15 Mart 2016

[Once Upon a Time S5E1-13.]

bu diziyi halen heyecanla takip edenlerden olarak, bu sezona ilk yorumum şu: how about no.

açıkçası emma'nın dark one olacağını duyduğum ilk an -hatta bu haberin yavaş yavaş kurulduğu o ilk çıtırdama anında- gıcık olmuştum. çünkü bu gözler ne dark ones gördü! dark willow'lar geçti hey gidi, cordelia'lar otelleri salladı, ne prue'lar öldü, ne source'lar yok edildi. sen kimsin bre emma swan diye sormak istiyor insan.

ama diziyi sezonlardır heyecanla takip eden bünyem, yine iç huzurunu sağladı. dark one'ın karanlık bir tane icraatini bile görmemek bir yana, herşeyleri aşk için yapmış olması gerçeği ile böööyle kalakaldık. aşk bu hareketleri çabaları hak etmiyor mu? tabii ki aşk herşeyi hak ediyor ama yine de bir hikaye kuruyorsan, devamını da getireceksin. getirmelisin ey sevgili senarist.

neyse efenim getirir gibi olduk olmasına, çünkü en nihayetinde snow charming'lerin kızı, öyle değil mi?

bu süreç içerisinde en büyük seyirci destekçisi tabii ki regina'ydı. charming'lere attığı kendinize gelin lan bakışları ve of yine mi bu bok işlerle uğraşacağız tripleri arasında, regina'nın oğlunu önemseyen iyi bir anne olmanın ötesinde, iyi bir arkadaş olmasını izlemek çok keyifli. her diziye de bir realist bir aklı başında lazım vallahi.

şimdi gelelim arthur olaylarına. doğrusu biraz bozuldum. çünkü ben yıllardır arthur hikayesini takip eder, arthur'u çok sever, lancelot'a gıcıklık/sevgi arasında bir yerde durur ve merlin'e çok çok çok saygı duyarım. merlin ağacın içinde kaldı kalmasına ama arthur neden sayko bir krala dönüştü, soruyorum size ey senaristler? bu plot twist hiç iyi olmadı şahsım adına. tamam, nimue açılımını dark one'la bağladınız orası güzeldi ama yani yine de arthur'un dünya çirkefi olması beni hakkaten sinirlendirdi. ama tabii ki bunları da aştık, çünkü once upon a time'ın her dünyayı birbirine bağlayan bir dizi olması karşısında kendi beklentilerimi ve önyargılarımı geride bırakabiliyorum. ya bu dizi olmasaydı da masallar masal gibi kalsaydı, hayal gücümüz takılsaydı olduğu noktaya?

şimdi bu noktada dizinin ikinci yarısına geçiyorum. underworld.

hey gidi hey heeeey, hey gidi hey heeey! underworld'deyiz ve hades'in gerçekten mavi alevleri var! richard fish karşımda hades olarak duruyor ya, halen kendisini ciddiye alabilecek miyim emin değilim. ama paganini dinleyen bu hades'i sevdim ben.

konsept olarak yarım kalan işleri olan ruhların burada karşımıza çıkması da çok güzel bir fikir. hem cora'yı, hem anya'yı (hansel gratel cadısı ve buffy'deki xander'cığımızın anya'sı), hem de regina'nın babasını gördük. ve embrace yourselves! regina bir kez olsun purely mutlu oldu, her işi yolunda gitti. babasını çokçokçok güzel bir yere uğurladı, bravo vallahi. ilk challenge'ı aştık, ikinci challenge 1 hafta mutlu olan regina'nın mutluluğunu başına yıkmamak.

herkül konusuna gelince... bu da biraz üzdü beni açıkçası. zira herkül'ün snow'un eski aşkitosu olması konusu beni benden aldı. üstelik tutsak kızın meg olduğunu ben bile anlamadım ki ben hala i won't say i'm in love dinleyip, hercules izleyen biriyim. çok ezik görünüyor, yakıştıramadım. hele o herkülün çocukluğunda kalması hakkaten üzdü. çünkü gerçekten çok havalı birini göreceğimi sanmıştım -yani çocuk bekleneni vermedi evet görsel olarak- ama olmadı. karşımda bir teenage vardı, yazıklar olsun. neyse, yine de olimpos'u görmek çok hoştu. keşke zeus ve poseidon'u filan da görebilseydik. bence hikayeyi fazlasıyla kesmişler.

neyse efendim, böyleyken böyle. huzur ve mutlulukla yolumuza devam ediyoruz. senaryo yazarın kalemi kırıp atmasıyla tıpkı bizim gibi memnun kalmamış olacak ki, şimdi henry'nin üzerine oynuyorlar. hayırlara yazsın diyorum.

bekleyip, göreceğiz.