11 Mayıs 2014

[Dollhouse.]

uzun süredir aklımda duran bir başka dizi hakkında yazma vaktidir şimdi.

evet dollhouse'dan bahsediyorum. öncelikle bu diziyi izlememe sebep olan olaylar zincirini yazayım sizlere. ortaokulda çok yakın arkadaşım b sayesinde buffy izlemeye başlamam ile devamında gelen angel dizisini de çok severek izlemişimdir. dolayısıyla bu dizilerin yaratıcısı joss whedon'a olan sevgim bir başkadır. öyle bir sevgidir ki bu, joss whedon'ın yönettiği avengers filmi dünyanın en çok izlenen dördüncü filmi olduğunda, adeta kendim filmim rekorlara koşmuş milyar dolar hasılat yapmış gibi sevindiğimdir. işte efendim, joss'ın buffy ve angel dışında bizzat yazdığı ve dahi yarattığı iki dizi daha bulunuyordu. birincisi sonbahar aylarında izlediğim firefly. ki bu dizi ilk sezonun sonunda iptal edilmesiyle nice kalp kırıklıklarına, nice öfke nöbetlerine sebep olmuştur takip edenler arasında. işte efenim firefly'i izledikten sonra geriye kalan son joss whedon dizisini izlemem artık farz olduydu. nitekim hem yaratıcısı joss whedon, hem de oyuncular arasında eliza dushku -yani buffy ve angel'da oynayan faith- ve amy acker -yani angel'daki biricik winifred burkle'ımız, sonrasında ise almighty illyria'mız- görüldüğü üzere büyük beklentilerle başladığım dizi, tabii ki beklentileri verdi. şimdi yorumlarıma başlayayım.

dizinin konusu hafızalarından vazgeçen insanların, bir şirketle anlaşma yapıp vücutlarını bu şirkete 5 yıllığına kiralaması üzerine. bu insanların hafızası silindikten sonra -insanlara doll diyoruz- yaşamaları için başka bir isim verilip bir eve yerleştiriliyorlar -dollhouse-. hafızaları hem geçmiş anılarını unutacakları şekilde siliniyor, hem de çok basit düşünceler şeklinde kendilerini ifade edecekleri şekilde siliniyorlar. byani hava soğuk, yemek güzel diyebilen bu insanlar derin sohbetler etmiyorlar, edemiyorlar. peki dollhouse'daki insanlara ne oluyor? şirketin müşterileri belirli profilde insanlar istediğinde, bu doll'lara o profiller yükleniyor tıpkı matrix gibi ve müşterilere veriliyorlar. yanlarında da onların hayatından sorumlu polis gibi bir koruma oluyor. bu noktada etik tartışmalar başlıyor işte dostlar. yani müşteri ne isterse olacak mı bu doll'lar? bedenlerinin üzerindeki kontrolden vazgeçtikleri yetmiyormuş gibi, bir de hafızaları silindiği için, tenlerine ne olduğunun farkında değiller örneğin. peki ya hafızanın silinmesiyle herşeyi unutabilir miyiz gerçekten? 

işte asıl karakter echo, son soruya çok net bir cevap veriyor aslında. her görev sonrasında karakteri silinse de, oynadığı -daha doğrusu olduğu karakterler- kendisinde kalmaya başlıyor. o anlar aklına geliyor ama echo bu anıları neden anımsadığını anlayamıyor bile.

bir başka konu ise, echo'nun yavaş yavaş kişilik geliştirmesi. tecrübe ettikleri, anıları, karakterleri arasında gidip gelebilme yeteneği ile echo, gerçekten bir karakter oluyor derin sohbetler yapabilen. echo'nun doll olmadan önceki insan hali caroline bir diskette 5 yıl sürenin bitmesini bekliyor. ama echo bir insan gibi karakter geliştirmişken, caroline'ı yeniden hafızaya yüklemek echo'yu öldürmek oluyor. ya da oluyor mu? ölüm için bir beden gerekiyor mu gerçekten? işte bu dizi, ölümün de tanımını yeni baştan yapıyor. kimliğimizin yok oluşu da bir nevi ölüm. nitekim sezon finalleri, gelecek dünyada herkesin hafızasının silindiği ve karakterlerin rastgele insanlara yüklendiği bir dünyada geçiyor. küçük bir çocuğun içinde bir iş adamı var mesela. bir iş adamının içinde bebek, yardım için sokağın ortasında ağlıyor? insanlar gerçek adlarını dövme yapıyorlar sırtlarına. böylece karşılaştığı diğer insanlara gerçek olduklarını ispat edebiliyorlar. çılgınlık değil mi? harika bir hayal gücü deği mi? 

tabii dizide bir de başka karakterler var. sierra, victor ve mellie var. sierra ve victor dollhouse'da birbirlerine aşık oluyorlar. düşünsenize, hafızları olmayan ve sadece çok basit şeyleri düşünebilen iki insan, birbirine sığınıyor. beraber yemek yiyor, beraber resim odasına gidiyorlar. tarif edemiyorlar ama birbirlerini seviyorlar. üstelik bir bölümde sierra'nın hafızasına gerçek hali yüklendiğinde, aslında dollhouse'daki anılarını unutmuş olması gerekirken victor'u görüp aşık olduğum adam diye işaret etti. aşkın kimlik üstü, vücut üstü bir yerde olduğunu daha güzel ne anlatabilirdi acaba? gerçekten de gönlü, karşısındaki adamı tanımıştı işte hafızasında olmamasına rağmen. daha güzel ne olabilir, daha güzel nasıl anlatılabilir ki? 

bir başka açı ise yine sierra üzerinden anlatıldı. sierra dollhouse'da yaptığı resimlerde hep siyah boya kullanarak kötü bir karakter çiziyordu. sonrasında öğrendik ki, o kötü karakter sierra'nın gerçek hayatına ilişkinmiş. sierra tarafından reddedildiği için onu zehirleyip, deliymiş gibi göstermeye çalışan bu doktor, sierra'ya tecavüz etmeye dahi kalkmış. işte görüyorsunuz ya, bazı şeyler hafızayı ne kadar silerseniz silin, arkada bir yerde kalıyor, çıkmıyor. çok çok garip ama çok çok insan değil mi?

şimdi biraz da mellie'den bahsedeyim. mellie karakteri, dollhouse gerçeğini ortaya çıkarmaya çalışan cia/fbi -hangisi olduğunu anımsayamıyorum- ajanının karşı komşusu olarak karşımıza çıktı. dollhouse'un sahipleri bu adamı kontrol altında tutmak için ona aşık olacak komşu kızı olarak mellie'yi göndermişti. bizim de son ana kadar öğrenmediğimiz bu gerçek beni düşünmeye sevk etti tabii ki. çünkü mellie'nn doll olduğunu öğrenen ajan, mellie'ye bunu söyleyemiyor. nasıl oluyor bu iş derseniz şöyle oldu. mellie ile ajan yemek yiyordu. mellie birden ayağa kalktı. başka bir isimle kendini tanıtıp ben dollhouse'dan geliyorum. doll olduğumdan mellie'nin haberi yok. onu üzmemek için söyleme, ama daha fazla da işlerimize bulaşma diyerek yeniden yerine oturup ajana gülümseyerek yemek yemeye devam etti. karşınızdaki insanın o insan olması, ama aynı zamanda da o insan olmaması. başka bir bedendeki bir karaktere aşık olmak aşk mı? başka bir bedendeki karakterler aşık olabilir mi? vücut gerçekten bizlere yük mü? madem ki karakter olarak sadece hafızadan oluşuyoruz, vücutlar değişse biz biz olmuyor muyuz şimdi?

işte böyle sorular sorduran bir dizi dollhouse. üstelik sadece doll'lar açısından bakmıyorsunuz olaya. bazen de müşterilerin talepleri sizi düşüncelere sevk ediyor.

bir bölümde echo, bir adamın karısı oldu. adam yeni bir ev almış, karısını evde bekliyor. karısı eski model üstü açık bir arabayla oraya getiriyor, evden içeri adımını atıyor. adam heryere gül yaprakları dökmüş, öperek karşılıyor karısını. işte o an önce anlayamıyorsunuz neden böyle birşey istediğini. sonra anlatmaya başlıyor. yıllar önce o evi aldığında çok acil buraya gel diye eşini aramış. eşi de o panikle yola çıkıp, yolda kaza yapmış. meğersem adam kazandığı ilk büyük meblağ ile aldığı evi sürpriz olarak eşine göstermek için çabuk gelsin diye eşini o şekilde çağırmış. işte o an, adam dedi ki, ben her yıl tam da o tarihte, eşimin sağ salim eve geldiği hayalini yaşıyorum, çok mu? diyorum ya, hafıza adamın eşinin hafızası, ama vücut başka. sevmek mümkün mü? görmemek mümkün mü? yoksa gerçekten görebilmek mümkün mü?

bir de dizinin bir bölümünde başka bir konuyu ele aldılar. echo'ya yükledikleri anne karakterinin beyin yapısıyla oynarken, hormonal bazı değişiklikler de yaptılar. sonuç olarak echo'yu bebek emzirirken gördük. which is impossible. çünkü kendisinin çocuğu değil, echo hamilelik bile geçirmemiş. neyse efendim daha sonrasında görev bitiminde echo dollhouse'a döndü ve hafızası silindi ama sonradan kaçtığı fark edildi. işte o an bize yeniden gösterildi ki, annelik iç güdüsü hafıza ve bedenden öte birşey. içinden geliyor ve ne olursa olsun önüne geçemiyorsun. işte bu konuyu başka bir karakter, başka bir vücut ve kendi karakteri gelişen bir insan üzerinde görünce, daha da çok inanıyorsun bu teoriye. yeniden düşüncelere dalıyor ve yeniden insan olmanın ne demek olduğunu düşünürken buluyorsun kendini.

neler olduğunu bilmesem, hafızam silinse vücudum her şeye katlanır mı? katlanamıyor işte. tıpkı sierra'nın bir bölümde kendisinin elini tutan victor'a karşılık olarak çığlık çığlığa bağırması gibi. bir başka mekanda tecavüze uğramış, hafızası silinmiş ama tenin de bir hafızası var işte. silemiyorsunuz. 

peki ben böyle beş yıllık bir maceraya atılır mıyım? bu eve giriyorsunuz ve beş yıl sonra -şirket bu süreyi sömürmüyor, beş yıl bittiğinde gerçekten de sizi serbest bırakıyor- çok zengin bir insan olarak, geride bıraktığınız hüzünlü anlardan uzaklaşmış halde yeniden yaşama dönüyorsunuz. atılır mıyım? 

allah böyle şeyler düşündürmesin, gerçekten. 

ama birileri böyle soruları sorup da bu diziyi yazdığı için çok mutluyum. evet, yazının içeriğinde spoiler var ama emin olun esas kötü adamlardan hiç bahsetmedim. dizinin her bölümünde caroline'ın geçmiş hayatına ilişkin daha fazla bilgi alıp sona daha da yaklaştığınızı göreceksiniz. üstelik iki sezonun sonunda tam bir finale bağlanan bu dizide sona yaklaştıkça, tıpkı dondurması biten bir çocuk gibi hüzünleneceksiniz. ben ilk 10 bölümü bir günde izledim. sonra 3 bölüm daha izleyip ilk sezonu bitirdim. ikinci sezona başladığımda ise yine 9 bölüm izleyip ertesi gün 4 bölümü sonlandırarak dizime son noktayı koydum. dediğim gibi, öyle güzel bir fikir üzerine yazılmış bir dizi ki, hem karakterleri seviyorsunuz, hem kendi hayatınızı sorgular şekilde düşünüyorsunuz, hem de 13 bölümü izlemek için 24 saatin yeterli olmadığını düşünüp hayıflanıyorsunuz.

ultimate joss whedon yapımı efendim. firefly ve angel oyuncuları bu dizide buluştukça, ben büyük buffy angel dünyası hayranı olarak ayrıca mutluluktan kendimi kaybettim.

izleyin. izlettirin.