10 Ağustos 2012

[7 Ağustos 2012, İstanbul - Krakow.]

Bir onceki gunu (pazartesi oluyor kendisi) dost muhabbbetiyle kapattiktan sonra, eve gelip son hazirliklar telasi basladi. Iste krakow hikayeme tam bu noktadan baslamak dogru olacak, ccunku it's been one hell of a quick run all day. Gece yattigimda saat biri geciyordu ve ben o esnada her ne kadar uyanabilecegimi bilsem de, uykusuzlugumun huysuzlugu ve sicak havanin etkisiyle huzursuz bir uykuya daldim. Sabah ucte alarm calmaya basladi ve uc yirmide kalktiktan ssonra cantalarimi alip yola koyuldum. Havaalanina dogru yardirirken sahil yolu koprulerinin kapatilmis olmasi gercegi ve joyturk'un sabah sacmalamalarina ragmen havaalanina icim kipir kipir vardim. Kontroller pasaport duty free'de bakinarak zaman oldurme cabalarindan sonra en sonunda mutfaklar acildi ve kahvaltiya oturdum. Hayat bana guzel be yaa derken daha da guzellestiren birsey oldu, ayri paragraf acmak sart.

Soz ucar, yazi kalirmis diyorlar. En guzeli ses galiba. Otelerden gelip bir kere seni buldu mu cinladikca cinliyor kulaklarinda. Insannoglu seslerin muziklerin onemini pek kavrayamiyor onlari kaybetmeden ama, tamamen kaybetmek korkunc olsa da, eksik kalmasi daha da korkunc. Hayal edebildiginiz tum korku, ask, macera filmlerinden muzigi cikarin bir... Neler oldu? Nasil bir his? Eksik kaldi mi atamadiginiz ciglik, dokemediginiz gozyasi? Garip bir huzursuzluk kapladi mi bunyeyi? Iste insan izledigi filmlerin basina bunlarin geldigini dusununce, sevdigi kisilerin seslerini ozlemenin ne menem birsey oldugunu tanimlayabiliyor aklinda. Bu sefer icinizi kaplayan eksiklik duygusu yok, hayir, ama ses size ulastiginda muthis bir tamamlanmislik hissi geliyor sanki. Yazilari okurken kulakta cinlayan ses hop diye oturuveriyor bas kosedeki koltuguna. Hele de o sesin keyfi yerindeyse, o la la diyecegim, zira cumlelerden cok nidalar anlatir hissedilen sevinci en guzel! Iste bu sabah tam da bes bucuk sularinda cook uzaklardan bir ses geldi beni buldu dostlar. Dilerim sizi de bulur ozlediginiz sesler.


Devam ediyorum krakow gunluklerine. Efendim aktarmali geliyorum ben buraya biraz daha erken varmak icin. Ama bu aktarma beni cok baydi itiraf edeyim. Havaalaninin yabanciligi (yabancci ulke olmasindan degil hayir, yasanabilen bir alan olmayisi beni yabanci demeye iten, terminal'deki very dear tom hanks nasil yasamis pes dogrusu) istanbulda yerlerde sersefil yatan insanlarin goruntuleriyle kaynasti hiic haz etmedim. Ustelik bu sefer cidden dil bilgim yoktu. Tamam, herkes ingilizce biliyor ama, karsindaki tabelaya baktiginda gordugun harfler silsilesi cok yabanci! Isppanyadan da yabanci! En azindan orda hemen cozduk dili, burada yok, imkansiz. Neyse efendim ucak yolculuklari da bitti, indim krakowa. Tum yolculuk uyudugumdan bilgi agaclarin gecemiyorum hic. Krakowda cok sevgili tur sirketimin ayarladigi ozel soforum beni aldi ve biz yola koyulduk. Agaclarin, ormanlarin arasindan banliyo mahallelerine bakarak ilerledi yol. Ne guzel bir hayat o. Oyle yarebbim, cok ozendim ne yalan soyliyim. Evlerin uzerinden huzur akiyor sapir sapir. Ufak ayrinti: yola ciktigimiz an sofor bey radyoyu acti, chris isaak, wicked game ile gozlerimi actim krakow'a, haydi hayirlisi. Motelime vardim, gayet guzel hersey, esyalarimi ayarladim toparladim, cantami aldim ciktim. Bu yaziyi su an, saat basinda calmasini bekledigim hejnal esliginde yaziyorum. Efsaneye gore sehre gelen mogollar icin uyari amaciyla calinan bu ezgi yarim kalmis ccalan adamcagiz oldurulunce. Burda hala herr saat basi 4 kere caliyorlar, dort ana yon icin. An itibariyle kalkiyorum, devamini aksama tamamlar, yarin icin ayarladigim cilgin iki turun heyecanini da yazarim hem. [...] Biraktigim yerden aynen devam ediyorum. Butun gun tabana kuvvet temali yuruyusler gerceklestirdim efendim. Old town dedikleri bolgedeki tum binalarin onunden gectim icine girdim. Uzun boylu bir muze atraksiyonuna girmesem de bana yetti bu kadari dogrusu. Hizimi alamayip wawel'e bile ciktim. Burasi kale, katedral, bahce ne arasan buldugun seylerin oldugu bir tepe aslinda. Ciktigin zaman gercekten krakow ayaginin altinda oluyor ve ustelik monarsiler hukum surerken insanin ne kadar kuccuk hissettigi yuzune carpiyor srak diye. En eglenceli kisim Dragon's Den kismiydi. Efsaneye gore buralarda bir ejderha yasarmis, kral da onu oldurene kizini vaat etmis. Bissuru gencler olmus bu yolda ama biri akilli cikip, ejderhaya sulfur dolu bisiyler yutturmus. Ejderha susayinca icince sulari icindeki sulfure bisiyler olmus, gaz sismis sismis ve en sonunda patlamis, and they lived happily ever after diyor krakow kitabim. Iste bu meshur ejderhanin tutuldugu rivayet edilen ine girdim bugun. Baya bir merdiven iniyorsun once. Hava soguyor, usuyorsun o derece. Indigim mekanin fotograflarini cektim cekmesine, ama tek kelimeyle de anlatmayi bir borc bilirim: merlin. Bildigin john hurt'cugumun seslendirdigi ejderhanin ini. Tabi oyle yuksek zincirli mincirli degil de doku ayni inanamadim! Cikisinda bi heykel yapmislar arasira agzindan alev puskurtuyor, onu da fotografladim turistligime doymiyim. Sonrasinda nature taxi konseptinde bir bisikletli cocukla anlastim (daha yeni liseyi bitirmismis, bos durmamak icin yapiyorum bi sure de devam edicem dedi haydi hayirlisi) beni kazimierz'e goturdu. Burasi krakow'un yahudi district'i oluyormus efendim. Bilimum sinagoglar ve eski yeni mezarliklarda durduk durmasina, naziler diger heryeri yiktigi icin geride kalan en buyuk sinagogu gordum, sasiriyor insan, ufakti malesef, uzuldum yeniden. Neyse, yarin nereye gidecegimi anlatacagim, o yuzden bu bolgeyi kisaca gectigimi, gelmeye pek niyetim de olmadigini ama tek bir cafe icin geldigimi soylemem ayipp sayilmaz. Ben buraya krakow kitabimda (ispanya gezisinde adini koydugumuz sekliyle bible'da) okudugum bir cafede oturup birseyler icmek icin geldim, su an bu yazilari tam da bu kafeden yaziyorum. Barmen ozel bir ickimiz yok ama klasik polish beer bu var dedigi soguk biram masada, ayaklarimi uzattim, yanimda haritalar. Burasi, Singer Cafe. Her masanin ustunde bir dikis makinasi duruyor, her masa dikis masasi. Altinda pedal, demirlerin dize gelen hizasinda singer yaziyor. Anneannemin dikis masasini kiyamayip antika bir masa olarak kullanan annemin bir ileri boyutu burasi. Ayagimi bastigim yer Singer'le dolu. Anneannem dolu... Gorse delirirdi, aaa bunlar deli olmus diye, ben de kihkih gulerdim ama iyi olmus diye. Iste, garip bir duygu bu. Paris'ten ve Italya'nin bilimum sehirlerinden ona getirdigim yuksukler simdi gift shop'larda ignelerin bana batmasini engelleyemiyor malesef. Elim almak icin gidiyor da, annemin toplayipp eve getirdigi o yuksukler artik anlamini yitirdi gibi. Ispanya'da, krakow'da canim aciyor dusununce. Neyse, uzulmemeli simdi. Anlayacaginiz, Singer'de hem mutlu hem buruk ama accayip ozgurum. Aksama dogru sehir merkezinde yemek yiyip belki bir gece kacamagi yapma pplanim var ama cark edecegimi dusunuyorum. Cunku yarin sabah erkenden, auschwitz-birkenau kamplarina gidecegim, kacirmam soz konusu olmadigi gibi, gune yorgun baslamak da istemiyorum. Oyle heyecanliyim ki diye cumleye baslamak istesem de elim ayagim titriyor dusundukce. Izledigim, okudugum onca hikayenin korkunc basrolleriyle tanisacagim yarin, kanim donuyor. Sonrasinda bir tuz madeni gezisi de var ama, dogrusunu soylemek gerekirse hic gozumde degil, ne kadar etkileyici olsa da solda sifira mahkum gibi bir his var icimde, hayirlisi. Persembe gunune schindler'in fabrikasini planladim ama yazamayacak kadar heyecanliyim cidden. Biraz once spielberg'in filmi cekerken kaldigi oteli bile ogrendim, bakalim o kismi persembeye yazarim. Simdi vakit hareket vaktidir. Eski ve geleneksel jewish food court'u gorup, old town'a donecegim. Aksamin havadisleri yatmadan once veya yarinki otobus yolculuguna. [...]

Efendim dun odaya donarak donup, biraz dinlenip disari cikmak dusuncesi ile dondum. Ama valla sizmisim yea! Gece ucte uyanip, maillerime kavusup, cevaplarimi yazdim ve beklenen turumu kacirmadigimi gormenin mutluluguyla yattim yeniden saat dort gibi. Sabah 8.15te uyanip, bucukta kahvaltiya indim. Devami oteki yazida artik.