11 Mayıs 2014

[Post Merhamet.]

arka fonda sezen aksu'dan kavaklar çalıyor. ne yazacağımı söyleyeyim sizlere: merhamet hakkında yazacağım.

bu dizinin başladığını ilk öğrendiğimde açıkçası heyecanlanmıştım. çünkü özgü namal'ı çok çok severim. dizi ve kitap hakkında yorum yapmaya başlamadan önce, özgü namal hakkında birkaç şey yazmayı borç biliyorum.

kendisini ilk kez yeditepe istanbul dizisinde tanıdım ben. zuhal olcay -ki kendisini de çatısız kadınlarda tanımış ve çok sevmişimdir, sonrasında ise takip etmişimdir hem sinema filmlerini hem de albümlerini- meral okay, uğur polat, ruhi sarı ve daha niceleriyle, harika senaryosu, yumuşacık insanları ve insana ilişkin tüm hikayeleri ile bu dizi, benim için her zaman çok özel olmuştur. herşeyini kaybeden olcay'ın kızı duru'yla taşındığı -yoksa sığındığı mı demeliyim- konaktaki yaşamına ilişkin olan dizi, sadece olcay ve duru'nun hayatını değil, geçmişin kayıp hayatları ve gelecek umutlara ilişkin bir şölen. doğrusu izlemeyen varsa, yakalasın derim dostlar. işte bu dizide ben özgü namal'la ilk kez tanıştım. zaten eğer bir oyuncuyu ilk gördüğüm karakterinde seviyorsam, bitmiştir. gelip beni öldüreceğini bilsem yine o oyuncuyu çok sever, takip ederim. 

nezdimde yeditepe istanbul'la başlayan özgü namal'ın hikayesi, büyü filmi ile devam etti. açıkçası korku dizileri izlememe rağmen ben korku türünden hiç haz etmem, ödüm patlar çünkü. bu filme üç arkadaş gitmeye karar vermiş, benim çok korkmayacağıma, nasılsa bir türk filmi olduğuna kanaat getirmiştik ama o gece uyuyamadığım doğrudur. cinlerin tecavüzü filan değil de, hep minnoş karakter olarak görmeye alıştığım özgü namal'ın bu sefer possessed bir karakter rolünde yüzü kanlar içinde ipek tuzcuoğlu'nun peşine takılması, o gece her gözlerimi kapattığımda korkuyla yerimden sıçramama sebep oldu evet. derken derken, bebeğim dizisi başladı. burada da bebeği olmayan arkadaşı için taşıyıcı anne olan kadın rolünde tanıdık kendisini. işte böyle diziler beni derinden etkiliyor nedense. en nihayetinde çocuk ve anne arasındaki bağ ve anneliğin tanımı üzerinden bir süre devam eden diziyi keyifle ve hatta bazı bazı ağlayarak takip ettim evet. sonra yeniden sinemada karşılaştık özgü ile. beynelmilel ile vurdu, parçaladı hepimizi. o saf, dünyadan habersiz, aşık kız... babasının parmak uçlarına ağlaya ağlaya krem süren evlat... o kadar üzüldüm ki bu filmi izlerken. kalkıp sarılmak, teselli adına iki kelam etmek istedim, yapamadıkça içim parçalandı. -bu arada gündüz kuşağında denk geldiğim fosforlu cevriye'de de oynadığını fark ettim özgü namal'ın. burada çok çok genç olup, zaten çok çok genç birini oynuyordu. sonu hüzünlü biten bir karakterdi a dostlar.-

derken mutluluk. yıllar öncesinde okuduğum bu kitap film olmuş, başrole de özgü namal'ı yerleştirmişti meryem olarak. tabii ki koşarak gittim sinemaya. okurken hayal etmeye çalıştığım ama bir yandan da hayal etmekten korktuğumtüm hisler, tüm korkular ve dahi sevinçler, karşımda duruyordu işte. filmin sonlarındaki o çığlıkları asla unutamam biliyorum. çok çok güzel bir filmdi, hatta çok da güzel bir kitap uyarlamasıydı bence. herkes izlesin. talat bulut için değil belki ama özgü namal'ın meryem'i için, murat han'ın cemal'i için mutlaka görün dostlar. hatta sadece filmi izlemekle kalmayın, kitabını da okuyun. elinizden akıp giden bir kitap, gerçekten pişman olmayacaksınız. üstleik iyi bir uyarlama olduğu için belki siz de benim gibi hayal ettiğiniz karakterleri karşınızda aynı hayal ettiğiniz gibi görmekten büyük keyif alırsınız.

sonra yeniden apayrı bir paragraf açmak istediğim o... çocukları geldi. üstelik bu film sadece özgü'yü değil, ipek tuzcuoğlu ve demet akbağ'ı da oyuncu kadrosunda içerdiği için yeniden koşa koşa gittim. bir an için müzik değişimiyle hayır hayır, böyle birşey yapmazlar heralde dediğim an, korktuğumun başıma geleceğini nereden bilebilirdim?

bundan sonra gelen hanımın çiftliği ve koyu kırmızı'yı açıkçası çok takip etmedim. sebebi de aslında şu: hanımın çiftliği orhan kemal'in eseri ve ben gerçekten hiç haz etmem kendisinden. lisede okumak zorunda kaldığımız baba evi ve avare yıllar adlı iki bayıklar ötesi kitabıyla beni tüketmiştir kendisi. o yüzden arasıra baksam da, özellikle de mehmet aslantuğ'un diziden çıkmasıyla birlikte güllü'nün hikayesini takip etmedim. koyu kırmızı için de aslında çok heyecanlandım ama anımsayamadığım bir sebepten takibe almadım. sanıyorum pazartesi akşamıydı ve benim bir başka dizimle çakışıyordu. 

işte başladığım yere geri döndüm dostlar. bütün bu bilgiler kulağımın arkasındayken öğrendim ki merhamet diye bir dizi çıkıyormuş ve başrol özgü namal olacakmış. ama ne oldu? kanald bu diziyi çarşamba gecesine koyarak izleme ihtimalimi yok etti. zira çarşamba akşamları son dört yıldır benim için muhteşem yüzyıl demek. üstelik dizinin arasıra baktığım sahnelerinde gördüğüm şeyler beni o kadar rahatısz etti ki sanıyorum zaten izlemeye yüreğim izin vermeyecekti. narin, şadiye, anneleri, o zalim babadan neler çekmişlerdi öyle? sonra öğrendim ki aslında merhamet'in bir kitabı varmış, dizi kitaptan uyarlanıyormuş. hah, dedim, aradığım fırsat bu. hemen alıp okuyayım, neler olduğunu olacağını öğreneyim. kitabın adı kahpe rengi. havaalanında uçakta okumaya başlarım diye aldığım kitap, havaalanında bekleme süresi ve bir buçuk saatlik uçak yolculuğu sonucunda bitiverdi elimde. çocukluğunda binbir çile çeken narin, fırat'a duyduğu aşk ve utanç anları, derken üniversiteye gelip en yakın arkadaşı çılgın deniz'le tanışması diye başlıyor kitap ilk solukta. sonrasında fırat'ın yeniden narin'in hayatına girdiğini görüyoruz. yalnız bu sefer maalesef fırat, deniz'in kardeşinin nişanlısı. bu arada deniz'in kardeşi de isviçre semalarında okumuş etmiş, pek de ablasıyla yakın değil diye kayıtlara geçireyim. ben zaten kitabı okurken anladım ki, narin fırat'a açılsa, deniz bu durumu hiç yadırgamaz. önemli olan onun mutluluğu der. zaten kardeşi de dengesizin teki, hiç sorun olmaz. gerçekten de narin ve fırat'ın kaçamak sürdürdüğü, narin'in vicdanen bitirmeye çalıştığı bu ilişki, en sonunda ortaya çıkıyor. narin, deniz'i kaybedeceğini düşünedursun, tabii ki deniz fırat'la narin'i bir araya getiriyor ve kitap mutlu sonla bitiyor. dediğim gibi pek şaşırtmayan, akıcı bir kitap. beğendim diyelim öyle olsun. sonuçta yiğidi öldür hakkını yeme.

efendim dediğim gibi kitabı okudum, huzura erdim. artık hangi anda diziyi açarsam açayım konuya hakim olacaktım öyle değil mi? ama öyle olmadı! bir baktım karşımda babür diye bir karakter! ya da sonra aynı karakter sermet'e döndü galiba. hiç anlayamadım. neyse efendim bu karakter kesinlikle kitapta yoktu dolayısıyla her anı anlama planlarımı bozdu maalesef. kendisi bir süre narin'e takmış karkteri oynasa da sonrasında deniz'le yakınlaşması oldu. gerçekten de çılgın deli dolu, sinirlendiğinde koca koca adamları bile dövmeye kalkan deniz bu adama aşık oldu a dostlar! belirttiğim gibi, dizi finaline doğru yaklaşırken herşey yolunda gidiyordu ve ben sadece fragmanlarından ve kardeşimin verdiği havadislerden diziyi takip ediyordum. derken kardeşim finalin yayınlandığı gece ağlamaktan çatladığını, mutlaka izlemem gerektiğini söyleyince eyvah dedim, bir bokluk oldu!

açtım, uzun uzun son bölümü izledim. öyle mutlu öyle güzel bir bölümdü ki, içimin yağları eridi bitti. narin'in hamileliği, sermet'le deniz'in uzuuuuun balayı ve balayı dönüşünde koştur koştur narin'in doğumuna gitmeleri filan, ay o kadar tatlıydı ki, kendimi en yakın arkadaşlarımla gelecek zamanda bir yerde doğururken filan hayal ettim, o derece! deniz ve sermet'in bebişlere biz göz kulak oluruz siz başbaşa olun diye narin'le fırat'ı gönderdiği gün, sermet'le deniz'in derin çabaları beni öyle bir gülümsetti ki, dizide kardeşimin neden ağladığını düşünmeyi bırakmış, ağladığını bile unutmuştum! sonra fırat'la sermet'in konuşması ile kendime geldim. birileri sermet'i vurmak istiyordu. sadece o değil, ailesi de tehlikedeydi. dolayısıyla toparlanıp ülkeyi terk edeceklerdi! daha ben what the fuck ulan diyemeden, bir başka güzel haber alıp yeniden comic relief'le neler olduğunu düşünmekten tamamen koptum gittim. deniz hamile olabileceğini keşfetmiş hamilelik testi alırken, tabii ki sermet'in peşine taktığı adamları keşfetmiş, eve dönüşte de ağzının payını vererek ay bu kadın çılgın gerçekten dedirtmişti. o sevinç anları filan derken derken, dizinin son 15 dakikası geldi. kötü adamlar sermet'le deniz'in evini bastılar. sayıları arttırılan korumaları öldürdüler. sermet, deniz'e silah verip gerkirse kendini bununla koru dedi ve yanında siper alıp millete ateş etmeye başladı. derken adamlardan biri gelip sermet'i vurdu, o dev adam deniz'in üstüne kapanıp bayıldı. deniz, sevdiği adam kanlar içinde üzerinde, hamile, kendisini öldürmeye gelen adamı vurdu. o kriz anıyla bahçeye çıkıp arabaya bindi. tüm bunlar olurken narin ve fırat da gelmişlerdi ama narin'e arkada kalmasını söyleyen fırat eve girdi. deniz'in histerik halde arabaya binmesiyle, narin de arabaya bindi. deniz gaza bastıkça bastı, narin onu ikna etmeye çalıştı ama başaramadı. derken yoldan çıktılar.

buradan sonrasında ben bittim a dostlar. iki arkadaş dış seste, arka fonda sezen aksu - kavaklar. şu konuşmayı yaptılar.

Deniz: durduk işte al
Narin: neredesin sen aralığın içinde misin dışında mısın
Deniz: bilmiyorum ki herşey ters görünüyor. narin, annemler de böyle ölmüştü.
Narin: biliyorum. biz ölmedik ama, sanmam yani.


[bu noktada çok ağladım çok. çünkü gerçekten kitapta da, dizide de deniz'in ailesi bir trafik kazasında ölüyordu. deniz'in ailesi ile kaderlerinin bir olduğunu düşündüğü an paraçparça etti beni..]


Deniz: anlamadım ki, ölünce konuşulabiliyor mu
Narin: senin konuşmaya devam edeceğine eminim.
Narin: deniz, ya insanın dünyadaki ağırlığı nasıl hesaplıyorlar
Deniz: nereden aklına geldi şimdi bu?
Narin: yani ne bileyim, bu terazileri neye göre yapıyorlar. böyle doğuyorsun,ölüyorsun, bir yer kaplıyorsun dünyada. sonra böyle anıların yaşadıkların sevdaların çocukların yılların falan. bütün bunlar, böyle ağırlığın gittikçe artıyor.bedeninden daha fazla bir insan oluyorsun. ruhun ağırlaşıyor.
Deniz: bence bunları düşünmene sebep kaburgalarının kırık olması... sen nefes alabiliyor musun?


[Bu yorum hakkında ne yazayım a dostlar? Ne yazılır ki?]

Narin: evet, evet, derin derin hem de
Deniz: narin, ben hamileyim biliyor musun?
Narin: çok sevindim bir tanem.
Deniz: ağlama
Narin: çok sevindim.
Deniz: ağlama.
Narin: çok sevindim.

işte böyle böyle, beyaz ışıklar içinde kumsalın üzerinde, üzerlerinde baharlık elbiseler, deniz ve narin'in hikayesi sona erdi. öyle bozuldum ki. mutsuz son beklediğim diziler mutlu bitip hayal kırıklığına sebep olurken, mutlu bitmesi için herşeyi yazdıkları bir diziyi, iki harika karakterin sonuyla bitirmeleri tüm sinirlerimi zıplattı, uykularımı kaçırdı. narin'in ikizleri vardı, deniz hamileydi. öyle üzüldüm ki... şimdi yeniden düşündüğümde güzel bir son muydu diye soruyorum kendime. şiirseldi, anlamlıydı, ama güzel değildi. aşk olsun yani.


üstelik bugün youtube'da denk geldiğim son sahnenin klibini izlerken, oradan oraya kendimi merhamet bölümlerinden alıntılar izlerken buldum. sonuç olarak fırına verdiğim patateslerimi yaktım! bir kısmını yedim ama yine de bir kısmı çöpe gitti. 

diziye gel. hem ağlatıyor, hem yemeğimi elimden alıyor! 

alacağın olsun özgü namal, alacağın olsun burçin terzioğlu.

ama yine de teşekkürler bu dostluğu bu kadar güzel yansıttığınız için. kumsalda kahkahalar atarak koşuşturduğunuz sahnelerde, gerçekten o dostluğun sıcaklığını aldık. teşekkür ederiz.