniyorum ki ben bu geziden sonra da sarabin tadina varmazsam, daha baska bir yerde varamam gencler. Daglara taslara, haydi insallah.

Hazir uzun uzun yazmaya baslamisken bir de porto insanindan bahsedeyim. Sokakta harita actiginiz anda yaniniza gelip yardima ihtiyaciniz var mi diye soruyorlar. Daha baska birsey demiyorum. Bir de genel bir izlenim olarak sokaklar guvenli gorunuyor. Oteldeki kadin da korkulacak birsey yok, rahat edebilirsin dedi. Pek sevindigimdir. Ayrica ulasim konusunda baya iyiler. Metrolari cok hizli. Yeraltinda degil cogu duragi. Tramva gibi ilerliyor. Cok sempatik geldi bana. Illa da yeri delicem diye kicini yirtmanin bir alemi yok mesajini accayip guzel vermisler dogrusu. Bir de burada soyle bir uygulama var, biletini onaylatiyordun. Composter etmek gibi paris garlarinda, ama metro icin de yapiyorsun. Enteresan. Havaalanindan gelirken bir adam kontrol etti, cidden ne zaman okuttuguna bakiyorlarmis. Dogrusu boyle duzgun bir sistem beklemiyordum. Biraz daha gevsek olacaklarini dusunmustum, gunahlarini almisim. Aferini kaptilar valla.

Simdilik gozlemlerim bu kadar a dostlar. Bakalim buralarda cafelerin filan oldugu bir sokak varmis, belkim oraya dogru gececegim. Amma oturdukca yoruldugumu hissediyorum ki, belki de erken bir gece bitisi yaparim. Nasilsa gerekli miktarda porto sarabimi aldi bunyem.
 

Devamini yatmadan yazacagim insallah.

Amani yan masalarimla ilgili su ek bilgileri girmezsem catlayacagim. Sag tarafimda anayasa hocamin aynisi. Sol tarafimda nilgun belgun'un aynisi. Saka gibin.


Efenim yukarıda bahsettiğim cafelerin mafelerin olduğu sokağa doğru yola koyuldum restorandan kalkınca. ama in cin top atıyordu orada. gördüğüm kadarıyla daha çok alışveriş mekanı burası, onun dışında gece hayatını çok canlı görmedim. yalnız dipnotu düşmekte fayda var, günlerden pazartesiydi o gün. işte böyle böyle, o sokakta biraz daha yürüyeyim, haydi bakalım ilerde neler varmış diye diye otele kadar vardım. haritayo önünüze açınca çok mesafe var sanıyorsunuz ama öyle çılgınlarcasına uzaklıklar yok. her uzaklık birini 150 metre. (Evet haritanın lejantına da bakarım) yarım saatlik bir yürüyüşün sonunda otele varıp duş aldıktan sonra uyuyakalmışım. tv'de hep ingilizce kanallar var, portekizce altyazılı. bu durum karşısında ayrıca bir mesut oldum. tv meselesini ayrıca yazacağım ilerleyen günlerde gözlemledikçe.