01 Ekim 2012

[Self-reflection: Post - Never Let Me Go.]

Dum inter homines, sumus colamus humanita

özellikle üçüncü kısıma geldiğimde kulağımda sadece bu cümle çınlıyordu. durmaksızın, tüm hüznüyle hem de. kim olduğunu, kendi kimliğini çözmeye çalışan, yüzünü dergilerde arayan, ezilecek bir böcek gözüyle kendine bakan bu çocukların hikayesini okumaya başladığımda baştan aşağı ürperdim. resimleri, şiirleri alındıkça, satışları bekledikçe, arkadaş gruplarına uyup onlara göre hareket etmeye çalışırken arka planda büyümelerine tanık olurken, aile olgusunu bilmeyen, tanımayan bu çocuklara çok üzüldüm. 

tıpkı madame gibi, kathy'i gözlerimin önünde gördüm. kendi etrafında dönüp duran minik bir kızı gördüm de, gözlerimi kaçırdım kendisinden. artık terk etme yaşları gelirken -ki bu bana çoğu filmde tanık olduğumuz çocuk esirgemeden ayrılma yaşı olan 18 yaşın acılarını çağrıştırdı- dehşetle sarsıldım. ne yapacaktı bu çocuklar? nasıl yaşayacaklar, nereye gideceklerdi? my sister's keeper'da minik kız, avukatın yanına gitmemiş miydi kendi vücudu hakkında kararları kendisinin almak istediğini söylerken? insanın kendi vücudunun sahibi olamaması kabuslarımdan çıkmadı günlerce.
üçüncü nakil, dördüncü nakil, derken, eskiden bir yazlık olan o binanın şimdi bu hasta insanlara ev sahipliği yaptığını düşünmek, o tramblen direğinin öylece orada kalması... sonbahar ve kış aylarında boş yüzme havuzu görmenin çok hüzünlü olduğunu düşünmüşümdür hep. meğer daha da hüzünlü olanı doldurulmuş bir havuzun gölgesini görmekmiş. çok çok garipti bunları düşünmesi. 

ruth'un gazetede gördüğü bir ilandan kendisine hayaller çizmesi, her insanın dergi okuyup da hayallere dalması kadar doğal bir refleks değil miydi? işte bu soruyu sordum kendime. kendi hakkında bilmediğin sorulara maruz kalmak kadar acısı var mı? misal en sevdiğin rengi bilmediğini hayal edebiliyor musun? ya da hep siyah beyaz bir hayata kapanıp kaldığını? öyle bir boğulma hissiyle okudum ki... soluk soluğa, heyecanla, ama sıkıntı içerisinde. hep bir cevap arayarak. sanki ruth, tommy, kathy ve ben bizi bekleyen kaderi atlatmak istermiş gibi, hep bir çözüm aradı aklım. bulamadı. 

bir insanın kendisini bir okulla tanımlaması ne acı. hatta bir insanın kendisini birşeyle tanımlaması ne kadar acı, ne hazin... hailsham kapanırken, kathy'nin içinde hissettiği "peki ya biz ne olacağız?" sorusuna cevap bulamadım. annesi babası olmayan bu kız, anılarından kopmak istemezken, büyüdüğü yerin kapandığını duyduğu an neler geçti aklından? hepsinin kitaba dahil edilemeyeceğini biliyorum. anlıyorum... bu dilimin ucuna getirmek bile istemediğim aileden kayıplar gibi. kendi kökeninden kimse kalmaması gibi. çok, çok korkunç-- tarifsiz. tarifi asla mümkün olmasın inşallah dediğim birşey. 

ruhunuzun olduğunu kanıtlamak için yaptırdık o resimleri...

gözlerimin önünde baloncunun elindeki tüm balonlar uçup patladılar bu cümleyle. 

önce sadece "subject" oldunuz siz, nasıl yaşadığınız umurlarında olmadı...

aşağılandım. yüzümü kızartacak hiç bir suçum olmamasına rağmen, onlardan biri olmamama rağmen yerin dibine geçtim. yok olmak istedim. üçüncü noktanın ardından gelen boşluğa akmak istedim bu cümleyi okuyunca...

ama sonra, içimdeki o korkunç yan ortaya çıktı. kazuo ishiguro, tam da bunu hedefledi. kurdu, kurdu, kurdu bütün hikayeyi. sanki bir son durak filmi gibi, tüm yaylar gerildi, ipler boşaldı, ağırlıklar düştü, tam kurtulduk derken dünya üzerime yıkıldı.

beni kitabı okuduğum iki gün boyunca düşüncelere sevk eden, uykularımı kaçıran, uçak yolculuklarımı hem heyecanlı, hem de boğucu hale getiren, günlerdir hakkında yazarım diye tuttuğum bu kitap, en zayıf yerimi hedef olarak belirledi. ateş etti. 


insaniyetim, insanlığımın zayıflığı yüzünden öldü.


söylenmesi güç, söylenmesi ayıp, söylenmesi düşünülemez şeyi söyleyeceğim şimdi. çünkü yazarlar bunu yapmalı. yapabilmeli. çünkü yazarlar, ne yazarlarsa yazsınlar, en önce insanlar. 

kansere çare bulan bu çocukları feda ettim ben. bu hastalık ve bunun gibi diğerleri için çözüm olan bu çocuklardan sadece 3 tanesinin beni sarsan hayatlarını tek hamlede gözardı ettim. 

yeter ki bir çözüm olsun, insanlar eriyip gitmesin dedim.

tüm insani duygularım, içimdeki insanlığı öldürdü.

çok üzgünüm. 

çünkü benim hayatımda, benim ailem için böyle özel çocuklar olmadı.

yetmediler, yetemediler...