15 Eylül 2018

[How To Get Away With Murder S4E13: Lahey v. Commonwealth of Pennsylvania.]

en son how to get away with murder hakkında yazdığımda, 1. sezonun ardından hissettiklerimi yazmıştım. bu zamanı yakalamak adına açıklıyorum: her bölümünü soluk soluğa izledim. zira sezonun ilk yarısı başladığında bir olaydan geriye doğru gidiyoruz ve o olaya doğru yaklaşıyoruz. ikinci yarısı başladığında ise o olayı yakalayıp gelecekteki gizemli finale doğru koşuyoruz. dolayısıyla beşinci sezonu beklediğimiz şu günlerde doğrudan söyleyebilirim: her bölümün son 2 dakikasına konsantre olduğum kadar üniversite sınavında bile odaklanmamıştım bence.

bu diziyle ilgili ikinci sezonda korkum şuydu: hep mi cinayet olacak yani, ya kabak tadı verirse? ama bence cinayet konusunda olayların akışını çok makul tutup başka olaylara giriştiler, çok da keyifli ve sürükleyici oldu. üstelik arada bir de class action yaptılar ki tadından yenmedi dizi. velhasıl beşinci sezonu beklerken yepyeni heyecanlarım ve fragmanını gördüğüm için 'yine mi cinayet / bu sefer kim öldü?' temalı sakladığım dehşet çığlıklarım var. ama şu anda geçen sezonun beni en etkileyen bölümünden bahsetmek istiyorum.

bu blogu okuyanlar fark etmiştir mutlaka. ben çok dizi takip ediyorum. bu takip bazen yorucu olmuyor mu? elbette oluyor. ama insan sevdiği birşeyi yaparken ona zaman bulmakta sorun yaşamıyor, bulduğu zamanda kaçırdığı bölümleri takip ederken, hayatındaki diğer keyiflerden vazgeçmiş gibi hissetmiyor. tam tersi, aslında kendime vakit harcadığım için huzur ve mutlulukla doluyorum. bu kadar çok dizi izlememin sebebi bambaşka dünyaları tanımak aslında. beğendiğim ve takip ettiğim türler az çok belli olsa da, asıl hedefim ufkumu açmak, işten eve geldiğimde bu semalarda oturmak yerine sevdiğim karakterlerin semalarında uçmak, ekran vasıtasıyla vize almak belki de. insanları zorlayan, sınırlarını test eden, dram ve neşeleri, zaman yolculukları ve siyasi oyunları, hapishane koğuşlarını, cadıların sihirli alemlerini takip ederken elbette ki hayal gücümü besliyorum. ve bazen diziler hayal gücümüzü beslediği kadar gerçek hayatı da besliyor. olmayacak, imkansız denenleri gerçekleştirip, en ulaşılmaz dediğimiz hayali gerçek haliyle önümüze sunuveriyorlar, önyargıları kırıp kanatlandırıyorlar bizi. işte how to get away with murder'ın dördüncü sezon 13. bölümü böyle bir bölümdü. Imdb'den aldığım ve bölümün vurucu cümlelerini aşağıya ekleyeceğim. eğer spoiler görmek istemiyorsanız, bu noktada ayrılmanız gerekiyor.

"Racism is built into the DNA of America. And as long as we turn a blind eye to the pain of those suffering under its oppression, we will never escape those origins. The only safeguard people of color have is the right to a defense, and we won't even give them that. Which means that the promise of civil rights has never been fulfilled. Due to the failure of our justice system, our public defense system in particular, Jim Crow is alive and kicking; laws that made it illegal for blacks and whites to be buried in the same cemetery, that categorized people into quadroons and octaroons, that punished a black person for seeking medical attention in a white hospital. Some may claim that slavery has ended. But tell that to the inmates who are kept in cages and told that they don't have any rights at all. People like my client, Nathaniel Lahey, and millions of people like him who are relegated to a subclass of human existence in our prisons. There is no alternative to justice in this case. There is no other option. To decide against my plaintiff is to choose lining the pockets of prison owners over providing basic defense for the people who live in them. And is that the America that this Court really wants to live in? Where money is more important than humanity? Where criminality is confused with mental health? The Sixth Amendment was ratified in 1791. It's been 226 years since then. Let's finally guarantee its rights to all of our citizens."

Annalise keating bu cümleleri sarfederken gözyaşları içerisinde ekranı izliyordum. viola davis'in boynuna atlayıp sarılmak geçiyordu içimden. shonda rhimes'a müteşekkirdim. çünkü bazı şeyleri kurguda söylemezsek, gerçekte olamaz gibime geliyor benim. korkuyorum. ama işte bazen televizyonda izlediğim en güzel bölümle birlikte umut doluyorum.  konuşabiliyorsak mümkündür, mümkünse olabilir. gönlümden geçiriyorum hakedilen yarınları, umutları.

neden olmasın?