30 Eylül 2018

[This is Us: Post Season 2.]

üçüncü sezonun başladığı bu günlerde, this is us'ın ilk iki sezonundan bahsetmek apayrı bir keyif olacak benim için.

bu diziyi ilk keşfim bir emmy töreni sonrasında tüm ödülleri toplamasıyla oldu. herkesin bahsettiği, izlediği, ağladığı, dövündüğü, aşkla dolduğu bu dizi nasıl birşeydi ki herkesi bu kadar fethetmişti diye soruyordum ama diğer dizilerimden de pek vakit bulamıyordum. sonra efenim, super bowl bölümü geldi. tabii burada yazdıklarım dev spoiler olacağı için neler olduğunu yazmayacağım ama izleyenler neden bahsettiğimi çok iyi biliyorlar. super bowl bölümünün son 10 dakikasını izledikten sonra dizilerimin bitişini beklemeye başladım. bu dramatik diziye başlamazsam olmayacağdı artık.

derken ilk sezona bodoslama bir giriş, 1.3 ile ilk sezonun sonuna varış, derken 2. sezonun sonu. 3 kardeş, birçok aile, çocukluk, ilk gençlik ve yetişkinlik dertleri. aşk, kayıp, bağımlılık, bağlılık, şöhret, yaratılan hapishaneler, hastalıklar, dostluk. hepsi bu dizide. üstelik mutsuzluk veren demeyelim de hüzün aşılayan sahneleri mutluluk veren sahnelerine oranla bence daha ağır. dolayısıyla izlerken hep içten içe bir "ah" sesi yükseliyor seyirciden. ama o mutlu sahneler o kadar güzel ki, içinize ılık bir his yayıyor, sanki kış gününe baharı müjdeliyor, yaz günlerine serin bir sonbahar yağmuruyla huzur veriyor. sevmemek, takip etmemek ve merak etmemek mümkün değil. mutlaka izleyin efenim.

tüm oyuncuları severek takip etsem de bazılarından bahsetmeden edemeyeceğim. bence ilk iki sezonun yıldızı tabii ki sterling k. brown. onun o yetişkinlik dertlerinde sıkışmış halinden aile babası minnoşluklarına, sanki oyuncuyu değil de yaşananları izledim gibi bir hissiyata kapıldım. beth randall çiftinin güzelliği insanı daha güzel bir geleceğe inandırıyor. dilerim başlarına birşey gelmez!

mandy moore'un kendisini çok takip ettiğim söylenemez. doğrusu bir zamanlar popüler olduğu şarkılar ve diziler hiç ilgi alanıma girmedi. ama this is us çok başka. daha önce yaptığı işlerin çok başka bir boyutuna geçmiş, hayatının en güzel rolünü kapmış diye düşünüyorum. yaşlılık makyajı kısmı beni çok sarmasa da, rebecca'yı mandy moore'suz düşünemiyorum. özellikle jack becca sahnelerinde milo ile uyumu tartışılmaz. kendisini izlerken hem bir haset var içimde, hem de bir kalp sızısı ve tahtalara vurma hali. bu aşk hikayesi hakkında daha fazla öğrenmek için sabırsızlıkla takipteyim.

son sözü tabi ki milo hakkında söyleyecektim, başka türlüsü düşünülebilir miydi? yıllar önce gilmore girls'de kalbimi çalan jess'in yüzü, heroes'a sayesinde başladığım canım peter petrelli. seni çok seviyorum gerçekten. hani çocukluğunu, ilk gençliğini bildiğiniz bir kişi büyür, yuva kurar, aile babası olur da siz uzaktan uzağa hayranlık, gurur ve kadın/erkek aşkı değil ama yaşam aşkı ile izlerken bulursunuz ya kendinizi, işte this is us'ın jack'i bende böyle hisler uyandırıyor. sevgili jess büyümüş, çoluk çocuğa karışmış ve dünyanın en kusurlu mükemmeli olmuş. canım benim, her sahne ayrı bir keyif, bu rol hakkında tartışılabilecek tek konu bıyıkları yakışıyor mu yakışmıyor mu konusu.

izleyin, izlettirin efendim. this is us.