15 Eylül 2018

[True Blood.]

efendiiiiiiiiim, yine uzun ısrarlar sonucunda başlamak zorunda kaldığım bir başka dizinin günlüğünde beraberiiiiiz! bu diziye bu kadar zaman mesafeli durmamın sebebini bir kelimeyle açıklıyorum, hazır olun: jossverse. yani diyeceğim şu ki, ben vampir antolojimi buffy angel ile kapattım, doğaüstü olaylarımı da charmed ile cilaladım, penny dreadful'la da zirveye taşıdım. dolayısıyla yeniden bir vampir hikayesi izlemek bir kenarda dursun, vampir/insan aşkı izlemeye takatim sıfırın altındaydı. ama ne yapalım, dost belası, başladık bir kere bu diziye.

ilk notlarım şu şekilde: diziyi 1.7 hızıyla izledim çünkü gerçekten çok yavaş akıyor. güney aksanlı ortamlarda geçen dizide iklim apayrı bir karakter. hep bir ter içinde kalma, hep bir yapışık olma hali dizinin hızına da yansımış. ama ben çok hızlı (bana göre normal hızda) izlediğim için hız bir dert olmaktan çıktı.

gerçekten de bir fikirsiz sookie kızımızın peşinde dağ gibi adamların koştuğu bir diziymiş diye özetleyebiliriz true blood'ı. ama dizinin başında ince ince işledikleri, ama aslında sookie insan ötesi birşey mesajı gerçekten ilerleyen sezonlarda karşımıza çıktı. tüm bu vampir ve romansların yanında favori karakterlerimi açıklıyorum: jessica ve hoyt. bu ikilinin hikayesi ve devinimlerini izlemek çok keyifliydi bence. bir de teenage vampir kafasını özellikle merak etmiştim, çok şükür vampir olmuş dawn sendromundan çok çabuk çıkan bir jess gördük karşımızda. bunun dışında tabii ki favorilerimi söylemeye gerek bile yok, zira koskoca dizide iki tane  var: alexander skarsgard ve kristin bauer van straten nam-ı diğer eric ve pam! bu iki karakter çok havalıydı, helal olsun! eric pam'in atası konumunda, dolayısıyla özel bir bağları var, pam eric'e accayip korumacı davranıyor, eric'in arkasını topluyor. özellikle de pam'in ay ben bu bullshitleri çekemem yalnız havası bana accayip regina'yı hatırlattı ve gülümsetti. eric'in ince zekalı kıhkıh gülerek yaptığı espriler ve başlıbaşına kendisine hayran olmamak zaten elde değil. özellikle de atası olan vampir hakkındaki olaylardaki duruşu beni çok etkiledi. dizide bahsetmeden olmaz diyeceğim diğer karakter ise jason. yani bir insan bu kadar mı lost olur, ben bu işi çözemedim. hep bir şans eseri bir yerde olmak, hep bir fuckerboy havalarıyla kaypak bir şekilde 4 ayak üstüne düşmeler, hep bir salaklık şapşallık. doğrusu kendisini gülümseyerek izlesem de arasıra duvara çarpmak istemedim desem yalan olur. dizide daha birçok karakter var ama benim aylar sonrasında aklımda kalan sevdiklerim bunlardan oluşuyor diyebiliriz.

ayrı bir paragraf açma ihtiyacı duydum. bu diziden bir de nelsan ellis geçti a dostlar. dizideki adıyla lafayette dizideki en renkli karakterlerden biri. hem alengirli işlerin altından kalkıp hem de sevdiklerinin hep yanında duran bu adam bizi hep gülümsetecek derken, ben diziye hemen başlamadan önce maalesef vefat etti. hayranların ne kadar üzüldüğünü ancak diziye başlayınca anladım, anlayabildim. yazık, çok yazık...

bölümlere ve genel hikayelere gelince, aslında hemen her varlık türü (yaratık demeyeyim ama kurtadam, vampir, peri, anladınız siz ne demek istediğimi) karşıma izlediğim dizilerde çıktı. o sebeple beni yerlere düşüren şoklara sokan bir olay olmadı. ama yiğidi öldür, hakkını yeme: true blood konsepti harika. efendim olay şöyle: vampirler gün yüzüne çıkmış, true blood diye bir içecek seri üretime geçmiş, vampirler kan yerine bunu içiyor, insan/vampir ayrımcılığının önüne geçilmek isteniyor gibi bir dünya kurmuşlar. bir nevi izombie'nin geçen sezonu ama tabii true blood çok daha eski izombie'den. bir sürü romanın deyimiyle creatures of darkness gün ışığına çıktığında ne olur diye hep düşünmüştüm, bu bambaşka hayal alemini görmek çok hoşuma gitti.

eğer ki merakınız varsa izleyin derim. ama eğer ben bu antolojileri izledim, artık tekrardan kaçmak istiyorum, eh, dev kayıplarınız yok. ama eric ve pam'in harika replik ve sahnelerini kaçırmaya razı gelmiş olacaksınız, o kadarını söyleyeyim. eric ve sookie geyiglerini ben size sonradan anlatırım, o cephede kaybınız yok.