22 Mayıs 2015

[17 Mayıs 2015, Atina.]

Efendim bugun pazar, gunume monastraki'de basladim. Basladigim en guzel gunlerden biri oldu, bu kadarini soyliyim. Burasi bit pazari alani. Ama oyle bir alan ki eski oyuncaklardan calisma masalarina, juke box'lardan vazolara, dikis makinalarindan avizelere, akordiyonlardan [bu noktadan sonra istanbul'dan devam ediyorum a dostlar] teleskoplara herşey herşey herşey var. bir yanda evinizi buradan aldığınız eşyalarla doldurmak istiyorsunuz, bir yandan da sadece izlemek ve gördüklerinizi hafızanıza kazımak istiyorsunuz. öyle güzel ki... başkalarının eşyalarının anıları, sizin çocukluk oyuncaklarınıza karışıyor. eski plakların cızırtıları, kasetçalarlar, kuş kafesleri, karpuz lambalar, vestiyerler... kayboluyorsunuz, bulunmak istemiyorsunuz.

burası öyle bir yer ki, öğlene kadar yaşamını sürdürüyor, öğleden sonra ortadan kayboluyor. inen kepenklerin ardında nasıl büyülü ortamlar içerdiğini, içerebildiğini aklınız almaz, belki de o meydana girmek bile istemezsiniz grafitti'lerle dolu ürkütücülüğünün içerisinde. ama gündüz vakti öyle güzeldi ki, herkes bir kere yaşamalı bu çılgın pazar deneyimini.

monastraki'de zamanın nasıl geçtiğini fark etmediğim saatlerin ardından, görmediğim bir kaç noktayı daha gezmeye devam ettim hop-on otobüscüğümle. efenim öncelikle temple of zeus. yauv adamlar yapmış diyorum başka birşey demiyorum! ben 21. yüzyıl gözlükleriyle bile fani hissettim, o zamanki adamlar kimbilir nasıl çılgın hissetmişlerdir? insanın gözü almıyor, ruhu sığmıyor, ne kadar güzel bir yerdir burası! corinthian sütunlara bakıyorsunuz, anlamaya çalışıyorsunuz ve garip bir şekilde ilahi bir dinginliğe, insani bir övgüye bırakıveriyosunuz kendiniz, harika bir yer.

sonrasında temple of hephaestus'a gittim. burası cidden aslı gibi kalmış, hiç bozulmamış hissi uyandırıyor insanda. özelikle de parthenon'la karşılaştırdığınızda. burası da ağaçların arasından dünyaya bakan bir göz. köşeyi dönüyorsunuz ve kadrajın almadığı güzellikle, müthiş bir simetride, dokunulmamış bir düzende sizi bekliyor. belki de bazı insanlar için yıllar öncesinden günümüze kalmış, büyük bir çoğunluğu harabe olan binalar birşey ifade etmiyor. ama benim için tarihin anıları olmasının yanı sıra, insanoğlunun ne kadar da yükseldiğinin, ilahi bir tanrı anlayışına saygının yanı sıra onları idealleştirmeden içselleştirebildikleri bir dönemin sembolü. dünyanın göz bebeği bir şehirde, zihnin, kalbin, bilimin özü. en güzel göstergesi.

neyse efendim, buradan çıkınca bir de Numismatic Museum'a gittim. anam burası adından da anlaşılacağı üzere para dolu! hey gidi ticaret sen nelere kadirsin! heryerden, her dönemden, her kraldan, her hükümdardan, her taştan, her metalden paralar var burada. insan hayretle izliyor. ben tabii çok daha hızlı geçtim ama insanlar -özellikle de meraklıları- saatlerini burada geçiriyor. üstelik sadece paraları görmekle kalmıyorsunuz, nasıl restore edildiklerini de görebiliyorsunuz özel bilgisayarlardaki anlatımlardan. en nihayetinde bir avuç çamurun içinden çıkan ve metal paradan başka herşeye benzeyen parçalar üzerinde el emeği göz nuruyla yaptıkları bu restorasyondan etkilenmemek mümkün değil. insanoğlunun uğraşları ne de garip... kendini adadığı şeylere olan sadakati beni her zaman şaşırtıyor, iyi ki dedirtiyor.

efenim buraları da gezdikten sonra yeniden yemeğe oturdum ve yine sardalyaları uzoyla küplettim. yemekten kalkmak üzereyken tatlı ikramı (bildiğin revani yahu) beni mest etti. hey gidi yılların kavgaları, kapışmaları, sorunları. bu kadar aynı insan, yemek, kültür içerisinde nasıl barınabilmiş, kimler neden bitmesini istememiş doğrusu anlamak mümkün değil.

efenim akşama doğru geç vakit yediğim yemeğin üstüne çok basit birşeyler yanıma alıp otel bölgesine kadar döndüm. odaya üstümdeki eşyaları bıraktım ve kendimi kumsalda taşların üstüne attım. evet, kumsalda kum yok, ufak taşlar var burada dostlar. gün batıp da hava kararıncaya kadar o dinginlik ve dalga sesleri eşliğinde geç akşam yemeğimi yedim, dizlerime kadar suya girdim ve bekle beni ege, yarın kavuşuyoruz diye gülümseyerek odama döndüm.

bundan sonra tarzım la vie grec. ya da bir başka deyişle ve translate'in yalancısı olarak: Έλληνες ζωή