22 Mayıs 2015

[18 Mayıs 2015, Atina.]

Bugün belki pire limanından yakın olan adalara giderim diye düşünüyordum ama denize kavuştuğumda eşyalarımın hali ne olur endişesiyle hiç bu maceralara girmeden, otelin yolunun karşısındaki kumsalın yolunu tuttum. an itibariyle güneş yanığı kırmızılarım düzeldi, 300 ml arko nem şeftali mango, bir şişe bepanthol krem, bir şişe bepanthol hassas cilti bıdı bıdı kremi sonrasında kendime geldim. ama yine de kumsalda geçirdiğim saatlerden pişman değilim.

su berrak, dibi görünüyor.

şnorkelle incelemek, dibe kadar inmek, deniz kızı olmak, uçup gitmek, dalıp kaybolmak istiyorsunuz.

öyle güzel ki.

öyle huzurlu ki.

sadece suyun içerisinde asılı kalıp suyun berraklığını, dipteki kayaları, ellerinizin arasından geçen balık sürülerini izlemek istiyorsunuz.

suyun soğuğu teninizi üşütüyor, ama içiniz ısınıyor bu sulara. çıkmak istemiyorsunuz, daha çıkarken kumlara batarken aklınızdan tek düşünce geçiyor: bu deniz öyle güzel ki, çıkmak isteyenleri bile kumuna batırıyor. hey gidi.

ama gel gör ki, akşam dört buçuk sularında sudan çıkmak durumunda kaldım: üşüdüm yahu! ve bu hızla ilk tur kremlerimi sürerek yemek yemeye monastraki'ye doğru yöneldim. yemek sonrasında monastraki sokaklarında biraz daha yürüyüp hediyelik alışverişlerimi (bu arada çok güzel küpeler satıyorlar, meraklıysanız benim gibi, delireceksiniz) yaptım ve bir de kokteyl çıkarmam oldu. rock and balls'da 2red'lerin keyfine vardım. gerçekten de her zaman söylediğim gibi atina'lılar yaşamayı, eğlenmeyi biliyorlar. ne güzeldi ortam. ingilizce menü olmasa bile tek tek tercüme etmeye gönüllü garson, yan masadan tavsiyeler veren gençlik, koyulaşan sohbetler ve aslında tüm bu gürültü içerisinde hissedilen derin huzur.

otele dönüşte can acısı ve bir kutu krem. ama hiç pişmanlık duymadan. canımsın atina.