20 Haziran 2012

[Muhteşem Yüzyıl: The muhteşem sezon finalinin ardından.]

efendiiiiiim, uzun bir süre sonra tekrar dizi yorumlarımla geri dönüyorum. gerçi çok uzun bir süre değil esasen takvim günlerine vurduğumuzda. ama bu kadar güzel dolu muhteşem bir bölümü anlatmamın üstünden yıllar geçti a dostlar. en son böyle bir hazzı dexter sezon finalinde -artık kimse kusura bakmasın hangi katilin öldüğünü söyleyeceğim- trinity killer'ın kalbine çötenk diye bıçağı sapladığımızda, miguel'i öldürdüğümüzde ve niptuck'ta carver'ın kim olduğunu yaptıklarını nasıl yaptığını öğrendiğim anda,  dark willow'un warren'ı paralayıp parçaladığı dakikalarda filan yaşamıştım. düşünün yani o tatmin hissiyatını. hani öyle birşey ki illyria'nın spike ve angel'a bakıp unimpressive demesi, spartacus'un crixus'un kalkanına basıp zıplayarak house of batiatus'u basması tadında bir güzellikti bu. except, kan yoktu. üstelik bu bölümü güzel yapan özelliklerden biri de kan olmadan vahşiydi be anacım. şimdi bu intro'dan sonra patlatıyorum yorumlarımı. hürrem sezon finali: the best of best moments.

valla bölümün başlarını kaçırdım, o yüzden tam yorum yapamiyciim. ama ortalarına doğru geldikçe şu hacıhoca efendinin vezir olduğunu görmek şaşırttı indeed. zaten ezik birinin böyle güçlü biri olmadığını ilk bakışta anladıydım ben şeyhim diye ortalara düşen tipi görünce. efendim devamına gelirsek, ki bu siyasi tarihi olaylar zincirinin bayıklığından bu entrika kısmına geçiş daha da önemli, üç cepheye ayırıyorum: ibo-hatice, hürroş-mahidevran ve naçizane gülfem cephesi. gülfem cephesi çok minik bir cephe oradan başliyim bence. şimdi efendim biri gülfemi öldürmeye kalktı, vay efendim mahidevranmış, vay canınaymış, kovuldun sen mahidevranmış. bu kısım beni pek ilgilendirmiyor şu an, çünkü ben bu olaylar zincirini daha ziyade hürroş cephesinde anlatıciim. benim ete kana susamış çılgın zombi köpekler gibi ağzımın sularının aktığı an şuydu: hani yahudi bir kadından borç aldı ya mahidevran, o kadın gülfeme gelip param ödenmezse kadıya gitmek zorunda kalacağım dedi ya  ofofofof. muhteşemdi o an ya! bir an için o senaryoyu hayal ettim. padişahın zevcesi parasını ödemiyor diye kadının karşısına olay gideydi the muhteşem senaryo olurdu desem yeridir! maşallah diyorum maşallah. şimdi bu kısmı bitirip ezik ibo cephesine geçeyim, zira hürroş cephesi en tatlı cepheydi, orayı böööyle yaya yaya keyifle anlatmak istiyorum. efendim beklemediğim bir şey oldu açıkçası. ressmen hatice öğrendi. önce mal gibi inanmadı, matrakçıya filan sordu amaaaa en sonunda jetonları bir düştü pir düştü hele şükür. ben en az 10580978956 bölüm kadar uzatırlar diyordum bu muhabbeti. üstelik kendisi bir de boşanmaya karar verdi ki iyice şoklardayım açıkçası. ayılıp bayılıp mıymıy halleriyle geri dönmesini bekliyorum iboya. nitekim öteki sezonun başında o şekil bir birleşme bekliyorum. sonuçta ibo hala mevut ve kanuni benim tarihten bildiğim kadarıyla böyle atraksiyonlu ihanet haberlerini öğrenmiyor. a tabi ibonun çöt diye evet o benim çocuğum demesi de şoklardan şoklara soktu. hani iyi etti gerçeği söyleyip dolandırmamakla, ama yani böyle çöt diye söyleyince benim içime bile oturdu. ay bak gıcık olduğum dakikalara geldim. ya adam yüzsüz yüzsüz senin yüzünden seni aldattım dedi lan! göt! kendine gel lan! tamam hatice de sıkıntılı çileli dönemlerden geçti ama what the fuck! sinirlendim bak şu an. devlet benim demiş de bilmemneler. ya gerçekten söz konusu ilişkiler olunca insanların bir ilişkinin içinden birkaç cümle çekip o ilişkiyi 2 cümleden çekilmez hale getirmesi sanatına bir isim konulmalı bence. cidden. tabi bunu ben yapmadım demiyorum şu an. ama böyle dışardan izleyince öyle garip, öyle hastalıklı bir durum ki resmen rahatsız olup self reflection pozisyonu aldım. neyse efendim. geliyorum hatice cephesinin vuruu cümlesine. hatice bu sözler üzerine dedi ki, ben evladımın yasını tutarken sen beni aldatıyor muydun ibrahim? oy. bu cümleyle birlikte şöööyle bir yerimizde sallandık yahu. baya damardan girmiş senaristler. düşüp bayılana böyle serum takılmaz o derece! [şimdi efendim en yakın zamanda hürroş cephesini yazacağım. bu şekilde to be continued deyip bırakacağım. hohohooh, hep gıcık olmuşumdur dizilerde böyle bitince, bir kere de ben yapiyim. hah. (devam ediyorum efendim.)] gelelim hürroş cephesine. allahım allahım böyle güzel bir zevk olamazdı. hürrem2in minnoş minnoş sırıtıp, bildiğimi yaparım şirinliğimi takınırım kimsenin de ruhu duymaz tadındaki ifadesi o kadar güzeldi ki yani kelimeler yetemez. aaa tabi itiraf edeyim, ben cidden mahidevran'ın gülfem'i öldürtme cüretini göstereceğini düşünmüştüm ama meğersem heeeerşeyleri hürrem ayarlarmışmış! dınınıınınıı! çok güzeldi vesselam çoook! mahidevran'ın bir kere daha kapana kısılmış hali gözlerimin önünden kolay kolay gitmeyecek. ben de çok zeki akıllı entrikalar çeviren bir insan değilim misal, öyle binbir böyle mi olacaktı entrikasını ancak izleyip görebilirim, anlatsalar inanmam o derece! ama en azından ortalara vay ben haremi yöneticem, vay ben dünya padişahının padişahı olucam diye düşmüyorum öyle değil mi mahidevran? geliyorum en son sahneye. an be an yazacağım. tamam, mot-a-mot yazmıyorum, ama o cümleler daha da benim aklımdan çıkmaz. hürrem, kanuni'nin odasından çıktığından dünyanın fatihiydi dostlar. tabi önce bir de o odadaki konuşmaya değinmek isterim. ay kanuni sen beni benden aldın, bir gün beni öldüreceksin be adam! mahidevranın bu işi beceremeyeceğini biliyordum ama yine de son şans verdim tadındaki konuşman neydi öyle? hani hürroşçum sana güveniyorum ama yazıktır yani buna da bir kemik atalım tadındaki davranışın tam bir padişah artistliğiydi hihohoho diye gülüyorum. yes. back to hürremin odadan çıkış sahnesi. bir kadın düşünün ki ailesinden koparılmış, bir kadın düşünün ki dilini yemeğini dinini bilmediği bir ülkeye bir geminin ambarında getiriliyor. bir kadın düşünün ki ömrü boyunca duymadığı, görmediği şeylerin eğitimini almak zorunda, o kadın, belki kendi dışındaki olaylara kurban olacak, bir kadın ki, kaderi başkasına bağlı, üstelik o başkası dediği, kadının varlığından haberdar bile değil. işte benim gördüğüm hürrem böyle bir kadın. hiçliğin ortasından dünyanın tepesine kızıp hatalar yaparak, kovularak, zehirlenerek, aşağılanarak, elleri sevdiği adamın kanına bulanarak çıkmayı başardı. dark willow'un fragmanda dediği gibi "no mortal had this much power" diyorum şu an. ve hürremin ağzından söylediklerini yazıyorum:

Ben Alexandra Lisowska 17 yaşımda, annemin, babamın, kardeşimin katledildiği evimizden zorla alınıp bir gemiye hapsedildim. Daha o yaşımda gördüm dünyayı, o yaşımda yaşadım tüm acıları. Denizin ortasında sürüklenirken her an ölmeyi istedim. [...] İntikam ateşiyle kavruldum önce. Nerden bilebilirdim ki o intikam ateşinin zamanla aşk ateşine dönüşeceğini? Ben yıllar önce, eteğini öptüklerim benim de eteğimi öpecekler diye yemin etttim. İşte bugün, haremi ben yönetiyorum. Harem ne ki, dünyayı ben yöneteceğim.


Çok, çok güzeldi yahu. Daha da bunun üstüne birşey söylenmez. Sadece fahir atakoğlu dinlenir.