07 Ekim 2012

[Biutiful.]

nereden başlasam bilemiyorum. ama öncelikle şunu söylemek gerekli galiba: bu kadar çok duyguyu aynı anda hissetmeyeli çok olmuştu.

müthiş bir çaresizlikle mücadele ettim önceleri mesela. seni alacağını bildiğin bir hastalığın pençesinde, senden sonrakilerin hayatını garanti alma çabası ile geçen günler. kendine saklayıp kendi kendine atlatmaya çalıştığın her sabah, her tuvalet, her mide bulantısı, insanlar üşümesin diye ısıtıcı alırken koşarak dışarı çıktığını unutamayacağım javier. hayatının her halkası birbirine geçiverdi orada sanki. beni en zayıf olduğum noktadan vurdun.

korkuyla sarsıldım diye kayda geçmek gerekli bir de. hayır, javier o küçük çocukla konuşurken korkmadım. sadece yüzüme bir kere daha çarptı fanilik. çocuklar... çocukları hiç bir filmde görmek istemiyorum sanırım. bulundukları her filmi daha da güçlendiriyorlar. "korkuysa dehşet, hüzünse dram" oluyor. o yanyana yatan iki çocuk, korktum sizin gerçekliğinizden. korktum o ufacık yaşlarınızdan. korktum yarım kalmışlıktan. çok korktum. öyle ki javier oradan kovulurken, maillerimin, üyeliklerimin şifrelerini düşündüm. benden sonra elektronik ortamdaki ben'in izlerini düşündüm. başımı iki yana sallayıp dağıtmaya çalıştım bu düşünceleri. yoksa delirecektim sanıyorum. çünkü çok zor. çok ama çok zor giden birilerinin arkasından ortalığı toplamak. bulduğun her eşyadaki yaşanmışlığı bilmek, koklamak, okumak, dokunmak. çok zor. istemezdim herşeyin ortadan kaybolmasını, ama bu kadar zor olmasaydı iyiydi. işte, böyle şeyler düşündüm hep korkarken. sonra ufak bir çığlık attım "aman allaaaah!" diyerek. hikayeleri yarım kalmış, sebebi olduğun insanları gör javier, ama kurban olayim tepeden sana bakarlarken görme. hadi görüyorsun, rica ederim bu insanlar japon ırkı -böyle bir tanım var mı bilemeyeceğim ama kısaca çekik gözlü insanlar diyebileceğim ırk bu insanlar efendim- olmasın! ol-ma-sın! dünyadaki en creepy bakışlar, en korkunç ifadeler bu insanlarda bu nedir? halka ve grudge'dan sonra beni böyle yaptınız yeminlen, şimdi lütfen kendinize gelin ve ortamı terkedip gidin. gözleri tek noktaya bakarak kayıp giden kız ve bebeği, sizi hiç unutamayacağım galiba. benim bile vicdanımda yer ettiniz, üstelik tek suçum bu filmi izlemekti...

öfke. öfke-- öfke!!! baş kaldıramayan insanlar adına duyduğum öfke. ige'ye duyduğum öfke. o minik oğlanın kaşının kenarındaki minicik yarabandı yüzünden marambra'ya duyduğum öfke.polis memuruna duyduğum öfke. hiç bir güvencesi olmadan ailesiyle ispanya'daki o korkunç komün evine gelen ige'nin kocasına duyduğum öfke. tito'nun yatağındaki marambra'ya duyduğum öfke. düzene duyduğum öfke. düzensizliğe duyduğum öfke.javier'in babasına gittiği için duyduğum öfke. öldüğü için duyduğum öfke. geride saece birkaç fotoğraf bıraktığı için duyduğum öfke. herşeyi içine atan, paylaşmayan javier'e duyduğum öfke. nesini paylaşsın, ne işe yarar ki başkalarını üzülmekten başka deyip kendime duyduğum öfke. sessizlik. mutsuzluk. öyle yoruldum ki...

öfkeden daha çok yoran bir his varsa o da güvensizlik hissi heralde. tüm bunlar aklımı, kalbimi sıkıştırıp zorlayıp yorarken, bir de bu hisse saplandım kaldım bu filmi izlerken. marambra'ya güvenmiyorum mesela. gıcığım. gıcık! öfkeyle de karışık bir gıcıklık, bir soğukluk var içimde. tito'yla gördüğümden değil hayır, ama o mavi ışığa bakıp uyurkenki halinden nefret ediyorum. ışığın yanıp sönmesinden nefret ediyorum. her an minik çocuklarını unutacak olman beni kavuruyor, uykularımdan da edecek biliyorum mesela. o yatağı taşıtmanın öfkesi, içime yanan bir evin hazin sonunu düşündükçe doğan güvensizlik hissinin içinde kayboluyor. bu needy halin, beni deli ediyor! ige'ye gelince... herkesin ailesi kendine. o yüzden biliyorum ki sen çoktan geri döndün. sana olan güvensizliğim beni endişelendiren bir olgu değildi tüm film boyunca, üstelik marambra'ya benzediğini düşünmeme rağmen. it was just a simple fact. gördüğüm, algıladığım basit bir gerçek. aynen böyle. ailesiyle kendini tanımlayan, acıdığım, yarıdm etmek istediğim, ama aynı zamanda javier için, javier yüzünden nefret ettiğim bir kadın işte. hatta daha da ileri gideyim: nankör! ama dedim ya, herkesin ailesi kendine. ben bunu yapmazdım demek o kadar da kolay değil.

bir de hiçbir duyuya yerleştirmek istemediğim anlar var mesela. sen bizi bırakmazsın değil mi baba deyişini unutamayacağım o miniğin kanepede javier kızıyla yatarken. kızıyla sarılıp beni unutma deyişini asla atlatamayacağım. korkuyla babasına dokunduğu anı gerinlikle hatırlayacağım. javier'in kendisini tavanda gördüğüm an gözlerimi nasıl da kapattığımı görmenizi dileyeceğim. ve aynı anda da o sahneyi hiç görmemenizi... sonra ige'nin ayak seslerini duyduğumu, gölgesini gördüğümü düşüneceğim bir süre, kıvrılıp uyurken geri döndüğünü düşüneceğim. umut yeşerecek içimde de, aklım izin vermeyecek açıkça bildiğim gerçeği kendimden saklamama.kapıdan kovacağım umudu...

karların arasında bir yerde deniz ve rüzgarın uğultusunu dinlerken filmin en sonunda, tam da en başında bıraktığım yerde, anladım ki birbirine müthiş bir tanıdıklık edasıyla sırıtan bu iki adamın hayatları arasında yaşanan hikayeler şüphe, korku, öfke, çaresizlikle beni sararken, hüzünle, dramla bağlamış da, filmin sonunda yazılar çıkıncaya kadar fark etmemişim. 

fark ettiğimde ise, çok geçti dostlar. izlemesi acı, kendisi harika bir film için: Biutiful.