31 Mart 2013

[Les Miserables: The Musical Phenomenon.]

uzun süredir beklediğim şeyi en sonunda yaptım. aslında böyle bir giriş yapınca sanki paraşütle atlamışım, denizin derinliklerine dalmışım gibi bir his uyandırıyorum belki siz okuyucuların gözünde. belki de ne yaptığımı duyunca bu muymuş yani diye sinirleneceksiniz bu yazının yazarına. ama beni bu derece mutlu eden şey, denizin derinliklerine dalmaktan da, paraşütle atlamaktan da büyük bir haz veriyor bana. efendim, geçen hafta pazar akşamı en sonunda sefiller'i izledim. kitabını elbette okumuştum, eski versiyonunu da izlemiştim elbet. beni bu kadar mutlu eden şey hugh jackman'lı bir sefiller izlemek olmadı, hayır. beni bu kadar mutlu eden şey, müzikal izlemek ve bu seferinde de bu müzikalin sefiller olmasıydı.
dört yıl önceki oscar törenini izlerken, keşke dedim, keşke hugh jackman bir müzikal yapsa. bir yandan da hayıflandım. keşke dedim, keşke bu programı hugh sunmasaydı, ondan sonra hiç keyif almayacağım galiba. yine o gece dedim. aaa anne hathaway'in sesi ne kadar güzelmiş. o gece dedim, aaa keşke herkesin sahneye çıkıp şarkı söylediği bir oscar'a daha tanık olsak. işte 2013 yılı, 2009 oscar'ında dilediğim tüm dilekleri gerçekleştirdi.

önce sefiller'in çekildiğini duydum, haberini gördüm. sonrasında ise fragmanıyla tanıştım. o günden beri heyecanla bekliyordum. o gün gelip çattığında üstüste gelen işler yüzünden bir türlü gidemedim. üstelik böyle filmleri ilk gün, bilemedin ikinci gün izlemiş olur, beşinci gününde çoktan albümünü hafızama yerleştirirdim. ama kavuşmamızın önüne kimse geçemedi. oscar gecesi tüm oyuncuların sahnede şarkılar söyleyip fransız bayrakları açtığı anlarda mutluluktan ölüyordum bir de. kör istemiş bir göz, sefiller verdi iki göz sayın seyirciler. içimin yağlarını eritecek diğer bir an, havalı cıvalı michelle obama'nın en iyi filmi sunmasından sonra sefiller'in ödül alması olurdu ki, heralde 384768584193047693488540 yıl gülsem yine hızımı alamazdım. zhehehe.

gelelim film hakkındaki yorumlarıma.

film tam bir müzikal. sorabilirsiniz, bu biraz bariz değil mi diye. olsun, yine de yazmak istedim. diyalog aramayın, hep şarkı var ve şarkıların hepsi süper.

film look down ile başlıyor ve bence it is haunting. çok çok sevdim. şarkı harika olmuş. sahne zaten muhteşem. devlet düzeninin içerisinde bir mahkumun ne kadar ufak olduğu öyle güzel gözler önüne serilmiş ki. o koccaman gemiyi içeri çekmeye çalışan mahkumlar içimi parçaladı evet. sonra janvaljanın (valla böyle yazacağım dostlar, her seferin jean valjean yazamayacağım kusura bakmayın) o bayrak direğini sırtlaması. çamurun içindeki bayrak filan çok güzeldi.

heyecanla beklediğim fantine sahnesine doğru ilerlerken fabrikadaki kadınların şarkısıyla karşılaşıyoruz. bundan önce janvaljanın kilisedeki şarkısı var ama orası artık o kadar umutsuz ki, yazmayacağım, izleyip tanık olmanız şart. fabrikaya geri dönersek, insanoğlunun aslında ne kadar kötü olduğunu burada görüyoruz. o sahnede kadınların yakasına yapışıp, bu kızdan ne istiyorsunuz diye haykırmak, hönkürmek, ellerimle parçalamak istedim. böyle birşey olamaz yani. yazık. çok yazık!

anne hathaway'i, fantine'i anlatmayacağım. aslında çok istiyorum anlatmayı. ama sadece oscar'a layık, muhteşem bir performans sergilediğini söyleyeceğim. yaklaşık 40 dakika görünüyor filmde. ama gördünüğü sahnelerde o kadar güzel ki. mutsuz, kirli, bitap, çaresiz, çirkin. ama öyle güzel ki. oscar gecesinde ışıl ışıl gözlerini gördüğümüz, minik ve acemi bir prensesi oynayan bu kızla, fantine aynı kişi olamaz diyorsunuz. o I dreamed a dream şarkısını söylerken kamera yakın plana geçiyor. hıçkırıklar arasında şarkısını söylerken, duyduğunuz hıçkırıklar onun mu kendinizin mi anlayamıyorsunuz. o an, fantine oluyorsunuz da, çaresizlikle kavruluyor, sinema koltuğunun ucunda, diken üzerinde, zavallı, çirkin, pis, umutsuz halde buluyorsunuz kendinizi. tek dileğiniz, kimsenin rüyalarının bu şekilde öldürülmemesi oluyor. canım benim. canım. öyle üzdün ki beni fantine/anne, sizi hiç unutamayacağım.

javert konusundaki görüşlerime gelince. herkesin bildiği üzere javert veba gibi janvaljanın hayatına dadanıyor. onu yakalamadan da vazgeçmiyor. yani en azından vazgeçmeyeceğini hissediyorsunuz. tabii en sonunda janvaljanın iyiliği, insalığı ve affediciliği karşısında öyle eziliyor ki, bu eziklikle yaşamaya devam edemeyip, intihar ediyor. javert gibi çarpıcı, gururlu, sert, kızgın bir adamı oynayan russel crowe hem rolün hakkını vermiş, hem de o ponpon sesiyle müthiş bir sempati katmış. benim gözümde o şarkı söylerken yanaklarını sıkmak falan istedim böyle  bir sempati uyandırdı düşünün! kendisi kilo almış, birazca yaşlanmış ve javert ne kelime, amcaya dönüşmüş yahu, bayıldım! stars şarkısı muhteşem bir şarkı. adeta diğer tüm şarkılardan önce onu öğrenmek istedim. bilemiyorum, belki de dw'ya başladığımdan beri gözlerimi yıldızlara çevirdiğimdendir. son bir merak konusu mevcut, bilen lütfen haberdar etsin beni. filmin sonunda javert'in intihar ettiği yer neresiydi? enteresan bir rezervuar yapısına benziyordu, ya da gemiler, tersane filan gibi birşeyler için özel bir dock muydu? çok merak ettim ama internette araştırınca sürekli kitap özetleri ve intihar etmesinin nedenlerinin tartışıldığı forumlar çıkıyor.


bu noktada minik cosette'ten bahsetmek gerekli. o minicik bedeni, gözlerinin feri gitmiş haliyle o ufak çocuk ne kadar güzeldi fantine'in kızı cosette'i canlandırırken. içimi parçaladı. castle on a cloud içimizi parçaladı. canımsın janvaljan, canımsın. helena bonham carter ve sacha baron cohen'den bahsetmye çok gerek görmüyorum. gerçi yok, haklarını yemek gibi olmasın, özellikle sacha baya iyiydi. iğrenç pislik çıkarcı bir adam olmuş o smokinli adam! şok şok şok! ama helena  bonham carter istisnasız her filminde oynadığı takıntılı-deli-aklını kaçırmış rolünü yaparak yine farklı birşey göstermedi bize. kendisine puanım sıfır değil de, statik yani. öyle diyeyim. 

gelelim genç cosette, marius ve eponine üçgenine. itirafımdır. on my own şarkısının sefiller'in şarkılarından biri olduğunu bilmiyordum. şarkı şimdi daha çok şey fısıldadı kulağıma. başkasına aşık bir adamı bekleyen aşık kadın. bundan daha acıklı ne olabilir bilemiyorum. son anlarında it's ok diyen eponine, you'll be ok I promise diyen marius'un gözlerinin içine bakarak bu dünyadan kayıp gitti ya... bundan daha mutlu bir an olabilir miydi onun için, sanmam. marius, seni izlerken sürekli mariyln monroe'ya aşık çocuğu gördüm kusura bakma. ama sesin gerçekten güzelmiş. hatta inceymiş! şaşırttın beni yahu! cosette cosette. amanda ne kadar cuk oturmuşsun sen bu role şoklardayım. aferim aferim diyorum. janvaljana şükret sen, onu oralardan çekip çıkardığı için. böyle çıtkırıldım, böyle hassas, narin, akıllı fikirli kız rollerine uyan akıllardaki yeni isim sen olmalısın. sesin de çok güzel evet. üstelik marius'la da çok uymuş. casting director, adamımsın.

enjolras. harikasın bebeyim. çok karizmatiksin! kurban olurum sana yemin ederim. çok karizmatik, çok yakışıklısın yahu, bu kadarı fazla! senin o devrimci hallerine bayıldım. adeta gossip girl'deki tripp olmanı kabul edemediğimdir. sen her zaman elinde kırmızı bayraklarla sokaklarda eylem yapmak, onuruyla ölmek ve tüm halkı gülümseyerek selamlamak için doğmuş olmasın! koccaman kalpler fırlatıyorum yoluna.

gavroche. kalbımı kırdın be çocuk. zaten hüzünlü bir sonun vardı ama, bilemiyorum, gözlerinin ışığı kalbimi kırdı. bu olmadı...

fark ettiniz mi bilmem, birkaç şarkıdan bahsederek yazdım. çünkü filmden çıkar çıkmaz albümünü aldım sefillerin. hatim turlarına başladım evet. şimdilik albümde en sevdiğim şarkılar "at the end of the day", "castle on a cloud", "stars", "on my own", "one day more" "red and black", "epilogue" ve tabii ki "I dreamed a dream". albüm başlı başına dinlenilesi. ama filmi izlemeksizin pek anlam ifade etmeyebilir. ama filmi izledikten sonra inanın her seferinde çok keyif alıyorsunuz. daha önceki bir yazımda bu konuya yer vermiştim ama tekrar belirtmekte fayda görüyorum dostlar. filmin şarkı ayıtları canlı yapılmış. yani oyuncular stüdyoya girip şarkı söyledikten sonra oynamamışlar. o sahneyi çekerlerken kulaklarında piyano ile o şarkı çalmış ve şarkıyı canlı okumuşlar. yani duyduğunuz tüm o hıçkırık sesleri, çığlıklar, yutkunma sesleri gerçek. muhteşem bir his. adeta o sokağın başında çatışmanın içerisindesiniz. harika harika harika! filmin sonuna kısaca referans yapmam gerekirse, titanic gibi bir son olmuş. herkesin toplandığı. if you know what I mean. çok tatlı. tadından yenmeyecek bir son. elimde bayraklarla bastille meydanını doldurasım geldi adeta öyle bir galeyana geliş. anladım ki güzel bir müzikal ve başarılı bir theme song'la manipüle edilemeyeceğim konu yok. muhteşem muhteşem muhteşem! bazı dostlar filmin uzun tutulduğunu söylediler ama bir an bile saate bakmadan izledim ben. kimbilir, belki de müzikallere bayıldığım içindir. ama şunu söyleyeyim, janvaljanın en son sahnesinde saatime ilk kez baktım ve filmin başlamasının üzerinde 2,5 saat geçtiğini görüp, "aman tanrım" film bitmek üzere deyip accayip hüzünlendim. 

rica ederim bu filmi sinemada izleme zevkini kaçırmayın ve filmi izleyip izlememeyi değil, kaç kere izleyeceğinizi konuşun. benden söylemesi!