17 Mart 2016

[Oscars 2016.]

efendiiiim, bu yıl denk getirdim ve gece kalkıp oscar törenini izledim, öyle mutluyum ki!

2014 yılında bambaşka bir alemde, televizyonum olmadan yaşıyordum ve gece kalkıp da canlı yayın linki bulamazsam kahrolurum düşüncesiyle töreni izlememiştim.

geçen yıl da iş güç telaşesinden fırsat olmamıştı doğrusu.

ama bu yıl üşenmedim sıkılmadım kalktım. şimdi tabii yalan olmasın, dört buçuk gibi kalktım. ama ortasından da olsa ne kadar güzeldi o glamour'a dahil olmak.

bence bu yıl salon biraz sönüktü, zira benim favori isimlerim orada değildi, ya da belki en önde değildiler. üstelik açılış monologunu da kaçırdım. ama işin tadı açılışı yakalamakta değil. işin tadı, gece boyu seninle aynı an da gecenin kör vaktinde uyanık olduğunu bildiğin insanlarla mesajlaşmak, retweet'leşmek vesair.

ortak zevkleri olan insanları buluşturan en geniş / en bilinen bu platformu çok seviyorum ne yalan söyleyeyim. ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: bu kadar sever ve takip ederim, hala türkiye'de ödüllerin yayınlandığı gece yorum yapanların amacını çözebilmiş değilim. yani en nihayetinde gecenin köründe kalkmış bunu izliyorum, tabii ki senin yorumuna ihtiyacım yok. ben reklamlarda senin laklaklarını dinlemek istemiyorum. kırmızı halı yorumlarınız da umrumda değil. ben reklamını bile izleme istiyorum bu programın. ya da ne bileyim, game of thrones reklamı görmek istiyorum. ama ne fayda, yine çektik bu çileyi.

gecenin favori adaylarına gelince: benimki tabii ki leonardo di caprio değildi. benim favorim eddie redmayne'di. zira bu çocuk my week with marilyn'den sefiller'e ve hatta theory of everything'e beni fethetmeyi başaran bir insan. the danish girl'le almasını çok istemiştim, olmadı. iki sene üst üste ödül vermezlerdi belki ama yine de ümitlenmiştim, ne yalan söyleyeyim.

the danish girl gerçek hikayesi ve gerçekten çok çarpıcı bir hikaye. insan, eddie'nin düştüğü çaresizliği, o tanı konulamayışla delilik arasındaki ince çizgiyi çok iyi gözlemleyebiliyor. hem kendisinin dönüşümünü müthiş bir hayranlıkla izliyorsunuz ve bakışlarındaki minnet ve özgürlüğü yakalıyorsunuz, hem de alicia vikander -eşini oynuyor- özverisinde aşktan öte birşeylerin tanımını yakalamaya çalışıyorsunuz. brilliant. simply, brilliant.

leo. filmini izlemedim. eminim çok havalı şeyler yapmışsındır. ama bence oscar kriteri ekrandakiyle sınırlı kalmalı. hani öncesinde ne hazırlık yaptığın önemli değil. filmde biz bunu ne kadar görüyoruz, bu önemli. demek ki başardın. tebrikler. ama herşey bir yana kate winslet'a teşekkür etmemen kalbimi kırdı bilesin.

alicia vikander. bebeyim. canıms. ex machina ile seni keşfetmiş bir insan olarak, danish girl'le ödül alman beni accayip sevindirdi. ödül aldığın anı kaçırdım ama vallahi desteğim tam, sonrasında binbeşyüz kez konuşmanı izlemiş olabilirim.

yardımcı erkekte gönlüm tom hardy'dendi ama olmadı. çok takip ettiğim bir alan değildi bu alan bu yıl.

en iyi kadın. çok çok çok mutlu oldum! helal olsun brie larson'a. room muhteşem bir fikir. ufacık alanın içinde bunalmadan izliyorsunuz bu anne ve çocuğu. ama "o" sahnelerde soluğunuz kesiliyor çaresizlikten. sonra koltuğun ucunda buluyorsunuz kendinizi. bu kadın almayacak da kim alacak diye soruyorum ey seyirci? hakkını vermişler, aferim.

şimdi gecenin diğer tontiş detayları: mad max fury road bütün teknik ödülleri aldı, görselleri aldı bir olaylar oldu. ben bu filmi nasıl kaçırmışım diye düşünürken buldum kendimi. yakalayıp izlemek istiyorum ama bir yandan da sinemada izlenmesi gereken filmler kategorisinde olduğunu düşünüp hayıflanıyorum.

louis ck en iyi animasyon filmini duyururken mad max fury road, just kidding dedi, orada çok güldüm.

chris rock representation konularını esprileriyle zannımca yumuşak bir şekilde geçiştirdi.

charlize theron'un kıyafeti en beğendiğim kıyafetti, resmen bir tanrıça gibiydi. ki ben kırmızı halıda kırmızı kıyafete büyük bir nefretle karşıyımdır. 

spotlight'ın ödülü aldığı anda oyuncuların heyyooooğ sevinmesi ve yumrukları havaya kaldırması filan çok tatlıydı. 

en iyi film ödülünü vermeye gelen morgan freeman dünya dışı sesiyle, yine vay anasını dedirtti.

mustang en iyi film adayıydı. bu da bize yeter zannımca. zira bir türk filmi başka bir ülkenin (fransa olduğunu biliyorum ama hangi ülke olduğu fark eder mi sizce) en iyi yabancı film adayı oldu. almayacağını hissetmiştim ama yine de ümitleniyor insan. olsun. adı duyuldu ya yönetmenin, bu da yeter bana. umarım filmdeki sorunların çözümlenmeye başlaması konusunda ilk adım olur. hiç sanmıyorum ama belki, bir ümit.

in memoriam: çok zayıf bir andı bence. belki de dave grohl çok ilgi alanımda olmayan müzisyenlerden olduğu içindir. 

gecenin en etkileyici anı: lady gaga'nın "til it happens to you" şarkısını söylediği dakikalardı. insanın müziğin büyüsüne, sözlerine, anılarına nasıl kapılıp da kendini kaybettiğini büyüleyici bir şekilde gördük. izlemenizi tavsiye ederim. kendisinin de kıyafeti enteresan bir kıyafet olmasıyla beraber, sevmiştim. tam bir gaga oscar kıyafetiydi.

velhasıl, saat 7.00 civarında yatağa yeniden girip bir saat uyuyarak işe gittim. bölük pörçük 3,5-4 saatlik uykuyla oldukça yoğun bir haftaya başlamaya değer mi diye soruyorsanız eğer, tabii ki değer. insanın sevdiği dünyaya vakit ayırması, her saatte ayırması ruhu besliyor şüphesiz. ertesi gün ve eğer işte yoğunsanız devamındaki günlerde yorgun hissediyorsunuz, ama ruhunuz dinlenmişken bedenin bir hafta için pek önemi yok zannımca.

seneye görüşmek ümitleriyle.