28 Mart 2016

[Mad Max: Fury Road.]

efendim bu yılın oscar'larında benim için en büyük sürpriz bu film oldu. zira ardarda bütün teknik ve görsel ödülleri alan bu film sinemalara geldiğinde hiç ilgimi çekmemişti, meeeh boşver demiştim kendi kendime. ama bir insan daha fazla yanılamazmış, bunu görmüş oldum.

bu merakla başlayıp izlediğim film 2 saat sürüyor ve bir dakika bile soluk almadan heyecan içerisinde izliyorsunuz. ben normalde aksiyon filmleri, işte ne bileyim arabalar uçsun patlasın, kum fırtınaları çıksın ve insanlık savaşsın, erleri kurtaralım, kumsalda çıkarma yapalım tadında filmleri hiç sevmem. içime sıkıntılar geldiği gibi tam bir vaki kaybı gibi gelir. ama bu film bir başkaymış vallahi, ne yalan söyleyeyim.

efendim film bambaşka bir gelecekte geçiyor, insanlık sona ermelere koşmuş, çeşitli hükümdarlıklar kurulmuş ve aralarında bir anlaşma hali var. yemek, enerji, su kıymete binmiş. bir nevi walking dead ama zombi yok, insanlar yaşam koşullarından ötürü kıyamet yaşıyorlar. film başladığında öncelikle tom hardy'i görüyoruz. şimdi filmdeki tom'dan bahsetmeden önce, biraz tom hardy'den bahsedeceğim. kendisiyle büyük tanışmalarımız yok. hayatıma batman'de bane olarak girdi. düşünün ki yüzünü görmediğim bir karakter, insan ona rağmen beğeniyor. arkadaş bu nasıl bir azimdir, o nasıl bir vücuttur aklım hayalim almıyor. **insert star struck girlie giggle here** sonrasında ben kendisini şu hayatta en sevdiğim kitaplardan biri olan wuthering heights - uğultulu tepeler filmiyle baş tacı ettim. bu kitap hem sevdiğim bir kitap olup, bir önceki filmi de ingiliz hasta ralph fiennes'i heathcliff yaparak çıtayı baya yükseltmişti. ama tom hardy, bu çıtayı aşıp heathcliff rolüyle her filmini yakalayıp izlemek istediğim bir adam haline geldi. daha bu emelimi gerçekleştirmedim ama mad max izlemekteki sebeplerimden birisi kendisiydi. mad max'te yine bir çılgın, yine bir yabani ama yani sevmemek mümkün mü? havalı hamleler, silahlar bombalar taklalar derken hepimizi yine fethetti. maşallah diyor ve diğer oyuncumuza geçiyorum.

charlize theron. charlize'in oscar aldığı ana sabah uyanıp tanıklık ettiğimi biliyorum ben hey gidi! monster'la insanı dehşete düşüren bir performans sergilemişti, sonrasında da her zaman şaşırtan ve iyi yapımlarda olmayı başardı kendisi. bu kadar zarif (kadın balerinmiş yahu) bir kadının bu rollere girmesi zaten başlı başına bir şaşkınlık konusuyken, mad max bambaşka bir köşe. mad max öncesindeki rollerine gelirsek, pamuk prenseste kötü kraliçeyi tutmamızın sebebidir charlize theron. sweet november'da ağlatıp, in the valley of elah'ta düşüncelere sevketmiştir insanı. üstelik kırmızı halıda da en şık ünlüler arasındadır ki gerçekten parayla rüküş olmanın moda olduğu yıllarda bunu başarmak çok zor. işte düşünün ki dünyanın en havalı insanı charlize theron saçlarını kısacık kestirmiş, alnı makina yağı kaplı, kargo pantolonlar giyen tek kollu bir kumandanı oynuyor. vay arkadaş bu nasıl bir özgüvendir, hem de temelsiz olmayan!

işte efenim filmin iki başrolü bu insanlarken, filmdeki kum fırtınaları, patlamalar, kavgalar, alevler, kapışmalar, yarışmalar inanılmaz heyecanlı gidiyor. üstelik bir de kendini feda etmek anlayışı üzerine kurulu yan karakterler de gelince, tadından yenmez olmuş. soundtrack'i enfes. arka fona alıp tüm işlerinizi bitirme gazını alabileceğiniz türden. hele ki takip sahnelerindeki davullar ve gitar insanı koltuğun ucuna sürüklemeye yetiyor.

ben ki aksiyon filmi insanı değilim coşup ayaklara fırladığıma göre, meraklısı iyice çıldırır heralde.

izleyin, izlettirin. pişman olmayacaksınız.