19 Mart 2014

[The Walking Dead: S4E10-14.]

efendim walking dead ile ilgili çok fazla yazmak istemiyorum. sezon arasından sonra olan olaylarla ilgili kısaca bir özet geçmek gerekirse notlarım şu şekilde:

rick ve michonne. olacak gibi değilsiniz. senaristler sakın bu ikili arasında bir hamle yapmayın gerçekten size noterden ihtarname filan çekerim.

beth ve daryl. senaristler kendinize gelin demek istiyorum aslında ama bir yandan da bu ikiliyi beraber görmek istiyorum. varan bir daryl mutlu olmayı hak ediyor ve bu kızceğiz ona genel bağlamda hayata ilişkin umut verdiği için why not coconut? ama kız da ota boka bir nevrozlar yaparak cümleten hayatı tehlikeye atan mallıklar yaptı mıydı deliriyorum. içki içecekmiş de bilmem ne. beth'i canlandıran kız kaç yaşında bilmiyorum ama geeeerçekten çok küçük görünüyor. bilemiyciim ne olacak bu ikili arasında. tabiy beth siktir olup gittiği için daryl'i geride bırakıp, asla bilemeyeceğiz.

glenn ve maggie. ölün geberin de kurtulalım. sikimizde değilsiniz. yok kanla iz bırakıyorum. yok efenim sizi bekliyorum. karıcım karıcım. kocacım kocacım. valla kavuşun ya da ölün filan, çok baydım. dizide illa bir romantik konsept olacak diye düşünmüş bunlar heralde ama yaaani. bu mudur?

carol ve zenci abi. tek kelime: hayır! bu carol'a ben bi gıcığım. daryl'e yavşadığı için zamanında hiiç tatmin yüzü görmesin istiyorum adeta. böyle de bir çirkefliğim var evet. ama kendisini bu son bölüm (14) takdir ettim, onu ayrıca aşağıya yazacağım.

çocuklar ve judith: her renk bitti bir siz kaldınız. neyse. 

carl: öl geber de kurtulalım. yok ayakkabındı, yok reçelindi pudingindi derken içimiz baydınız baba oğul. yeteri bilirseni yeterin artık. 

terminus: burda artık bir bomba mı patlar kıyamet mi kopar bilinmez. ama artık anladık ki tüm karakterler oraya gidiyor ve bir şekilde karşılaşacaklar. artık o kısma gelsek olmaz mı ya? ben sıkıldım böyle ortalarda gezinmekten nevrozdan krizden zombi böğürtüsünden.

geçen haftaki bölümlere ilişkin söyleyecek çok şeyim yok. sadece son 14. bölümden bahsetmek ve yazarları kutlamak istiyorum.

hastalık yayılmasın diye iki yetişkin insanı hasta yatağından sürükleyip çatı katına çıkaran, onları cayır cayır yakan bir karakter, kendisine zombilerin iyi olduğunu göstermek için kardeşini öldürüp silah doğrultan lizzie'yi öldürmeseydi birşeyler çok yanlış olacaktı. doğru oldu. 

carol'ın sen çiçeklere bak deyişini unutamayacağım. 

duman beyaz deyişini de. 

o minnoş kızın lizzie'den daha akıllı olup aslında ölmekten değil de genel olarak korktuğunu söylediği sahneler çok sertti. çok. 

en nihayetinde bir bebeğin ağlamasını kontrol edemezsiniz. ben her zaman o bebişin daha tehlike yarattığını savundum ama, görüyorsunuz ya, kontrol edilemeyen bir tehlike, itaat etmeyen bir tehlikeden daha az zararlı. ne beklendik ama aynı zamanda alışılmadık bir bakış açısı.

lizzie'nin zombileri öldürmemek için krizler geçirmesi filan hep gelen kötü olayın habercisi niteliğindeydi ama insanoğlu esas işaretleri her zaman göremiyor öyle değil mi? bazen ancak bazı şeyler gerçekleştikten sonra dank ediveriyor kafamıza! işte zavallı çocukcağza da böyle oldu. 

lizzie'nin farelerle zombileri beslemesi, tavşanı mavşanı kesip incelemesi normal değildi elbet ama o zaman dikkat edilseydi belki bu işlerin önü alınırdı, kimbilir. 

ama overall, senaristlere kocaman bir alkış gidiyor. karakter tutarlılığı açısından harika bir iş çıkardılar.

sert bir böüm yaptılar evet ama aslında tam da aradığım ruh buydu işte. insanlığımızın sınırlarını sorguladığımız, öldür öldür diyerek izlediğimiz ama yine de içimizde biraz olsun da merhamet aradığımız bu bölüm, haftalar sonra ayrı karakterlerin hikayeleri işlenirken yazılan en güzel bölüm olmuş.

son iki bölüme yaklaşırken inşallah daha da iyi iki bölüm bizi beklemektedir.