12 Ekim 2013

[13 Eylül 2013, Türkiye-İsviçre.]

Uzun suredir basina gecemedigim klavyenin basindayim. Anlatacak o kadar cok seyim var ki...

Cocuklugumun ufak kasabasina gidip yaklasik 10 gun kadar tatil yaptim diye soze girmek mumkun aslinda. O huzurun tarifini istesem de yapamam, bazen sadece kelimeler ve dil degil, zaman da yetmiyor bazi seyleri anlatmaya. Oradan donunce tatil bitiyor demem bosuna degil. Oradan dondugumde oranin huzurunu anlatirken bile yabancilasiyorum kendime. Neyse efendim o ufak kasabadan buyuk sehirler sehri istanbula tum hizimla dondum. Yolculuk oncesi alisveristen kuafore, kagit kurek islerinden dost meclislerine kostururken bir baktim ki ucak vakti gelmis, sabah alti bucuk olmus. Insanoglunun kus misali yasadigi bu koccaman ama ufacik dunyada gozlerimi kapattim yillarimi gecirdigim evden, baska bir haneye gidiyorum. Gozlerimi actigimda zurih'teydim evet. Surekli transit gectigim bu kentten ciddi ciddi giris yapacagimi hic dusunmus muydum acaba diye kendime soruyor, aklimdan gecenleri tahlil etmeye calisiyorum. Isin ozunde saniyorum ki asla aklimdan gecmezdi. Ama bir yandan da aklimdan gecmez dedigim icin mutlaka yine yolum duserdi. Dusununce ne enteresan, insanlar kadar mekanlar da insanlara kavusabiliyor demek ki.. Harika bir havaalaninda kisa bir sure gecirdikten sonra -evet bedava wifi olan yerlere saygim kat be kat artiyor. Saniyorum ki ideal dunyamda heryerde bedava wifi var, su gibi- trene atladigiin gibi solugu bir baska ufak ama gitmeden dahi beni muthis bir tanidiklik hissiyle saran sehre dogru yola koyuldum.

Efenim hedefime kolayca ulastim diye soze devam edeyim. Dogrusu tren yolculugunda bile size birseyler anlatiyor bu memleket. Bir kere tren saatleri cok duzenli. COK. Gozlerinizle gormeden inanamiyorsunuz. Bir dakika kaldiginda herkes saatlerine bakiyor ve tren vaktinde geldiginde -ki her zaman geliyor- muthis bir keyif aliyorlar bu durumdan. Yareppim oyle bir gurur ki isvicreli olmak, havaalani terminal shuttle'inda inek canlari duyuyorsunuz ve evdeyim hissini goruyorsunuz insanlarda. Ustelik ev kavrami cok da genis. Bu ulkede insanlar bir sehirden diger sehre her gun calismaya gidiyor. Inanilir gibi degil. Usenmek degil, sikilmak degil de beni en cok sasirtan bu zamana kadar gecirdigim yaklasik bir ay icerisinde hic yorgun bir isvicreli gormemis olmam. Tipki bir swiss saati gibi tikir tikir isliyorlar, isildiyorlar. Neyse efendim trenden indikten sonra otobusle yola koyulup gidecegim exact adrese varmam saniyorum ki 10 dakkayi buldu. Burada otobusler de saatli geliyor a dostlar. Ustelik paris otobusleri gibi degil baya baya saatli geliyor, insan saatini onlara gore kurma ihtiyaci hissediyor mesela. Tanistiginiz insanlar bir sure sonra bu duzenin insani yoracagini soyluyorlar ama simdilik keyfim cok yerinde. Hele de bu satirlari yazarken Italya'dan donus yolculugunda oldugumu goz onunde bulundurdugumda isvicre duzeninin gozunu seveyim, sarilip opecektim sbb tabelasini yeminlen. Neyse efenim, diger izlenimlerime gelince...

Burada herkes cok sabirli. Benim tahminime gore bu elbette egitim ve yetistirilme tarzindan geliyor ama bence mevsimin de cok buyuk etkisi var. Atlarca kar altinda kalan bu topraklarda karin kalkmasini bekleye bekleye tum sinirlerini aldirmis galiba bu insanlar! Mesela markete gidiyorsunuz, 8-9 kisi sira olmus, kimsede bir huzursuzluk olmuyor. Adeta kimsenin acelesi telasesi yok. Booooyle bekliyorlar. Zaten inanilir gibi olmasa da, o kadar insan 5 dakikada tukeniyor hemen sira size geliyor. Saka gibi. Istanbul'da olsam aldigim seyleri birakir o siraya girmezdim, biliyorum. Ama burada o siraya giriyorum. Hayir, girmek zorunda oldugumdan degil, siranin cabucak tukenecegi kanun gibi, anayasa gibi net bir kural haline geldiginden oturu. Baska dikkat ceken bir konu da meyve sebzenin curumesi. Simdi ne alaka bunun neresi swiss diyebilirsiniz ama burada yenilen seyler oyle dogal ki, icerisinde katki maddesi olmadigini domatesler bozuldugunda sevinerek anliyorsunuz. Iddiali bir soylem olacak belki ama cidden, sagliksiz beslenmek icin efor sarfetmelisiniz. cidden. Simdi gelelim istanbul haberlerine. Efenim ben yemek yemeyi seven bir insanim. Sevdigim yemekler olunca oooo karnim doyacak diye sevinmekten cok, negzel yemek yea diye hayran hayran yemegi izlerim filan. Ama oturup da su yemek olaydi da yiyeydim diye hayiflanmamaya calisirim. Cunku yurt gecmisi olan biri oldugumdan, hayiflanmanin sonu yok, kendi kendimin canini sikmamaya calisirim. Ama buradaki istanbul marche'de gozum dondu. Kocca bir pideyi alip yemek istedim filan. Boyle bir kafalar dogrusu. Manti borek corekyen ziyade onlarin orada oldugunu bilmek enteresan bir his yaratti icimde, kayitlara gecsin. Sanirim gurbette hissetmek hissiyati boyle seylerde ortaya cikiyor ve boyle ufak seyler icinizden o hissi sokup ativeriyor. Enteresan abileri barindirsan da seni seviyorum istanbul marche.

Gelelim okul hayatina geri donmelereeeeee. Hala sabahlari alarm kurup derse gittigime inanamiyorum. Tabi sabah dedigim lafin gelisi, genelde ogleden sonra oluyor derslerim pek sevincliyim. Insan is hayatina giristiginde ogrencilik hayati cok uzak ve tatli geliyor ya hani, valla hic de uzak degilmis! Alisamam sanmak filan sanmak -benim hic aklimdan gecmedi gerci, hersey insan icin herseye alisilir- bosu bosuna. Aklinda sadece kendinle ilgili dusuncelerin olmasi, baska hic bir isi dusunmemek rahatligina nasil alisma zorlugu ceksin ki insan? Harika bir his, hoop hemen ogrenci oluveriyorsunuz. Tabii burada ideali sisteme konulan yazilari okuyup gitmek. Ben de o ideali yasatmaya calisiyorum ama bazen okuyamadigim da olmuyor degil. Ama sunu belirtmek gerek, insan biraz olsun hazirlanip gitmediginde ders hem keyifli olmuyor, hem de cidden eksik kaliyor. Buradaki tum universite hayati boyle mi geciyor bilmiyorum ama eger oyleyse universite egitimini de mukemmellestirmisler! Ben hic bir zaman hadi bir x konusunu okuyayim da derste iyi olur deyip hazirlikli gitmedim ve zaten hocalar da konuyu o yazilar uzerinden degil saf bilgiler uzerinden dondurdukleri icin sikintilar yasamadim. Ama belki de, bir metinden yola cikip ona gore donanmak, onunla zenginlesmek ve sonuca varmak daha etkili bir yontemdir, tum yil boyunca dusunup tartacagim bakalim ne sonuca varacagim a dostlar.

Simdi baska bir dala ziplarsak buralarin yesilinden bahsetmek isterim. Hava soguk da olsa cok ferah mesela, temiz. Derin bir nefes aldiginizda icinize dolan havanin saf oldugunu hissediyorsunuz bir kere. Bu temizligin yansimasi bir de yagmura oluyor tabii. Burada yagmur, yagmur olarak yagiyor. Oyle istanbul'daki gibi minik minik, cisil cisil sacma partikuller olmuyor. Damlalari gorebiliyorsunuz. Sanirim o yuzden de derece 17 iken bile kisa kollu gezmek mumkun oluyor. Hava net olunca, sicak soguk iyice bir ayrisiyor galiba, bilemedim teknik aciklamasini. Yesile donersek, efenim heryer yesil. Oyle gozunun alabildigine yesil baglaminda degil. Ama binalar burada istisna sanki. Hepsi ufak birkac katli olarak yapilmis, apartmanlar da olsa da onlar o genel resimde gokyuzunu gormenize engel olmuyor. Sehirler arasi trenle seyahat ederken ise yesil ne demekmis anliyorsunuz. Etrafi izlemekten gozunuzu alip saatinize bile bakmak istemiyorsunuz. Heryer bir kartpostal gibi, surreal ama elle tutabileceginiz kadar da yakin ve oracikta.

bir başka konuya geçmek gerekirse, isviçre'den bahsederken bankalara değinmemek ayıp olur. müthiş dakik olan bir sistemle vatandaşlarına tüm hizmetleri sunan bu ülkede ne kadar miktarlarda para olduğunu tahmin etmek zor değil. tabii paranın da olduğu bir yerd ebir çok bankanın karşınıza çıkması garip değil. ama burada her şeyin bankası var, o çok garip! herşey ama herşeyin bankası var ne demek? mesela bizde benim bildiğim bankalar başka ticari faaliyetle uğraşamıyorlar. burada öyle değil. yani daha doğrusu muhtemelen öyle ama aynı ismi taşıyorlar bir şekilde. nasıl mı? migros bank var! baktıkça kahkahalarla gülmek istiyorum. mesela post finance diye bir banka var, bildiğin posta servisiyle bağlantılı. bankaya girip gişe için sıra beklerken, etrafta dolaşıp post it kalem ıvır zıvır alabileceğiniz bir yerdeler. üstelik çalışanları da görmeniz lazım. üzerlerinde her gün giydikleri kıyafetleri ve üzerinde de bir hırka oluyor. hani bankanın adını taşıyan. dövmeli insanlar, piercing'li yüzler, rengarenk ojeler karşınızda. o kadar harika bir duygu ki! demek ki diyorsunuz, insanların kendinden vazgeçmeden bankada çalışması mümkünmüş bu dünyada. diyorsunuz ki ben bunu gördüm. öyle hoşuma gidiyor ki...

akademi dünyasına bir kere daha dönmek isterim bu noktada. efenim biliyorsunuz isviçre'de almanca ve fransızca konuşuluyor. benim bulunduğum yer de daha ağırlıklı olarak fransızcanın konuşulduğu bir yer. geçenlerde derste öğrendim ki, alman yazarlar, fransız yazarların kitaplarından alıntı yapmıyormuş! insanların fransızca cümleye başlayıp almanca bitirdiği bir coğrafyada böyle sert bir tepkinin, böylesine sert bir ayrım ve ötekileştirmenin olabileceğini hiç hayal etmezdim. çok ama çok şaşırdım. bir tarafın diğerini bu kadar görmezden gelmesi, isviçre gibi medeniyetle birlikte anılan bir ülkede gerçekleşiyorsa, dil din ve ırk ayrımcılıklarının ne kadar büyük problemler yaratacağını tekrar tekrar anlıyorum. bilmek ayrı, ama görmek, bir başkaymış a dostlar.

şimdilik aklıma gelen izlenimlerim bu şekilde olmakla birlikte aklıma geldikçe yazar ya da ekleme yaparım diye bu yazının sonuna geliyorum. sıra bir süredir ihmal ettiğim dizilerimde.