01 Ağustos 2011

[darkest moments in life vol.1]

birşeyler yanlış. çok yanlış.

bad wolf. bad. wolf. sanki bir sürü anı, bir sürü koku, etrafıma serpiştirilmiş, canımı yakıyor. eve girerken yazlığın kokusunu alıyorum. pazar yolunu geçerken çardak kokuyor diye camları açıyorum takside. biliyorum ot kokuyor, ıslak. çay demliyorum, ezan okunuyor. deniz şıkırtılarıyla kararıyor. karşıda ışık yok. dokuz çakar yok. zifiri karanlıkta kokularla, seslerle yolumu bulmaya çalışıyorum. olmuyor. şu an burada olmamalıydım ben. şu an bilgisayarda bunları yazıyor olmamalıydım. şu an pencerenin telinden televizyon izlemeye çalışıyor olmalıydım. anneannemin arkasından, tencerenin üstünde zıplamalıydım. ramazan pidesi olmalıydı. top yine ne gümbürtüyle patladı demeliydim. yanlış. bu yanlış. gemiler geçmeliydi. umursamadan içeride televizyon izlemeliydim. vantilatörden üşümeliydim.
mantı yapmalıydım. çay koymalıydım. un kurabiyesi yemeliydim. çok huzurlu bir yerde olmalıydım, üstümde bir askılı bluz, altımd koyunlu şort. omuzlarım acımalıydı. ağustosa geldik diye hayıflanmalıydım. oysa bu sene...yaza giremedik biz.
herşeyi planlamaya çalışıyor insanoğlu. belirsiz olunca içinde bir huzursuzluk. aman sınavlar belli olsun, aman vize çıktı mı belli olsun, aman ilaç saatleri belli olsun. anladım artık. eğer geleceği bilseydik, delirirdik.
mutsuzluktan kavrulurduk. tüm bu plan, tüm bu ajandalar, aldığımız tüm notlar bu gerçeği gizlemek, arka plana atmak için. biliyorum neler olacağını.
artık kanepede uyuyakalmış anneannemi göremeyeceğim ben. öteki yaza görüşürüz diyemeyeceğim yakın zaman içerisinde. buzdolabında soyulmuş buz gibi şeftali bulamayacağım. dünyanın en güzel meyvesini hüzünlenmeden yiyemeyeceğim. ben de, annem gibi gözlerim dolarak hatırlayacağım. elbet bu gün gelecekti. ama olmadı. çok yanlış oldu. yanlış oldu doktor. başımın ağrıması kadar, yaz gününde serin rüzgarlar kadar, halı üzerindeki karınca, yerdeki hamamböceği kadar yanlış oldu.
oysa biz bu sene balkonlarda oturacaktık. üniversite muhabbeti yapacaktık. insanları çekiştirecektik. yeni çeyizler görüp, kekik ayıklayacaktık. sindiremiyorum. allahım ne olur bana bir cevap, bir işaret, bir rüya gönder. anlat bana. aydınlat beni.
bak ne güzel okudum. ne güzelişler yapmaya başladım. ama içimdeki bu boşluk... bu resmiyet, bu rahatsız edici ofisler. kaydedemediğim word belgesi. bu kıyafet. o soğuk klima. ben miyim bu? küçükken hayal kurmak çok kolaydı. şimdi gerçeğe kavuştukça o hayal rayından çıktı herşey. o yok. kapı zili yok. cıvıl cıvıl sesler yok. ya minik bir ortam var, ya da büyük, ortası yok, istediğim yok. yok. ok?
gözlerim dolu dolu evimekadar geldim. başladım yazmaya. sicim oldu da aktı yaşlar. ya şimdi? bir sonraki koku, bir sonraki görüntü, bir sonraki bunalıma kadar mı birşey yok gibi yapacağım? bir şey yok mu hakikaten? yaşam ve ölüm mü bu? öğrencilik ve yetişkinlik mi? benim gibisini bulsam, huzur bulacağım biliyorum. inanmaya devam edeceğim. tıpkı bir zamanlar umudumu kaybetmişken inandığım gibi...
ama öyle zor ki bu. hangi kıyafeti istediğini biliyorsun. ama elindeki kumaş o kıyafeti çıkarmaya yetmez. o kıyafeti almak istesen emin olamazsın. haydi dikeyim desen takatin yetmez. ya da yetmez uğraşma derken bulursun kendini. yok mu bir hazır giyim? yok mu? yok mu bir komşu teyze, o elbiseyi bana alsın? yok mu bir kıta? kocabir imparatorluktan geçemedin mi hala?
geçemedin işte. elinde birtop kumaş, kırk takla. canın takla atmak istemiyor ama, oturmaktan da sıkılmışsın sen. ancak al fikret kızılok, vur klavyeye.
boşaldı mı zehrin? bitti mi? sesin düzeldi mi çalan telefonu açacak kadar? bir iki kelime söyle dışından. dışından dedin. kaydet. yayınla. oturumu kapat.

bittii gitii.