20 Haziran 2012

[The Borgias Season 2 Finale: Best. Ever.]

BORGIAS SEZON FİNALİ MUHTEŞEMDİ LAAAAAN!!! ÖEAAAAAĞĞHĞHH! sanıyorum ki şu cümleleri ardarda haykırsam, sesimi kıssam ne kadar haz aldığımı anlatmam mümkün değil yahu. nıhahahahhahahhahhaha. çok güzeldi!!!!!! ov yesssss! evet, aranağme olarak bir süre daha zevk çığlıkları atmaya devam ediciim. yani zaten bölüme başlarken kana vahşete susamış haldeydik. yani geçen bölümde ezikella juan öldürüldükten sonra holy father'cığımızın bunu nasıl karşılayacağını merak etmekten ziyade, lucretia ve cesare'ciğimin tepkilerine ne tepki vereceğini çoook merak etmekteydim. nitekim şoklardan şoka girdi adam orası güzeldi. yalnız annenin bu kadar donuk olması beni tekrardan şoklardan şoklara soktu. şimdi sırayla gelelim minnoş detaylara. ay lucretia bebişim sen nesin yaa? minnoş musun yani çocuk musun nesin bacım nesin? o prens ne peki? yarebbim bir insanın yüzünden bu genö yaşında böyle mi nur akar! seni kucağıma alıp yanaklarını sıkmak istiyorum yemin ederim. tabi ilerleyen bölümlerde sende çılgın potansiyeller görürsek bu fikirden cayabiliriz. ama şimdilik bu şekilde. aaa tabi o şemsiyeye de bayıldığımı söylemeden edemiyciim. çok şık bir şeydi, tam 15-16. yy suları yapımı. neyse efendim lucretia'yı mutlu mesut everdik çok şükür. tabi ben yine bi hayal kırıkları yaşadım çünkü the beklenen ilişki yine ortaya düşmedi. ne zaman lucretia ve cesar'yi görücez laaan? ay yok meraklısı değiliz bu the tarihin en meşhur ensest ilişkisinin. ama iki oyuncuyu da seviyoruz. ve on screen görmek istiyoruz. nokta. gelelim micheletto'ya. bebeğim sen ne vahşi çıktın? ilk kez tırstım. hani o dil koparırken nieaahhğğ ifademi bürünüp ufak bir ürperti geçirsem de o odun yığınını ateşe verirken senden cidden tırstım. aaa bir de tabi savanarola'nın adamın suratına bakıp i know your kind demesi ürpertti. hey allahım. sickness in mind, sickness in soul demek istiyorum bu peder bozuntusu için. ama dirayetli çıktı, sonuna kadar tripler attı ve cayır cayır ve hatta çığlık çığlığa yanarak öldü. ne feciydi yarebbim, gerçekten düşmanımı düşürmesin bu hallere! şimdi geliyorum the en güzel sahneye. her zaman dediğim, dost muhabbetlerinde anlattığım -zaten bir o muhabbetlerde paylaşıyorum, çünkü bu sevdiğim bir konu, ve bu şekilde bakmayı görmeyi bilemeyenlere o bakışı da anlatmak benim için özel birşey, dış kapının dış mandalına anlatmakla uğraşamam öyle değil mi?- happiness in sadness. hatta perfection in sadness. joy in sorrow. ve her ne şekilde adlandırırsak adlandıralım işte bu konsept. yani juan'ı günahım kadar sevmiyordum. ölmesine çok da sevindiydim. hatta kendisini bıçaklayıp köprüden atınca sanıyorum ki mutluluktan bayıldıydım. hatta bayıldık. bu dizi sayesinde maşallah biz diye konuşmayı adet edinmek istiyorum. ama rodrigo'nun oğlunu kucağına aldığı ve kucağında minicik bir çocuk gördüğümüz sahne ölümcül derecede acıklıydı. yani onun gözlerinden buna tanık olmak gördüğüm en genius sahneydi. o kadar güzel, o kadar acıklı. neredeyse gia filminin tagline'ı: too wild to live, too beautiful to die tadında birşeydi. hele de adamın düşünüp taşınıp, seni biz -ben demek istiyor- bu hale getirdik demesi. vah vah vaaaah, çok süperdi yahu. aa bir de sen benim gibisin, similar faces ve favor muhabbeti -ki muhabbeti tam hatırlayamadım ve o kelimeler o kadar güzeldi ki özetle bozmak istemiyorum, açın izleyin dostlar- çok harikaydı. ve the beklenen an. abi o çocuk ne cevvalmış haberim yok. güm güm içti şarapları önce bir bok olmadı. ama gözlerinden kan gelmesi filan, beklemiyordum tabii. kan kusmalar filan, whatever. yani overall bir dizi filmde kusma sahnesinin olmasını komple saçma buluyorum. görsel efekt şovunu daha başka karizmatik şeylere odaklanarak gerçekleştirebilirsiniz. neyse, yine de çocuğun kendi kanı içinde yatması güzeldi. ama bebişim cesare'yi affettim diyemeden papa'nın yığılıp kalması olmadı hacı. ve aynı zamanda çok güel oldu çünkü herşey üstüste kurulurken -yeni düğün, juan defterinin kapanması vs.- bi yerde bi ucu açık olay bırakmaları lazım öyle değil mi? açıp okumadım hala, ölüyor mu yoksa?? neyse efendim iki kelam da jeremy irons'tan bahsedeyim. o boşluğa deli deli bakıp, sessizce dururken burnunun akması, gözlerinin dolması... jeremy adamsın diyorum başka birşey demiyorum. aaa machiavelli de yorumlarıyla maşallah beni benden aldı. öyleyse, öyle. şöyleyse şöyle. hey allahım, ne kıl bir adamsın gözümde tarifi yok. neyse efendim. seneye görüşürüz diyeyim olsun bitsin. izin verirseniz bir süre daha bu bölümü düşünüp zevk almaya devam edeceğim. zira sonrasında gözüm öyle bir geçer zamanki'ye takıldı, beynim böcelendi, algım kapandı, salak oldum filan. yes. back to basics. kan barut gözyaşı. oooh.