06 Mart 2013

[Pin.]

Pin.

Yataga yattigim tam da su anda bu kelimeyi dusunurken buldum kendimi. Daha da net soylemek gerekirse "to pinpoint" hakkinda zihnimi zorlamaktayim.

Taa lise biyoloji dersinde vardi pin'ler. Kelimenin tam anlamiyla uygulamali bir derste, pin denilen minik igneler vardi ortadaki masada, hoca her birini kullanacak gibi bakiyor, herkes hoca her birini kullansin ve gostersin diye bekliyor. Tip gozu o zaman da yoktu bende. Istemeyen girmesin bu derse demisti, kantinde muhabbet etmistik 3 kisi hic unutmam. Dokulari bile isaretlemek isteyisimiz neden diye soruyorum kendime. Cevap veremiyorum.

Sonra bir hard rock cafe'de karsilastim baska bir pin'le. Hard rock paris pin'i. Gitar seklinde -pek tabii elektronik- bir eyfel, altinda bildigimiz karakterde yazi, arkada minik bir igne. Aldim onu. Hala odamda duruyor. Takiyor muyum? Hayir. O ana bakiyorum, bana yetiyor. Zamani isaretlemek boyle birsey galiba. Fotografsiz fotograflar.

Cocuklugumun butun merakiyla izledigim olimpiyat acilislari... Gozlerimi kapatik kosarak tum dunyayi selamladigimi dusundugum kosu pistleri. Medal pinning ceremonies. Basarilari dekore etmeye insanoglunun uzerine yok. Ama onlari omzundan ziyade kalbinin ustunde tasimak... Iste gercek sportmentlik, gercek centilmenlik bu olmali. Oyle ki seni oldurecek kursundan kurtarmali bu madalyalar. Ah o filmlerdeki maddi, gonlumuzdeki manevi kursunlar... Keske gogsumuzde tasimayi kabul edebilseydik bazi zaferleri.

Iyi ailelerin hazineleri. Gerci iyi ve merakli demek gerekir buna. Broşlar, yaka iğneleri... insan hazinesini çeşitli sebeplerle yakasında taşırken, cenazesinde kendi resminin yakalarda taşınacak olması, çok ironik değil mi?

herşeyi işaretleme sevdası... herşeyi kayıtlara geçme hevesi. ajandalar, minik not defterleri, post-it'ler, koli koli a4'ler, e-maillerin minik task bayrakları, telefonların not ve taslak sms e-mail bölümleri. yıllar önce de böyle binbir araç var mıydı bizi işaretlemeye iten? yoksa değişen dünya ve büyüyen zamanla mı bu hale geldik, kestiremiyorum. sadece düşünmek, birşeyleri bir yerlere kaydetmek zorunda olmadığım, kayıt altına alındığına tanık olmadığım yerlerde olmak istiyorum galiba. kimselerin bilmediği bir kumsal. saat takanın alınmadığı bir sinema salonu. gün içerisinde hangi anda olduğumu kestiremeyeceğim bir kumarhane. ya da belki bir geminin güvertesi gecenin soğukluğunda. ve hatta evet, kutuplar. dünyanın tepesinde duran RDIM. hiç bir şeyi işaretlemek istemeyen, zaman algısını tamamen gerisinde bırakmak isteyen, ama kaydetmeyince/yazmayınca uykusu kaçacak olan RDIM. her tasayı bıraksa, sonsuz beyazlığın üzerinde bir pin.

isn't it ironic?